IŞİD hangi şişeden çıktı? - Hamide Yiğit
IŞİD Suriye'’de Rakka merkezinden geri çekilirken duvara işlenen bir afiş dikkat çekiyordu. Bu afişte Türkiye'de dahil bütün bölge ülkelerinin bayrakları asılmış ve hepsinin üstü çarpılanmıştı
IŞİD dün (11 Haziran) Musul kentini ele geçirene kadar dünyanın gündemine girmedi ama üç yıldır zaten Suriye'’dedir. Suriye'’ye yönelik tarihte eşine rastlanmayan bir saldırı var ve vahşi saldırıların oluk oluk kan akıttığı Suriye’de halk,üç yılı aşkın bir süredir bu belayla boğuşmaktadır. Ve bu IŞİD Suriye’'ye gökten zembille de inmedi. IŞİD’i var eden “derin stratejiler”,Suriye'’yi imha etmek uğruna “şeytanla bile işbirliği yapma” siyasetsizliğini pervasızca uyguladılar. Körfez sermayesiyle beslenen, El Kaide üssüne dönüştürülen Libya’'dan cihatçı takviyesiyle şişirilen, “derin stratejik ortaklık” kuran Türkiye’'den de TIR’larına ve Milli İstihbaratına (MİT) varana her türlü destekle bir canavar” yaratıldı. Bu canavarın bir gün dişlerini “derin stratejik ortaklara” da geçireceği uyarısı her fırsatta yapıldı.
Krizin başladığı ilk haftalardan itibaren yanı başımızda tehlike tohumlarının ekilmeye başlandığına, Savaş kapımızda” diyerek bu kanlı emperyalist oyunun Türkiye ve bölge halkları için bir felakete dönüşeceğine dikkat çektik.[1] Duyan var mı, dedik. Aradan iki üç yıl geçtikten sonra ancak “Savaş sınırımıza dayandı” sesleri yükseldi.
Keza başta Hatay halkı olmak üzere Türkiye’'nin sınır kentlerini bekleyen tehlikeye dikkat çekildi. Özellikle Hatay'’ın adeta bir cihatçı kentine dönüştürülmesi ve AKP'’nin “siyasi istikbali” uğruna Hatay'’ı savaşın kumar masasında bir koz olarak öne sürmesine tepki gösteren Hatay halkı, AKP'’nin valisiyle, kolluk görevlisiyle, polisiyle, MİT’'iyle topyekun bir kuşatma altına alındığı defalarca yazıldı, çizildi. Hatay halkının kaygılarını dile getirdikten çok değil, altı ay sonra Reyhanlı faciası yaşandı.
Cihatçılar kendilerini besleyen Erdoğan’ı'da tehdit etmişti
Reyhanlı faciasının geleceği dünden belliydi ve bağıra bağıra geliyorum diyen tehlikenin “derinliği masa başında çizilen” dış politikanın yanlışlığından kaynaklandığı ortadaydı. AKP ateşle oynadı ve bu ateşin hem Suriye’'de hem de artık ateşin körüklendiği yer olarak Türkiye’'de bir cehenneme döneceği ortadaydı. Her ne kadar Reyhanlı saldırısı, yine insan zekasıyla alay edercesine Esad rejimi üzerine yıkıldıysa da, saldırıyı gerçekleştirenlerin Suriye’'ye gönderilen El Kaideci Nusra Cephesi olduğu ispatlıdır. Saldırı anını kayıt altına alan ve görüntülü olarak bombalamanın ilk dakikalarda duyurusunu yapan muhaliflerin sitelerindeki yazı ve yorumlar, birer belge olarak tarihe geçti.[3] Cihatçıların sitesinde Reyhanlı bombalamasının ilk dakikalarda görüntülerle birlikte duyurulduğu paylaşımda, Recep Tayyip Erdoğan’a yönelik tehditler de yer aldı. Reyhanlı bombaları, ABD’nin Nusra Cephesi’ni Mayıs 2013’te terör listesine almasından birkaç gün sonrasında ve Erdoğan’ın ABD ziyaretini gerçekleştireceği sırada meydana geldi. Bu tehditlerden açıkça anlaşılan şuydu: ABD Erdoğan’dan Nusra’yı terör örgütü ilan etmesini istemesi olasılığına karşın, bu saldırı, Erdoğan’a; ayağını denk al” mesajıydı. Nitekim mesaj alınmıştır. Davutoğlu ekranlara gülümseyerek, Kanada Dışişleri Bakanı John Baird ile İstanbul’daki toplantısından sonra, El Nusra’nın hiçbir zaman katliam yapmadığını savunmuştu.
Mesajın alınıp alınmadığı bir yana, AKP bu saldırıyı derin bir stratejik kıvraklıkla hemen fırsata dönüştürdü. Bu fırsatla iki kuş vurmayı hedefledi. Birincisi, Erdoğan Beyaz Saray’a giderken, çantasında, “Türkiye tehdit altındadır. Stratejik müttefikinizi koruyun, yani Suriye’yi vurun” restini götürdü. İkincisi, “Sünni vatandaşlarımı ‘Nusayriler’ katletti” manevrasıyla, üzerine savaş stratejisi kurdukları mezhepçiliği istenen kıvama getirmek için bu faciayı bir “şans”a dönüştürmeye kalkıştı. Birinci manevradan, Suriye’ye bir dış müdahale çıkmadı. İkinci manevrada ise, masum Aleviler ve Utku Kalı, Reyhanlı sorumlusu olarak tutuklandı. Tam anlamıyla mezhepçilik üzerine kurulu bir infial yaratmak istediyse de, kardeşlik kentinin havasını soluyan Hataylıların kucaklaşması sonucunda bu mezhepçilik kurgusu da boşa çıktı.
Ancak yenilgiye doymayan, fakat bu savaşı “kazanmak” uğruna hata içinde debelenen saldırgan canavarlar, kendi suretlerinden bir canavarlık örneği yaratarak, Suriye halkının üzerine saldılar. İşte bu yeni canavar, El Kaide’nin taktiksel olarak isim değiştirmiş hali olan IŞİD’dir.
Bu canavarı kim yarattı?
IŞİD, 2013 yılında Suriye’de türeyen, daha doğrusu isim değiştiren bir El Kaide örgütüdür. “2013 tarihinde El Kaide’nin Irak Emiri Ebu Bekir El Bağdadi, Suriye’de cihatçılara katıldı. Resmi bir bildiride Irak İslami Devleti” ile “Şam Ahalisi Nusret Cephesi” isimlerinin lağvedildiğini, ikisinin “Irak ve Şam’da İslami Devlet” adı altında birleştirildiğini, selefi – cihatçı bütün grupların El Kaide’ye ve lideri Şeyhul-Cihad’ Eymen El Zevahiri’ye biat ettiğini ilan etti.”[4] Fakat Nusra Cephesi lideri Ebu Muhammet El Golani, bu iki örgütün birleştirilmesini kabul etmeyeceğini ve biat ettikleri El Kaide lideri Zevahiri’ye bağlı kalacaklarını duyurdu. Bu açıklamadan tam bir ay sonra, Mayıs 2013’te Birleşmiş Milletler, “El Kaide’ye bağlı Nusra Cephesi örgütünü terör listesine aldı.” El Kaide ile aralarına sözde mesafe koyan küresel güçler ve özellikle ABD, esasında Suriye rejimine karşı besleyip büyüttükleri İslamcı gruplarla hiçbir başarı elde edemediklerini, Suriye rejimini devirmenin başka derin stratejiler gerektirdiğini “keşfetmiş” olmalılar. Muhaliflere daha çok silah yardımı yapabilmenin yeni kamuflajı olarak, El Kaide gibi aşırı unsurları “reddettiklerini” ilan edip, sözde “ılımlı muhalifleri” daha çok silahlandırma stratejisini uygulamaya başladılar.
Nusra Cephesi’nin terör listesine alınmasıyla “aşırı unsurlarla işimiz yok” görüntüsü vermeye çalışmak, insan zekasıyla dalga geçmektir. Çünkü birincisi; Nusra Cephesi, bizzat Suriye savaşı için kuruldu ve finanse edildi. “Cephetun-Nusra li ehliş-Şam” örgütünün 2011 yılının sonlarında kurulduğu deklare edildi. Yani Suriye krizinden 10 ay sonra… İkincisi, bu örgütün başta sarin gazlı kimyasal saldırılar olmak üzere bütün bombalama ve toplu katliamları gizlendi ve manipüle edilerek Şam rejiminin üzerine yıkıldı. Böylece bu örgüt daha çok cesaretlendirildi, cesaretlendirildikçe de daha çok katliam yaptı.
Ancak rejimi devirmek bir yana, gücünü zayıflatmayı dahi başaramayınca, sözde “El Kaideci olmayan” bir oluşuma ihtiyaç duyuldu ve IŞİD dünyaya geldi… Ama kamuoyuna bu algıyı yansıtacak el altındaki medya, IŞİD ve diğer cihatçı örgütleri “El Kaideli değil”miş gibi sundular. Ama gerçekte bunlar El Kaide’nin ta kendisidir.
IŞİD bir ABD projesidir
IŞİD bir projenin ürünüdür. IŞİD’i var eden bu projenin iki temel hedefi vardır: Birincisi, Suriye’deki başarısızlıkla dolu iki yılını tüketen muhalifleri bir araya getirmek ve daha çok destek sunmak için, Nusra karşısında “yeni” bir oluşum yaratmaktır. Bunu, sözde “ılımlı” muhalefet kisvesiyle oluşturmak istediler.
İkincisi, Suriye’ye müdahale etmeye can atan Körfez krallıkları, Avrupa ve ABD, BM’den karar çıkartamayınca, uluslararası topluma müdahale için daha çok gerekçe oluşturma çabasındadır. Nusra karşısında “ılımlı” diye öne sürülenlerin ılımlı olmadığı elbette biliniyordu. Daha çok saldırı, daha çok katliam olacağı hesaplandı. Bu durumda “El Kaideci aşırı unsurların bölge için bir tehdit oluşturmaya başladığı” tezi üzerinden “bölge halklarını kurtarmak” adına tekrar müdahale gerekçesi sunmayı hesapladılar. Fakat IŞİD projesi de dış müdahaleyi sağlamadı, yine el Kaidecilerde yeni kılık değişikliğine gidildi ve bizzat Davutoğlu’nun stratejik hattını derinden çizdiği “İslami Cephe” doğdu.
Suriye, masa başında stratejileri çizilen projeye sığmadı. Libya’da kısmen başarıyla uygulanan bu proje, Suriye’de tutmadı. Libya’da El Kaide Kaddafi’ye karşı bizzat ABD, Fransa ve Katar tarafından ülkede konuşlandırıldı, sonrada fazlasıyla desteklendi, NATO müdahalesiyle de önü açıldı. Böylece Kaddafi Rejimi devrildikten sonra El Kaide iktidar oldu. ABD ve Batı devletleri El Kaide ile bu ortaklığı gizlediler elbette. Çünkü başka bir isim adı altında üstü tülle örtüldü; Libya El Kaide, “Ensar el Şeriat” adıyla örgütlendirildi ve iktidara taşındı. Suriye’de de, krizin başlamasından 6 ay sonra El Kaide, Nusra” ismiyle sahneye sürüldü. Fakat Suriye’de işler masa başında hesaplandığı gibi gitmedi. Bu kriz devam ederken Libya El Kaidesi, namlunun ucunu hemen ABD’ye döndürdü. ABD’nin Bingazi Başkonsolosu’nun öldürülmesinden sonra Libya’da işler kritikleşmeye başladı.
Bu yazı 961 defa okunmuştur.