Karakter boyutu : 12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
FAİLİ MEÇHUL DOSYALARI
31 Ağustos 2010, 18:17

FAİLİ MEÇHUL DOSYALARI

FAİLİ MEÇHULLER MEÇHUL KALMASIN

FAİLİ MEÇHULLER MEÇHUL KALMASIN-1 

BURHAN EKİNCİ - Otuz yıllık savaşın kurbanı onlar. Kimi evinden götürüldü, kimi yolda yürürken alındı. Geri dönmediler. Binlerce insan...

“Savaş bir gün biterse kendimize şunu sormalıyız; Peki ölüleri ne yapacağız, neden öldüler?” Cesare Pavese.

“Kayıp”, “yargısız infaz”, “faili meçhul” cinayetler... “...evinden çıkarken vurmuşlar”, “...kaçırmışlar”, “Beyaz telsizli Toros marka araçlar var ya onlara dikkat etmek gerek”, “...cesedi falanca yerde bulunmuş...” 1990’lı yıllarda Güneydoğu’da en çok duyduğumuz kelimeler oldu bunlar... Birileri kaçırılıyor, gözaltına alınanların birçoğundan bir daha haber alınamıyordu. Köprü altlarında, dere yataklarında, yol kenarlarında, kimsesizler mezarlıklarından cesetler çıkıyordu. Bazılarından ise aradan yıllar geçmesine rağmen hâlâ haber alınmıyor.
Düşünün ki, sevdiğiniz bir insan aniden kayboluyor. Başvurduğunuz tüm resmi kurumlar size yardımcı olmuyor. Hatta “artık arama” diyor ve tüm başvurularınız sonuçsuz kalıyor. “O kayıp” deyip de artık unutmaya mı çalışırsınız? Bir güven sorunu, yitirilmiş adalet duygusunu yaşamaz mısınız? Sevdiğiniz, kaybedilmiştir, öldürülmüştür, cesedini bulamamışsınızdır, ya da parçalanmış cansız bedenini almışsınızdır, ancak yine de faillerininin yargılanmasıyla adaletin yerini bulmasının yaratacağı rahatlama duygusunu yaşamak istemez misiniz? Kim, sevdiği insanın mezarına gidip bir dua okumak, bir çiçek bırakmak, sadece kemikleri kalmış olsa da ruhu şad olsun diye mezarına bir ağaç dikmek istemez ki?..

Her cumartesi aynı yerde

Bu ülkede bunu yaşayamayan yüzlerce insan var. Ve bu özlemle verdikleri hukuk mücadelesinden bir sonuç elde edemedikleri için yıllardır seslerinin duyulmasını istiyor. İstanbul’da Galatasaray Lisesi önünde ve Diyarbakır’da Koşuyolu Parkı önünde her cumartesi günü biraraya gelerek, yıllardır ses oluyorlar. Sevdiklerinin kendilerine verilmesini, faillerin bulunarak cezalandırılmasını istiyor. Asıl çoğunluk ise susarak, yaşadıkları acıları içlerine gömerek yaşıyor.
 
Bu yazı dizimizde, çıkarabildiğimiz kayıp ve yargısız infaz, faili meçhul cinayetlere kurban gidenlerin kısa öykülerini okuyacaksınız. İçlerinde, gazeteci, yazar, doktor, eczacı, sağlıkçı, sendikacı, çiftçi, köylü, çoban, üniversiteli, yaşlı, genç, erkek, kadın ve küçük çocuklar var. Yediden yetmişe, her meslekten birileri kaçırılmıştı. Dikkat çeken bir özellik, birçoğunun hikâyesinin aynı olması. Ya telsizli kişiler, ya operasyon esnasında güvenlik güçleri tarafından ya da maskeli kişilerce alıkonuluyorlardı. Gözaltı resmî olmadığı için ilgili makamlar hep inkâr ediyordu.

Başvurular sonuçsuz

Bu öyküleri yazarken, anladım ki acının ne rengi ne de ırkı vardı. Bu acı herkese bulaşmıştı. Bu acıların dindirilmesi için adalet de gereğini yapmamıştı. Bazı dosyalarda soruşturmalar başlatılsa, davalar açılsa da etkili bir yargılama yapılmamıştı. Hiçbir fail yargılanmamış, dosyalar tozlu raflara terk edilmişti. Faillerin kim oldukları bir türlü açıklanmadı. Ailelerin yaşadıkları da benzerdi. Kaçırılmadan sonra en yakın karakollara, savcılıklara koşmuşlar, Valiliklere, Başbakanlığa, Cumhurbaşkanlığı’na başvurmuşlar. Kendi oylarıyla seçilen milletvekillerine sormuşlar. Ancak verilen cevaplar hep aynı olunca aileler soluğu AİHM’de almış. Sonuç: Mahkûmiyet.

Faili meçhuller ‘Diyar’ı
 
Kısa öykülerini vererek anlatmaya çalıştığımız bu acıların, rakamlara yansıması da en az sözler kadar korkutucu, can yakıcı... Bu konuda resmi olarak net bir sayı yok. Ancak yaklaşık 17 bin faili meçhul cinayet ile kayıp olduğu belirtiliyor. İHD, TİHV ve YAKAYDER’e yapılan başvurulardan ve basında çıkanlardan derlenen bilgilere göre ise, 2 bin 324 faili meçhul yargısız infaz yaşandı. Bunların dışında bin 251 kişi ise kayıp ve kendisinden hâlâ haber alınamadı. 1990’dan önce başlayan cinayetler, 1992’den itibaren aniden yükselişe geçiyor. En çok cinayet ve kayıp vakası ise 1993-1994-1995 yıllarında görülüyor. İller ba-zında da ise Diyarbakır birinci sırada yer alıyor. Diyarbakır’ı, Şırnak, Batman takip ediyor.
 
NAZIM GÜLMEZ / TUNCELİ/1994
 
Hozat’ın Taşıtlı Köyü’nde yaşayordu. 61 yaşındaydı. İddialara göre, Bolu Komando Tugayı, 1994 yılında operasyondaydı. Aliboğazı bölgesinde operasyon yapılacaktı. Komandolar köye geldi. Nazım’ı evinden alarak ‘kılavuz olacaksın’ dediler. Köylüler tanıktı. Ancak kendisinden o günden sonra haber alınamadı. Ailenin başvuruları sonuçsuz kaldı. İç hukuk yolları tükenince aile, AİHM’e başvurdu.
 
İLYAS DİRİL - ZEKİ DİRİL / ŞIRNAK/1994
 
İlyas kuzeni Zeki ile birlikte İstanbul’da bir kuyumcunun yanında çalışarak biriktirdikleri parayla memleketi Şırnak’ın Kovankaya Köyü’ne dönmek üzere yola çıktı. İddiaya göre, Uzungeçit Jandarma kontrol noktasında 6 Mayıs 1994’te gözaltına alınarak, Uludere İlçe Jandarma Karakolu’na götürüldüler. Yetkililer, İlyas ve Zeki’nin gözaltına alındığını kabul etti, ancak serbest bırakıldıklarını öne sürdü. İki kuzenden o günden bu yana haber alınamadı. Köylüler, Diril ailesine, kuzenlerin helikopterden atıldığını anlattı. İç hukuktan sonuç alamayan aile, AİHM’e yaptığı başvuruda Türkiye’yi mahkûm etti. (AİHM karar tarihi:19 Ekim 2006-Başvuru No:68188/01)
 
ŞEMSETTİN YURTSEVER-MİKDAT ÖZEKEN-MÜNÜR SARITAŞ / HAKKARİ/1995
 
İddialara göre, 27 Ekim 1995’te, Binbaşı Mehmet Emin Yurdakul komutasındaki Yüksekova Komando Taburu ile Tümgeneral Yavuz Ertürk komutasındaki Bolu Tugay Komutanlığı’na bağlı askerler, Hakkari’nin Yüksekova İlçesi’ne bağlı Ağaçlı Köyü’ne askerî bir operasyon düzenledi. Bu operasyonda 73 yaşındaki Şemsettin, 18 yaşındaki Mikdat ile 13 yaşındaki Münür askerler tarafından gözaltına alındı. Yüzlerce köylünün tanıklığına rağmen resmi kurumlar “gözaltına alınmamışlar” dedi. İtirafçı Kahraman Bilgiç, “Münür Sarıtaş ve Mikdat Özeken taburun içinde kazılan bir çukura bırakılarak tarandı. Daha sonra ölmüş olan Şemsettin Yurtsever de getirilip o çukura atıldı” dedi. İtiraflar üzerine ailelerin yaptığı başvuru sonucunda, 13 Haziran 1997’de Hakkari Cumhuriyet ve Zeki’nin gözaltına alındığını kabul etti, ancak serbest bırakıldıklarını öne sürdü. İki kuzenden o günden bu yana haber alınamadı. Köylüler, Diril ailesine, kuzenlerin helikopterden atıldığını anlattı. İç hukuktan sonuç alamayan aile, AİHM’e yaptığı başvuruda Türkiye’yi mahkûm etti. (AİHM karar tarihi:19 Ekim 2006-Başvuru No:68188/01)
 
HÜSEYİN MORSÜMBÜL/BİNGÖL/1980
 
Lise öğrencisiydi. Henüz 18 yaşındaydı. 12 Eylül askerî darbesinin ardından 18 Eylül 1980’de Bingöl’deki evinden Albay Durmuş Kıvrak komutasındaki askerler tarafından gözaltına alındı. Olay, bütün aile fertlerinin gözü önünde oldu. Annesine “ifadesini alıp bırakacağız” dediler. Oğlunu sormaya giden babası Hanifi’ye işkence yapıldı. Elektrik verildi, askıya alındı. Her gün karakola gidip gelen anne oğlu hakkında bir bilgi elde edemedi. Daha sonra bir asker “Hüseyin’in öldürüldükten sonra bir battaniyeye sarılarak Murat Nehri’ne atıldığını” gördüğünü söyledi. Hüseyin’den bir daha haber alınamadı.
 
FEHMİ TOSUN/İSTANBUL/1995
 
İstanbul Avcılar’da ikamet eden 36 yaşındaki Fehmi Tosun 19 Ekim 1995’te evinin önünden, hem de eşi ve çocuklarının gözü önünde 34 UD 597 plakalı araca bindirilerek gözaltına alındı. Gelenlerin ellerinde telsiz ve silah vardı. Fehmi Tosun’u bir daha gören olmadı. Ailenin tüm resmi girişimlerine rağmen gözaltına alındığı inkar edildi. Dosya AİHM’e taşındı. Soruşturmanın eksik yapılması ve AİHS’nin 2. maddesinin ihlali nedeniyle Türkiye mahkûm oldu. (AİHM Karar tarihi 6 Kasım 2003. Başvuru no:31731/96)
 
ADNAN BAĞCA/ŞANLIURFA/1990
 
Adnan Siverek’te taksicilik yapıyordu. 11 Haziran 1990 sivil giyimli bir şahıs 42 yaşındaki Adnan’ın aracına binerek kendisini Diyarbakır’a götürmesini istedi. O günden sonra kendisinden haber alınamadı. Aracı altı ay sonra Van’da bulundu. Aile, Siverek Emniyet Müdürlüğü, İçişleri Bakanlığı, Cumhurbaşkanlığı’na başvurdu. Ancak sonuç alamadı.
 
AYDIN AY/BATMAN/1993
 
Batman HEP üyesi Aydın Ay, 14 Temmuz 1993’te akşam yemek sonrası evin yakınındaki bakkaldan sigara almak için çıktı ve bir daha geri dönmedi. Komşuları Aydın’ın sivil kişilerce zorla bir arabaya bindirildiğini anlattılar. Aile, oğullarının Batman İl Emniyet Müdürlüğü’nde olduğunu öğrendi. Anne Raziye gözaltına alınan oğluna 14 gün boyunca her gün yemek ve sık sık temiz giysi götürdü. 15. gün yemek götüren anneye yemeği alamayacakları, Aydın’ın kendilerinde olmadığı söylendi. Aydın’ın izine bir daha rastlanmadı.
 
AYŞENUR ŞİMŞEK/ANKARA/1995
 
Ayşenur Şimşek eczacıydı. Henüz 25 yaşındaydı. Ankara Sağlık-Sen’in kurucusu ve yöneticisiydi. Sendikal faaliyetleri nedeniyle sürekli tehdit ediliyordu. 24 Ocak 1995’te gözaltına alındı. Kendisinden haber alınamadı. Karakollara, Emniyet Müdürlüklerine, Savcılığa, İçişleri Bakanlığı’na yapılan başvurular sonuçsuz kaldı. Hepsi “Bizde yok” dediler. Yoğun bir arama kampanyası sonucu 78 gün sonra 12 Nisan 1995’de işkence edilmiş cansız bedeni Ankara Gölbaşı’nda bir mezarda gömülü bulundu.
 
MENDUH ÖKMEN/MARDİN/1993
 
Dört çocuk babasıydı. Mardin’in Sürgücü Beldesi’nde Jandarma Karakolu’na “ifaden var” denilerek çağrıldı. Gözaltına alındıktan sonra Savur Jandarma Komutanlığı’na götürüldü. Oradan da Mardin İl Jandarma Komutanlığı’na götürülerek 16 gün sorguda kaldı. Mardin savcılığınca serbest bırakıldı. Ancak savcılık çıkışında ailesinin direnmesine rağmen bu kez sivil giyimli üç kişi tarafından, Mardin İl Jandarma Komutanlığı’na götürüleceği belirtilerek, beyaz Renault marka bir otomobile bindirildi. O günden sonra kendisinden hiçbir haber alınamadı. Ağabeyi Fikri Ökmen, Mardin Savcılığı’na, Valiliği’ne ve OHAL Bölge Valiliği’ne başvuruda bulundu ancak bir sonuç çıkmadı.
 
FAİLİ MEÇHULLER MEÇHUL KALMASIN-2

BURHAN EKİNCİ - Çatışmalı sürecin en yoğun olduğu yıllardı. Her gün ölüm haberleri, kaçırmalar ve köy yakmalar basına konu oluyordu. Bunları kaleme alanlardan biri de Nazım Babaoğlu’ydu. Gazeteci habere giderken haber olmuş.

Savaş, gözyaşı, acı, hüzün, yerinden yurdundan olma, sevdiklerini kaybetmeydi. Geride, yıllarca sarılamayan yaralar bırakıyordu. Şiddet arttıkça, duygular yitiriliyor, her yere acımasızlık çöküyor, bu ortamdan da en çok siviller etkileniyordu. Kayıp ve faili meçhul cinayetler üzerinde çalışırken anladım ki, son otuz yılda neredeyse hemen hemen her ilde, her tarihte birileri kaçırılmış, gözaltına alınmış, ya kaybedilmiş ya da faili meçhul cinayete kurban edilmiş. İstanbul’da Hasan Gülünay, Diyarbakır’da Fikri Özgen, Batman’da M. Şirin Matlu, Karst’ta Cemil Kırbayır, Kırklareli’de Tolga Baykal Ceylan, İzmir’de dört arkadaş, Diyarbakır’da hemşire ile gardiyan eşi ve Şanlıurfa’da habere gittikten sonra kendisinden bir daha haber alınamayan gazeteci Nazım Babaoğlu bunlardan biriydi. Onların yakınları da yıllardır kayıplarının bulunmasını, faillerin yargılanmasını istiyor. Bugün bunların kısa öykülerini okuyacaksınız.

NAZIM BABAOĞLU / SİVEREK/1994

Nazım Babaoğlu, haber peşinde koşan henüz 19 yaşında bir gençti. Özgür Gündem gazetesinin Şanlıurfa muhabiriydi. Güneydoğu Gazeteciler Cemiyeti üyesiydi. İddialara göre, 12 Mart 1994’te Anadolu Ajansı Siverek muhabiri olan Murat Yoğunlu, gazeteyi birkaç kez arayarak “biriniz mutlaka Siverek’e gelin, çok önemli bir haber var” dedi. Makinesini alan Nazım saat 11.00’de ilçeye gitti. Bir daha kendisinden haber alınamadı. Dönemin gazete yetkilisi Bayram Balcı, Valiliğe başvurdu. Gazetenin imtiyaz sahibi durumu İçişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Metin Yasaksoy’la görüştü. Balcı ile Nazım’ın babası Urfa, Siverek Emniyet Müdürlüğü’ne sordu. Bölgeye hâkim olan Bucak aşiretiyle görüştüler. Aldıkları cevap aynı oldu: “Biz almadık, bizde yok!” Aile, eski milletvekili Sedat Bucak’a bağlı korucuların Nazım’ı gözaltına aldığını öne sürüyor. Nazım’ı Siverek’te gördüklerini söyleyen tanıklar da çıkar. Ancak ailenin anlatımına göre, soruşturma savcısı Müjdat Saraç tanıkların ifadesine başvurmayı reddetti. Nazım’dan hâlâ haber yok. Ailenin hukuk mücadelesinden bir gelişme yaşanmazken, BDP Milletvekili Şerafettin Halis, İçişleri Bakanı Beşir Atalay’a Nazım’ın akıbetinin açıklanması ile ilgili bir soru önergesi verdi.

ZOZAN-ORHAN EREN / DİYARBAKIR/1999

Zozan, Kulp’ta hemşirelik, eşi Orhan ise Lice’de gardiyan olarak çalıyordu. Çiftin iki çocukları vardı. Zozan, “PKK’ya yardım ve yataklık” ettiği iddiasıyla Diyarbakır’a sürgün edilmişti. Diyarbakır merkeze yerleşmişlerdi. Eren çifti, annelerinin yanında bulunan çocuklarını almak için 26 Eylül 1999’da kendilerine ait özel otomobil ile Kulp’a gitmeye karar verdiler. Annesini arayan Zozan, çocukları almak üzere yola çıkacakları haberini verdi. Kızı ile damadı gelmeyince anne Pembe, iyice telaşlanmaya başladı. Bir arkadaşı aileyi arayarak, Orhan’ın arabasının Kulp’a bağlı Engul Jandarma Karakolu’nun 50 km yakınında terk edilmiş vaziyette bulunduğunu haber verdi. Anne Pembe, Engul Jandarma Karakolu’na, Kulp Cumhuriyet Savcılığı’na Diyarbakır Valiliği’ne başvurdu. Engul Jandarma Karakol komutanı “Orhan ile Zozan’ın PKK tarafından kaçırıldığını, yapacakları hiçbir şeyin olmadığını” söyledi. Ancak iddialara göre, gözaltında kaybedilen Sadık-Seyithan Ulumaskan kardeşlerin yakınları, kendi kayıplarını araştırırken bir hemşire ile eşinin gözaltında olduğunu JİTEM elemanlarından duyduklarını anlattı. Ancak çiftten bir daha haber alınamadı. AİHM’e taşınan davadan Türkiye mahkûm oldu. (AİHM Karar tarihi 21 Şubat 2005. Başvuru no:57778/00)

CEMİL KIRBAYIR / KARS/1980

Cemil, 24 yaşındaydı. Kars’ın Göle İlçesi’ndeki evinden 12 Eylül darbesinin ertesi günü gözaltına alınır. 8 ekimde Kars Sıkıyönetim Gözetimevi’ne götürülür. Ağabeyi Mikail, Cemil’e ulaşarak ona para ve giysi verir. Bir gün sonra tekrar gittiğinde “Burada öyle biri yok” denilir. Bir astsubayla görüşen Mikail’e kardeşinin firar ettiği söylenir. Ağabey, Adalet ve İçişleri Bakanlıkları, Cumhurbaşkanlığı ve devlet kurumlarına yaptığı tüm başvurulardan “firar etti” yanıtını alır. Kırbayır, hâlâ kayıp.

TOLGA BAYKAL CEYLAN / KIRKLARELİ/2004

İTÜ Fen-Edebiyat Fakültesi Matematik öğrencisiydi. İki günlüğüne tatil için İğneada’ya gitti. Annesi Kadriye’ye 10 ağustosta arayarak döneceğini söyledi. Bir telefon numarası vermek üzereyken, annesi oğlunun yanındaki kişinin tepki gösterdiğini duydu. Anne, oğlunun sesini bir daha duyamadı. Ertesi gün anneye gelen telefonda, biri yüksek sesle biri de kısık sesle konuşuyordu. Anne Kadriye İğneada’ya gitti. Jandarma’ya başvurdu. Jandarma, “oğlun macera peşinde, artık onu arama” dedi ve gözaltına aldıklarını kabul etmedi. Savcılık soruşturmasında ise, Jandarma’nın Tolga’yı gözaltına aldıkları ancak soruşturmasını tamamladıktan sonra bıraktıklarını ifade ettiği ortaya çıktı. Anne, Jandarma Alay Komutanı’na “oğlum nerede” diye sordu. Bir hafta sonra Tolga’nın bir poşet içerisindeki çamaşırları jandarma tarafından anneye teslim edildi. Ancak Tolga’dan haber alınamadı. Annenin tüm başvuruları sonuçsuz kaldı. Dosya AİHM’de.

HASAN GÜLÜNAY / İSTANBUL/1992

Hasan Gülünay, dört çocuk babasıydı. 20 temmuzda evinden çıktı ve bir daha geri dönmedi. Hasan’ın arkadaşı Erdal Şam, İstanbul Gayrettepe Asayiş Şube’de gözaltındayken hücrelerden birinden “Ben Hasan Gülünay, beni kaybedecekler” diye sesler duyduğunu anlattı. Hasan’ın eşi Birsen bu bilgiler ışığında çalmadık kapı bırakmadı. Dönemin hükümeti SHP-DYP Genel Başkanları ve milletvekilleri ile görüştü. O dönem Asayiş Şube’de başkomiser olan ve Susurluk kazasıyla gündeme gelen İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Hüseyin Kocadağ’ın dönemin Çalışma Bakanı Mehmet Moğultay’a “yaraları iyileşiyor, sonra savcıya çıkaracağız” dediği iddia edildi. Hasan’dan bir daha haber alınamadı.

FİKRİ ÖZGEN / DİYARBAKIR/1997

Korku dolu yıllarda kaçırılma ve kaybedilmelerden nasibini yaşlılar da alıyordu. Bunlardan biri de 73 yaşındaki Fikri Özgen’di. Kulplu olan Özgen, altı çocuk babasıydı. 1992 yılında Yeşilköy Köyü’nün taranmasının ardından ailesini alarak Diyarbakır merkeze taşınmıştı. Astım hastasıydı ve düzenli doktor kontrolünde olması ve ilaç kullanması gerekiyordu. Koşuyolu semti Hatboyu Caddesi üzerindeki kızının evinden 27 Şubat 1997’de saat 09.30 sıralarında çıktı. Kızı, balkondan baktığı sırada 34 BHV 60 plakalı, siyah camlı beyaz renkli Toros marka bir araçtan inen sivil, silahlı kişilerin babasını durdurarak kimlik kontrolünden sonra araca bindirerek götürdüklerini gördü. Aile, DGM’ye, Uluslararası Af Örgütü’ne, TBMM İnsan Hakları Araştırma Komisyonu’na, İHD’ye başvurdu. Ancak, tüm çabalara rağmen Özgen’den bir daha haber alınamadı. JİTEM itirafçısı Abdulkadir Aygan, Özgen’i, Diyarbakır Jandarma İstihbarat Tim Komutanı Yüzbaşı Zahit Engin’in öldürdüğünü öne sürmüştü. Dava, AİHM’e taşındı. Türkiye mahkûm oldu. (Karar Tarihi: 20 Eylül 2005-Başvuru tarihi: 38607/97)

M. ŞİRİN MATLU / BATMAN/1995

Kozluk’un Zediye Mezrası’na askerler ile korucuların katılımıyla operasyon düzenlenir. Matlu gözaltına alınır. Bir gün sonra kendisine yoğun işkence edilmiş, çok bitkin bir halde köye getirilir. Kendisinden PKK’nın sığınaklarını göstermesi istenir. PKK ile ilgisinin olmadığını, sığınakların da yerini bilmediğini anlatmaya çalışır. İddialara göre, askerlerin başında Bekirhan ile Kozluk Jandarma Karakol Komutanları bulunuyordu. Matlu’nun bilgi vermemesi üzerine, askeri araca bindirilerek götürülür. O günden sonra kendisinden haber alınamaz.

M.ALİ MANDAL-HASAN AYDOĞAN NESLİHAN USLU-METİN ANDAÇ / İZMİR/1998

Bergamalı 46 yaşındaki Metin, Düzceli 30 yaşındaki Neslihan, Tokatlı Hasan ile Menemenli M. Ali Mandal iddialara göre, JİTEM’in “03 Timleri” diye adlandırılan ölüm timi tarafından 31 Mart 1998’de Çeşme Alaçatı’da kaçırıldılar. Bu timde görevli olduğu öne sürülen Turan Ünal’ın itiraflarına göre, Foça’daki askerî alan içerisindeki binalarda işkence altında sorgulandılar. Daha sonra İzmir’in Hatay Üçkuyular semtindeki binada tutuldular. Bir ay sonra ağır işkenceden çıkmış, kolları kırık, uyuşturulmuş bir halde Seferihisar kıyısında küçük kamarası olan bir balıkçı teknesine bindirildiler. Bindirildikleri tekne bomba ile infilak ettirilerek batırıldı. Dört, kişiden bir daha haber alınamadı.

FAİLİ MEÇHULLER MEÇHUL KALMASIN-3

BURHAN EKİNCİ - Hakkari’nin Yüksekova İlçesi’nde Nezir Tekçe’nin askerlerce gözaltına alındığına yine bir asker tanıklık etti. Bir yüzbaşı ile bir üsteğmen soruşturmalık oldu. Tutanaklara geçen iddia ise hayli ürkütücüydü.

Kayıp yakınlarının acılarını ve aynı zamanda umutlarını tazeleyen her bir öykü, en değme senaryoya taş çıkartacak cinsten... Polisler “yakınınız hastanede yaralı” diyor ancak aileyi bir çöplüğe götürüyor. Çöplükte, işkence ile öldürülmüş bir ceset... Arama noktasında gözaltına alınıyor, kemikleri bulunamadı... Yüzbaşı, çantasını taşımak için çağırdı ama... Evine gitmek için durakta otobüs beklerken alıkonuldu... Ve tüyleri diken diken eden bir iddia: Gözaltına aldılar, öldürüp kafasını kestiler, sonra da mayınla patlattılar... Bugün, Hakkari’de Nezir Tekçe, Diyarbakır’da Abdulkadir Çelikbilek, Şanlıurfa’da Mustafa Saygı, Ankara’da Kenan Bilgin, Edirne’de Talat Türkoğlu, İstanbul’da Nurettin Yedigöl, Batman’da Yahya İpek, Mardin’de üç, Şırnak’ta ise altı kişinin öyküsünü, ailelerin çabalarını, adaletin yıllarca bir türlü işlememesini okuyacaksınız.

NEZİR TEKÇE / HAKKARİ/1995

İddialara göre, Kayseri Dağ Komando Taburu’na bağlı askerlerce 26 Nisan 1995 tarihinde bir grup köylü ile birlikte gözaltına alınmasından sonra kendisinden bir daha haber alınamadı. Tanıklar, Nezir Tekçe’nin gözaltına alındıktan sonra öldürüldüğünü öne sürdü. İddialar üzerine baba Hamit, savcılıklara koştu. Yıllarca oğlunun akıbetini öğrenmek için çeşitli girişimlerde bulundu. Ancak hiçbir sonuç alamadı. Dosya AİHM’e gitti. Baba Hamit, Haziran 2004’te askerler hakkında suç duyurusunda bulundu. Suç duyurusu üzerine dönemin Van DGM Savcısı Ferhat Sarıkaya soruşturma başlattı. Savcı Sarıkaya, şahıslar asker oldukları için görevsizlik kararıyla dosyayı, Van Askerî Savcılığı’na gönderdi. Askerî savcılık, soruşturmayı açarak, olayda adı geçen Yüzbaşı Ali Osman Akın ile adı geçen Üsteğmen Kemal’in ifadesini aldı. Askerler iddiayı reddedince, dosya takipsizlik kararıyla Yüksekova Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderildi. O dönemde asker olan Yunus Şahin, 2009’da Tekçe’nin öldürülme olayına ilişkin tanıklık yapınca dosya yeniden açıldı. Yunus Şahin, savcılığa olaya ilişkin tüyler ürpertici iddialarda bulundu. Basına da yansıyan Şahin’in iddiasına göre, Tekçe önce öldürüldü ardından kafası koparıldı. Daha sonra vücudu mayınla patlatıldı. Tanık er olayı yapanların isimlerini de verdi. Daha önce de adı geçen, Yüzbaşı Ali Osman Akın ile Üsteğmen Kemal. Soruşturma sürüyor. Ancak aradan aylar geçmesine rağmen olaya ilişkin hala Yüzbaşı Akın ile Üsteğmen Kemal’in ifadesi alınmadı.

ABDULKADİR ÇELİKBİLEK / DİYARBAKIR/1994

Esnaflar Kıraathanesi’nde 14 aralıkta gözaltına alındı. Bir hafta sonra ailenin evine gelen üç polis, Çelikbilek’in hastanede yaralı bir vaziyette yattığını bildirdi. Bunun üzerine kardeşi Abdurrahman, hastaneye gideceğini sanarak polislerle gitti. Ancak hastane yerine Mardinkapı Mezarlığı yanında bulunan bir çöplüğe götürüldü. Abdurrahman, öldürülmüş olan kardeşinin cesedini gördü. JİTEM’ci Abdulkadir Aygan itiraflarında Çelikbilek, olayı şöyle anlatmıştı:“PKK’ya finans sağlıyor suçlamasıyla Diyarbakır Postanesi civarında Toros arabaya bindirdik. Olayda ben, Kemal Emlük, “Apo” kod adlı Uzman Çavuş A.U, “Şehmuz” kod adlı Uzman Çavuş U.Y. vardı. JİTEM’e götürdük. Buradaki sorgusunda üzerinden hiç para çıkmadı, yoksul bir adamdı, bizde de şüphe olmuştu ama bir defa almıştık. JİTEM alınca sağ bırakmaz. Ş. Uzman Çavuş, onu boğarak öldürdü. Beyaz Station arabasının arka kısmına Çelikbilek’in cesedi atıldı. JİTEM Tim Komutanı T.Y. de oradaydı. Ardından ceset Mardinkapı’daki Diyarbakır Mezarlığı duvarının yanına atıldı...” İç hukuk yolları tükenince aile, AİHM’e başvurdu. Türkiye, mahkûm oldu.

CEMİL YARAR / ŞIRNAK/1993

Cemil ile kardeşi Şırnak Güçlükonak’a bağlı Meydanasele Köyü’nde yaşıyordu. İki kardeş çobanlık yapıyordu. Hayvanlarını köylerine yakın bir yerde otlatıyorlardı. Gece de orada kalıyorlardı. İddialara göre, iki kardeş 20 aralıkta da geceyi aynı yerde geçirdi. Bölgede operasyon olduğu için askerler iki kardeşin kaldığı bölgeye yakın bir yere kamp kurdu. Askerler sabah bölgeden çekilirken, yüzbaşı rütbeli biri kardeşlerin yanına geldi. Cemil’den, çantasını araca kadar taşımasını istedi. Yüzbaşı ile birlikte giden Cemil bir daha geri dönmedi. Aile, Gideran ile Eruh Karakolu’na sordu. “Şırnak’a götürülmüş olabilir” dediler. Şırnak’a sordu, “Eruh’ta” dediler. Aile, Siirt Valiliği’ne yazılı olarak başvurdu. Ancak buradan da bir sonuç alamadı. Yüzbaşının çantasını taşımak için giden Cemil’den bir daha haber alınamadı.

TALAT TÜRKOĞLU / EDİRNE/1996


TSİP Edirne eski İl Başkanı’ydı. Annesini görmek üzere gittiği Edirne’den 1 nisanda İstanbul’a dönmek üzere yola çıktı ve bir daha geri dönemedi. Aile oğullarını bulmak için çalmadık kapı bırakmadı. Cumhurbaşkanı, Başbakan, Adalet Bakanı ve TBMM İnsan Hakları Komisyonu ile Emniyet Genel Müdürlüğü’ne başvurdu. Dönemin İstanbul Milletvekili Ercan Karakaş, Türkoğlu’nun akıbeti ile ilgili TBMM’ye soru önergesi verdi. Sonuç alamadı. İtirafçı Kasım Açık kendi el yazısıyla yazdığı itirafında, Talat’ın polis memurları, askerler ve itirafçılardan oluşan bir ekip tarafından sorgulandığını, Murat Demir ile Murat İpek tarafından öldürülerek Meriç Nehri’ne atıldığını iddia etti. İç hukuk yolları tükenince dava AİHM’e taşındı. (AİHM Karar tarihi 17 Mart 2005. Başvuru no:34506/97)

MUSTAFA SAYGI / ŞANLIURFA/1994

Suruçlu Mustafa, hayvan ticareti yapıyordu. İki çocuk babasıydı. 3 haziranda motosikletiyle Aşağı Çirik Köyü’ndeki evine giderken Yoğurtçu Köyü’nde 5. Bölük Komando Taburu’na bağlı askerlerce gözaltına alındı. Olaydan iki gün sonra anne Ayşe’ye, Recep Yıldız adlı köylü, oğlunun gözaltına alındığını haber verdi. Anne ve kardeş Mehmet, karakola sordular. Karakol, İlçe Merkez Karakolu’nda olduğunu, soruşturmanın üç gün sonra biteceğini söyledi. Ancak Mustafa bir daha geri dönmedi. Aile, Suruç Cumhuriyet Başsavcılığı’na şikâyette bulundu. Savcılık dilekçeyi işleme koyarak, İl Merkez Komutanlığı’na sordu. Komutanlık, tanıklara rağmen Mustafa’nın gözaltına alınmadığını öne sürdü. Aile devletin tüm kurum ve kuruluşlarına yazılı başvuruda bulunarak, eşinin bulunmasını istedi. Bir sonuç alamadı. Suruç Cumhuriyet Savcılığı, 13 Temmuz 2006’da 2005/208 Soruşturma, 2006/298 nolu dosya ile “kovuşturmaya yer olmadığı” kararını verdi. Kararda, o dönem karakolda görev yapanların sorgulandığı ve haksız gözaltı olduğu ancak zamanaşımından dolayı ölümünün değerlendirilemeyeceği ifade edildi.

NURETTİN YEDİGÖL / İSTANBUL/1981

Erzincanlı 27 yaşındaki Nurettin 12 nisanda İdealtepe’deki bir evde yapılan operasyonla gözaltına alındı. Ağır işkencelerden geçti. Sorgudayken arkadaşları tarafından görüldü. Arkadaşlarının anlatımlarına göre, sorguda çırılçıplaktı, kolları tutmuyordu, konuşamıyordu, kanlar içindeydi. Bir daha onu gören olmadı. Tüm başvurulardan “gözaltına alınmadı” yanıtı verildi. Açılan davalardan bir sonuç çıkmadı. Aile, yıllarca devlet kapılarını çaldı, Nurettin’i sordu. Soruşturmayı yürüten dönemin savcısı Faik Tarımcıoğlu’nun aileye “Bizim elimizde de oğlunuz hakkında bir tutuklama kararı var ama bulamıyoruz” dediği iddia edildi.

ŞEMDİN CÜLAZ-M.SALİH DEMİRHAN HALİT ÖZDEMİR-HAMDİN ŞİMŞEK HİKMET ŞİMŞEK-İBRAHİM AKIL / ŞIRNAK/1993

Saat sabahın altısı. Şırnak Silopi’ye bağlı Görümlü Köyü’ne ve çevre mezralarına askerler baskın düzenledi. İddialara göre, askelerin başında Teğmen Ali Kıraç vardı. Askerler köyü yaktıktan sonra köylülüleri bir meydanda topladı. Köylülerin arasında bulunan Hikmet ile Hamdin Şimşek Keldani’ydi. Meydana daha sonra köy imamı İbrahim Akıl’ı getirdiler. Askerler, imamın cebine İncil’i, boynuna da haçı astırarak, “Bakın sizin imam Hiristiyan olmuş, siz nasıl bir Hiristiyan’ın arkasından namaz kılıyorsunuz?” dediler. Yedi kişiyi alıp tabura götürdüler. Yaklaşık bir saat sonra taburun içinden silah sesleri duyuldu. Akşama doğru gözaltına alınanlardan Abdurrahman Kayek adlı köylü serbest bırakıldı. İşkence görmüştü, tırnakları çekilmişti. Hiç konuşmadı. Aynı gece köyünü terk etti. Aileler endişelenmeye başladı. Hemen tabura giderek, Tümen Komutanı olan Mete Sayar’a yakınlarını sordular. Tümen Komutanı Mete Sayar’ın kendilerine “gidin, köyünüz Ermeni, imamınız Ermeniymiş. Bir daha sormayın yoksa aynı akıbeti paylaşırsınız” dediğini iddia ettiler. Savcılığa başvurdular. Savcılıktan “Evet aynı gün gözaltına alınmışlar, sorgulandılar. Ancak bunlar dağ kadrosuna katılmışlar” yanıtını aldılar. Altı kişiden bir daha haber alınamadı.

NECAT TÜRK-RIDDA YAVUZ İSA BİLEN / MARDİN/1992

Mardin Derik’e bağlı Üçyol mevkiinde bulunan Çeliksel Dinlenme Tesisleri’nde 1992’de bir gösteri yapıldı. Gösteriye, 19 yaşındaki Necat, 20 yaşındaki Rıdda ile İsa da katıldı. Gösterinin ardından Necat, Rıdda ve İsa polisler tarafından gözaltına alındı. Necat’ın ailesi, oğulları ile diğer iki kişinin gözaltına alındığını gördü. Üç kişiden bir daha haber alınamadı. Ailelerin tüm girişimleri sonuçsuz kaldı. Necat, Rıda ve İsa’nın isimleri hâlâ kayıplar listesinde yer alıyor.

KENAN BİLGİN / ANKARA/1994

İddialara göre, 12 eylülde otobüs durağındayken Ankara Terörle Mücadele Şubesi ekiplerince gözaltına alındı. Dokuz kişi şubede gördüklerine dair tanıklık yaptı. Kenan’ın kardeşi İrfan’ı, telefonla arayan ve kendisini polis olarak tanıtan bir kişi ağabeyinin ağır işkenceler sırasında rahatsızlandığını, tedavi edilmek üzere hastaneye getirildiğini, fakat ölmesi üzerine Gölbaşı’nda araziye gömüldüğünü anlattı. Ailenin yaptığı başvurular sonuçsuz kaldı. Dosya AİHM’e gitti. Türkiye mahkûm oldu. Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Selahattin Kemaloğlu, AİHM yargıçlarına verdiği beyanda “Kenan Bilgin’in gözaltına alınıp kaybedildiğine inandığını, olayın faillerini bulmak için çok uğraştığını, fakat karşısına bir duvar dikildiğini” anlattı. (AİHM Karar Tarihi: 2001 Başvuru no: 25659/94)

YAHYA İPEK / BATMAN/1994

Yahya kamyon sürücüsüydü. O gün de Cizre’den hareket ederek Batman’a doğru yola çıktı. En son Batman yakınlarında görüldü. Bir daha kendisinden haber alınamadı. O da kayıplar listesinde yer aldı.

FAİLİ MEÇHULLER MEÇHUL KALMASIN-4

BURHAN EKİNCİ - Elazığ’da acil bir hasta için çağrılan doktor Hasan Kaya, avukat arkadaşı Metin Can’la birlikte gitti. Gözaltına alınan iki arkadaş için Bakan Sezgin ‘Bırakılacaklar’ dedi ancak Can ve Kaya’nın cesetleri köprü altında bulundu .

Bugün, “acil hastamız var” çağrısına koşarak giden doktor Hasan Kaya ile avukat Metin Can’ın, gazeteci Ferhat Tepe ile Tepe cinayetini aydınlatmak isteyen avukat Şevket Epözdemir’in infaz ediliş hikayelerini okuyacaksınız. Üç yıl sonra kardeşi Ayhan’ın ardından kaybedilen mühendis Ali Efeoğlu, İbrahim Çelik ile oğlu Edip Çelik, kaybolan katırını operasyon bölgesinde aramaya giden Aydın Esmer, “hastaneye gidiyorum” diyerek evden çıkan Halim Halıcıoğlu ile gözaltına alınan Namık Erkek, Faik Kevci ve Mehmet Özdemir ise bu bölümün kayıp hikâyeleri.


HASAN KAYA-METİN CAN / ELAZIĞ/1993


İkisi de insan hakları savunucusuydu. Hasan Kaya doktor, Metin Can ise avukatı. Elazığ İHD üyesi Dr. Kaya, 21 Şubat 1993 akşamı saat 19.00 sıralarında “acil bir hasta var” denilerek çağrıldı. Dr. Kaya, güvenliğinden endişe ettiğinden dolayı yanına Elazığ İHD Şube Başkanı olan Avukat arkadaşı Metin’i alarak gitti. Sabah oldu, iki arkadaş dönmedi. Durumdan şüphelenen aileler, savcılık ile Emniyet’e koştu. Başta İHD olmak üzere birçok sivil toplum örgütü Hasan ile Metin için meydanlara çıktı. İki arkadaşın kaçırılmaları çeşitli etkinliklerle protesto edildi. Bir gün sonra Metin Can’ın ayakkabıları bürosunun yakınlarına atılmış olarak bulundu. İddialara göre, aileler telefonla aranarak işkence sesleri bile dinletildi. Sivil toplum kuruluşları hemen Ankara’ya bir heyet gönderdi. Zamanın İçişleri Bakanı İsmet Sezgin heyete, “Endişe etmeyin bırakılacaklar” dedi. Ancak iki arkadaş, 26 şubatta Tunceli’ye bağlı Dinar Köprüsü’nün altında elleri arkadan bağlı ve işkence edilmiş halde ölü olarak bulundu. JİTEM itirafçısı Abdülkadir Aygan, Hasan ile Metin’in Mahmut Yıldırım (Yeşil) ile Mesut Mehmetoğlu tarafından kaçırılarak öldürüldüğünü iddia etti. İç hukuk yolları tükenince dosya AİHM’e gitti. AHİM, 2000’de Türkiye’yi mahkûm etti.


AYHAN EFEOĞLU-ALİ EFEOĞLU / İSTANBUL/1992-1994


Ayhan 25 yaşında, Yıldız Teknik Üniversitesi öğrencisiydi. 6 Ekim 1992’de okulun önünde telsizli sivil polislerce gözaltına alınarak kaybedildi. Anne Feriha ve baba Osman bütün resmi kurumlara oğulları Ayhan’ı sordu. Başvurular sonuçsuz kaldı. Cevap bildikti: “Biz almadık, bizde yok” Acılı anne ile baba Ayhan’ın kaybolma acısını unutamamışken, bu kez ikinci oğulları Ali’nin aniden kaybolmasıyla sarsıldılar. Ayhan’ın kaybedilmesinden üç yıl sonraydı. 29 yaşındaki inşaat mühendisi Ali, İznik- İstanbul yolunda gözaltına alındı. Aile bu kez oğulları Ali için devletin tüm yetkili kurumlarına başvurdu. Başvuruları yine sonuçsuz kaldı. Gözaltına alındıklarına ilişkin tanıklar olmasına rağmen Ayhan ile Ali kardeşlerden bir daha haber alınamadı.

FERHAT TEPE-ŞEVKET EPÖZDEMİR/BİTLİS/1993

DEP Bitlis İl Başkanı İsak Tepe’nin oğlu Ferhat 18 yaşındaydı. Özgür Gündem Gazetesi muhabiriydi. 28 Temmuz 1993’te Bitlis’te içinde üç kişinin bulunduğu bir araca zorla bindirilerek kaçırıldı. İddiaya göre, kaçırılma olayından sonra baba İshak’tan oğlunun hayatına karşılık DEP İl Örgütü’nü kapatması ve fidye vermesi istendi. Baba İshak, telefondaki sesin dönemin Tatvan 6. Zırhlı Tugay Komutanı Tuğgeneral Korkmaz Tağma’ya ait olduğunu iddia etti. Ferhat’ın, cesedi 10 gün sonra Hazar Gölü yakınlarında bir balıkçı tarafından bulundu. Yapılan otopside, boğazının telle sıkılarak boğulduğu anlaşıldı. 14 kişi, Tepe’yi Diyarbakır Jandarma Alay Komutanlığı’nda gördüklerini söyledi. Cinayeti aydınlatmaya çalışan aile avukatı Şevket Epözmedir de üç ay sonra katledildi. Epözdemir, aynı zamanda İHD Tatvan Temsilcisi’ydi. İç hukuk yolları tükenince Tepe davası AİHM’e taşındı. Türkiye ile AİHM’deki davada yalancı tanıklık yapan Taner Şarlak, yıllar sonra Evrensel gazetesine, AİHM davasında verdiği yalan beyan nedeniyle 13 yıl boyunca vicdan azabı çektiğini belirterek “Keşke tüm doğruları anlatsaydım. Ama ben de o zaman 16 yaşındaydım, 30 gün işkence gördüm” sözleriyle pişmanlığını dile getirdi. AİHM Türkiye’yi etkin soruşturma yapmadığı gerekçesiyle mahkûm etti.

MEHMET ÖZDEMİR / DİYARBAKIR/1997

Canlı hayvan ticareti yapan 44 yaşındaki Liceli Mehmet, Diyarbakır’a bağlı Bağıvar Köyü’nde yaşıyordu. Birisi henüz doğmamış sekiz çocuk babasıydı. HADEP üyesiydi. Defalarca gözaltına alındı. PKK’ya yardım ve yataklık ettiği iddiasıyla birçok kez yargılandı ancak her seferinde beraat etti. İddialara göre, birçok kez ölümle tehdit edildi. En son 26 aralıkta, Diyarbakır Urfakapı civarında bir kahvede otururken, insanların gözü önünde telsizli kişiler tarafından gözaltına alındı. Eşi Enzile, Diyarbakır DGM Savcılığı’na bir dilekçe ile başvurarak eşini sordu. Savcılık dilekçesine “Emniyet Müdürlüğü tarafından gözaltına alınmıştır” ibaresi taşıyan bir damga vurdu. Dokuz günlük gözaltı süresi tamamlanmasına rağmen Mehmet, mahkemeye çıkarılmayınca Enzile, bu sefer dönemin İHD Diyarbakır Şube Başkanı olan avukat Osman Baydemir ile birlikte savcılığa gitti. Savcılık, Bu kez, “böyle bir gözaltı yok” dedi. Kocasının gözaltında olduğuna dair, elindeki resmi belge bir işe yaramadı. Mehmet’ten bir daha haber alınamadı. Enzile ile İHD’nin tüm başvuruları sonuçsuz kalınca dava AİHM’e taşındı. AİHM, 8 Ocak 2008’te oybirliği ile “Türk hükümetinin, Mehmet Özdemir’in kaybolması ve ihtimal dahilinde olan ölümünden sorumlu olduğu” kararına vararak Türkiye’yi mahkûm etti. ( Karar Tarihi: 8 Ocak 2008 -Başvuru No: 54169/00)

HALİM HALICIOĞLU / BİNGÖL/1993

Bingöllü Halıcıoğlu ailesi 15-20 Mayıs 1993’te baskılar nedeniyle Elazığ Karakoçan’a göç etti. Ailenin küçük oğlu Halim, hastaydı. Tedavi için Diyarbakır’a gitmek üzere evden çıktı. Bir daha kendisinden haber alınamadı. Halim’i en son otobüs terminalinde görenler oldu. Çocuklarını Emniyet’e soran aileye “Dağa çıkmıştır” cevabı verildi. Halim’in ismi hâlâ kayıplar listesinde yer alıyor.

NAMIK ERKEK / MERSİN/1992

Namık Erkek, polisler tarafından oturduğu Güneşli Mahallesi’nde 19 aralıkta gözaltına alındı. Aile Emniyet Müdürlüğü’ne başvurdu. Emniyet, aileye Namık’ı elinden kaçırdıklarına dair bir belge verdi. Kendisinden bir daha haber alınamadı. Dava AİHM‘e gitti. Türkiye mahkûm oldu. Aile, şimdi çocukları Namık’ı ölü ya da diri bulmak istiyor.

FAİK KEVCİ / ŞANLIURFA/1993

Faik 8 aralıkta, Viranşehir İlçesi’ndeki işyerinden dört kişi tarafından kaçırıldı. Aile harekete geçerek çocuklarını araştırmaya başladı. Faik’in iki gün boyunca Gavıroğlu Karakolu’nda tutulduğu ve daha sonra operasyona çıkarıldığı bilgisine ulaşıldı, İddialara göre, Faik’i kaçıranlardan biri de korucu olan kirvesinin oğluydu. Korucu babası, kaçırılanın kirvesi Faik olduğunu öğrenince oğlunu çağırarak “Git onlara söyle Faik’i bıraksınlar” dedi. Bunun üzerine Faik bırakıldı. Ancak korucular tarafından tekrar alındı. Ağabeyi Ömer Kevci, dilekçe ile dönemin Şanlıurfa Valisi Ziyettin Akbulut’a kardeşinin akıbetini sordu. Vali Akbulut, dilekçeyi imzalayarak aileye, “terörle mücadeleye” gitmesini söyledi. Vali imzalı dilekçe üzerine yapılan araştırma sonucunda “Biz Faik’i bıraktık, bizde yok” denildi. Ağabey Ömer, ısrar etti: “Bırakıldı ama yine gözaltına alındı.” Ömer’in tüm çabaları bir sonuç vermedi. Faik’ten hâlâ haber yok.

İBRAHİM ÇELİK-EDİP ÇELİK / BATMAN/1994

Batmanlı İbrahim, 10 çocuk babasıydı. 19 yaşındaki oğlu Edip ile birlikte inşaat işçiliği yaparak ailesini geçindirmeye çalışıyordu. 10 Temmuz 1994’de saat 20.00 sularında, Batman-Soğuksu Mezrası’ndaki evine gelen maskeli dört kişi, İbrahim’e tütün ticareti yapan Abdullah Şeker’in arandığını söyleyerek nerede olduğunu sordular. İbrahim, Abdullah Şeker’in tütün nakliyatı yapmaya gittiğini ve evde olmadığını anlattı. Bunun üzerine maskeli kişiler, “Gel o zaman, evini göster” dediler Durumdan şüphelenen oğlu Edip de babasının peşinden gitti. Baba ile oğul bir daha geri dönemedi. Çelik ailesi kayıplarını cezaevlerine, karakollara sordu, suç duyurusu yaptı. Bir sonuç alamadı. Baba ile oğuldan hâlâ haber yok.
Katırını aramaya gitti geride ayak izleri kaldı.

AYDIN ESMER / DİYARBAKIR/1999

Kulp’ta yaşayan yedi çocuk babası Aydın Esmer, kaybolan katırını bulmak için köylerdeki tanıdıklarını aradı. Muş’un Kızılağaç Köyü muhtarı ve korucu başı olan Sıracettin Zengin, boş bir katırın civarda gezindiğini söylemesi üzerine, 11 Eylül günü Kulp İlçe Jandarma Komutanlığı’ndan yazılı izin alarak Kızılağaç Köyü’ne doğru yola çıktı. İlk geceyi korucubaşı Zengin’in evinde geçirdi. Katırını aradı ama bulamadı. Bu sefer Ali Aslan isimli köylünün evinde kaldı. Üçüncü günün akşamı evini aradı ve eşi Fatma’ya katırı bulamadığını sabah döneceğini söyledi. Ailenin, Aydın’la yaptığı son konuşma bu oldu. Aydın’ın ağabeyi Necat, Ağaçkuru Köyü muhtarı ile birlikte Kızılağaç Köyü’ne gitti. Korucubaşı Sıracettin Zengin’e, kardeşini sordu. Zengin’in anlattıkları ilginçti: “Sizi telefonla aradıktan sonra sabah bizden ayrıldı. Ancak aynı gün saat 16.00 sıralarında biz korucular Şen Yaylası bölgesine operasyon düzenledik. Bu operasyon sırasında o bölgede ayak izlerine rastladık. Ayak izlerine baktığımda bunun Aydın’a ait olduğunu anladım. Çünkü Aydın, evden çıkınca benim ayakkabılarımı giymişti. Bunu söylememe rağmen bağlı bulunduğumuz Kızılağaç Karakolu‘ndan takviye kuvvet istendi ve orada iki gün süren bir operasyon gerçekleştirildi.” Kardeş Necat, Kulp ile Muş Savcılığı’na, Kızılağaç Jandarma Karakolu’na, OHAL ile Muş Valiliği’ne dilekçelerle başvurularda bulundu. Dosya savcılıklar arasında gidip geldi. Aile hiçbir sonuç alamadı. İç hukuktan sonuç alamayan aile, davayı AİHM’e taşıdı. AİHM dosyayı kabul etti. Aydın Esmer dosyasına ilişkin karar henüz açıklanmadı.
 
FAİLİ MEÇHULLER MEÇHUL KALMASIN-5

Onlar sadece çocuktu

Köyleri basıldıktan sonra bir daha haber alınamayan üç yaşındaki Dilek, amcasının evinden alınan Davut, en son kardeşinin Filistin askısında gördüğü 13 yaşındaki Seyhan, sıcak yatağından kaldırılan Nedim, görme engelli Çayan, kardeşiyle birlikte tarlada çalışan Deham ve diğerleri faili meçhule kurban gitti. Ortak özellikleri ise korucu olma baskısına direnen ailelerin çocukları olmalarıydı. Kiminin yıllar sonra kemikleri bulundu, kiminin ise arkasında bir kare fotoğrafı bile kalmadı. Ama hepsi çocuktu.
 
Taraf, beş gündür kaçırılan ve faili meçhule kurban gidenlerin kısa öykülerini yazıyor. Bu öykülerin hepsi acıklı ve hüzünlüydü. Hepsi masum sivillerdi. Bugün okuyacaklarınızı ise çocuklardan seçtik.

DİLEK SERİN-GÜLÜZAR SERİN- DÜZALİ SERİN-HATUN IŞIK-YETER IŞIK-ELİF IŞIK-HIDIR IŞIK/ TUNCELİ/1994

Bu bölümde iki ayrı aileden tam yedi kişinin kaybedilişini okuyacaksınız. Her ölüm dokunaklıdır ama Dilek’in ki daha acı. Çünkü henüz üç yaşındaydı. Annesi 34 yaşındaki Gülizar Serin ve babasıyla birlikte Tunceli’nin Gökçek Köyü Mirik Mezrası’nda yaşıyordu. Dilek’in mezradan kendi isteğiyle gitme şansı da yoktu. Ailesi en azından belli bir yaşa kadar onun için neyi uygun görürse onu yaşayacaktı. Ama korumasında olduğu devletin güvenlik güçlerinin ona neyi uygun göreceğini hiç kimse tahmin edemezdi. Her ne kadar bir fotoğrafı ve nüfus cüzdanı olmasa da bir gün kayıtlara Türk vatandaşı olarak geçecekti.

Tarih, 23-24 Eylül 1994. Doğu ve Güneydoğu’nun her yerinde olduğu gibi Serin ailesinin yaşadığı Mirik mezrası civarında da operasyonlar var. İddiaya göre, operasyondaki birlik ise tanıdık. Birçok faili meçhul dosyasında adı geçen emekli Tuğgeneral Yavuz Ertürk komutasındaki Bolu Komando Tugayı. Operasyonda asker mezraya baskın yaptı. Hatun Işık (31), Yeter Işık (22), Hıdır Işık (63), Elif Işık (29) , Düzali Serin (37), Gülüzar Serin (34) ve üç yaşındaki bebekleri Dilek kaybedildi. Ailesinin başına gelenleri sonradan duyan ve mezraya giden Ali Işık’ın cesedi ise 8 Ekim 1994’te çıplak ve başı ezilmiş şekilde köy dışında bulundu. Cesedin bulunduğu yer, Gökçek Karakolu’nun hemen altındaydı. Aileler her türlü yasal girişimde bulundu. Hatta yıllar sonra Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’e mektup yazıp, Meclis İnsan Hakları Komisyonu’na başvurdu. Gökçek Jandarma Karakolu “onları biz de görmedik” cevabını verdi. Cumhuriyet savcısı, dilekçelerini işleme koydu ama olay yerine gitme gereği dahi duymadı. Özkök, mektubu cevap vermeye değer bulmadı. TBMM İnsan Hakları Komisyonu “ağır kayıplar veren örgütün bu iki hane efradını rehin aldıkları ya da ihbar ettikleri düşüncesiyle yanlarında götürdüklerinin değerlendirildiği”ni söyledi.

ÇAYAN ÇİÇEK -ALİ İHSAN ÇİÇEK /DİYARBAKIR/1994

Çayan henüz 15 yaşındaydı, görme engelliydi. İddialara göre yine Bolu Komando Tugayı, 10 Mayıs 1994’te Lice’nin Dernek Köyü’nü bastı. Baskında kadın ve çocuklar bir tarafta bekletilirken, erkekler ayrı bir yere alındı. Kimlik kontrollerinde Tahsin Çiçek, Ali İhsan Çiçek, Cihan Yılmaz, Mehmet Fidantek, Fevzi Fidantek ve Mehmet Özdekçi gözaltına alındı. Lice Jandarma Komutanlığı’na yaya olarak götürülen altı kişi günlerce Bolu Tugayı’na bağlı askerlerin kaldığı meşhur Yatılı Bölge Okulu’nda (YİBO) tutuldu. Daha sonra Cihan Yılmaz, Mehmet Özdekçi, Mehmet ve Fevzi Fidantek serbest bırakılmasına rağmen Çiçek ailesinden iki kişi bırakılmadı. Aradan 17 gün geçti. Askerler aynı köye yine baskın yaptı. Bu sefer daha önce gözaltına aldıkları Tahsin Çiçek’in 15 yaşındaki oğlu Çayan’ı aldı. Çayan’ın gözaltına alınmasına köylüler tanıklık etti. Ancak, tüm çabalar sonuçsuz kaldı. Bunun üzerine aile AİHM’e başvurdu. Türkiye, Çiçek ailesinin dört ferdini kaybetmekten mahkûm oldu.(Karar tarihi: 27.02.2001-Başvuru No: 25704/94) Anne Azize ise 15 yıldır “oğlumdan bana kanlı bir ayakkabı kaldı” diye ağlıyor.
 
ABDULLAH OLCAY- SEYHAN DOĞANDAVUT ALTUNKAYNAK- NEDİM AKYOL
ABDURRAHMAN ÇOŞKUN / MARDİN/1995
 
Tarih 29 Ekim 1995, yer Mardin. Birkaç saat sonra yurt genelinde resmî törenlerle Cumhuriyet Bayramı kutlanacak. Tam kutlamaların başladığı saatlerde Dargeçit’te birkaç aile çocuklarının akıbeti için karakollara koşacaktı. O çocuklardan biri ailesinin geçimine yardımcı olmak için çobanlık yapan Davut Altunkaynak’tı. Henüz 12 yaşındaydı.
 
İddialara göre, evlerine gece yarısı gelen askerler annesine Davut’u sordu. Amcasının evinde olabileceği yanıtına alan askerler anneyi de yanlarına alarak yola çıktı. Bir süre sonra Davut, annesi Hayat’la birlikte gözaltına alınarak Dargeçit Tabur Komutanlığı’na götürüldü. Hayat, oğlunu Filistin askısında baygın “Anne su, anne su” diye inlerken gördükten sonra serbest bırakıldı. Davut’tan haber çıkmayınca ailesi bütün gerekli kurumlara başvurdu. Savcılığa başvurmalarına rağmen, iki yıl sonra savcı Davut’un babasını çağırarak şikâyetçi olup olmadığını tekrar sordu. Baba “Şikâyetçiyim” dedi. Ardından “Oğlun dağ kadrosuna katılmış” yanıtını aldı. Davut’tan bir daha haber alınamadı.
 
Seyhan Doğan ise 13 yaşındaydı. Asker evlerini bastı. Dokuz yaşındaki kardeşi Hazni ile birlikte gözaltına alınan Seyhan, Dargeçit Tabur Komutanlığı’na götürüldü. Olayın hemen ardından Tabur’a giderek çocuklarını soran anne Asiye Doğan “Merak etme, gelir çocukların” yanıtını aldı. Ertesi gün tekrar tabura giden anneye bu kez “Çocuklarını bıraktık, eve gittiler, bir daha gelme” dediler. Birkaç gün sonra dokuz yaşındaki Hazni serbest bırakıldı, yaşadıklarını ailesine anlattı. Seyhan ve Hazni işkencelerden geçirilmiş, Filistin askısına alınmışlardı. Hazni, ağabeyi Seyhan’ın askıya ters asıldığını ve çok ağır işkence gördüğünü söyledi. Anne, her gün oğlunu sorarak dilekçeler verdi. Ancak bir sonuç alamadı. En sonunda bir televizyonda yaşadıklarını anlatmaya karar verdi ve dediğini yaptı. Ancak bu ona pahalıya mal oldu. Ertesi gün aniden kayboldu. Kızı Zekiye, Savcılığa gitti. “Görmedik” yanıtını alan Zekiye, sinir krizi geçirdi. Bir saat sonra ise annesi serbest bırakıldı. 11 gün kayıplara karışan anne, konuşmuyordu. Durumu ağırlaşınca doktora götürdüler. Çocuğunun kaybedilmesine yüreği dayanamayan acılı kadın kaldırıldığı Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde yaşamını yitirdi. Seyhan’dan ise bir daha haber alınamadı.
 
Nedim Akyol ise 13 yaşındaydı. 29 Ekim 1995’te Dargeçit’teki evleri sabaha karşı ağır silahlı askerlerce basıldı. Sıcak yatağından kaldırdıkları Nedim’i gözaltına alarak Dargeçit Jandarma Tugayı’na götürdüler. Aile savcıya başvurdu. Telefonda askerle görüşen savcı “Gözaltında, yakında bırakacak” dedi. Nedim gelmeyince aile tekrar savcıya gitti. Yine askeri arayan savcı Nedim ve birlikte gözaltına alınan yedi kişinin serbest bırakıldığını söyledi. Nedim’den ve diğerlerinden bir daha haber alınamadı.

DEHAM GÜNAY / ŞIRNAK/1997

Deham ise 17 yaşındaydı. İddialara göre, kardeşi Nehyet ile 11 Temmuz 1997’de Silopi’de sınır yakınındaki tarlada çalışırken yirmiye yakın asker tarafından gözaltına alındı. Askerler, iki kardeşi tarlalarının yakınında geniş bir alana götürerek yerdeki içi silah dolu iki torbayı gösterdi. Bunların kendilerine ait olup olmadığını sordu. İki kardeş ne torbalardan ne de silahlardan haberlerinin olmadığını söyledi. Bunun üzerine askerler tüfeklerinin dipçikleriyle iki kardeşe vurmaya başladı. Kafasından yaralanan Deham bilincini kaybetti. Nehyet ise yaralı halde askerler tarafından götürüldü. Nehyet geceyi Habur Jandarma Karakolu’nda geçirdi. Nöbetçi askerlere kardeşinin durumunu sordu. İlki hastanede olduğunu, nöbet değişiminde sorduğu ikinci asker ise öldüğünü söyledi. Resmî makamlar da aileye Deham’ın kaçtığını söyledi. Girişimleri sonuçsuz kalan aile AİHM’e başvurdu. AİHM Deham Günay’ı kaybetmekten mahkûm etti. (Karar tarihi:21.10.2008-Başvuru No: 51210/99)

ŞİRİN BAYRAM / DİYARBAKIR/1996

Şirin Bayram da bir çocuktu. 17 yaşındaydı. Kulp’a bağlı Demirli köyünde Ramazan Tekin adlı bir yakınının evinde misafirdi. 1 Kasım 1996’da, gece yarısı eve bir grup korucu baskın yaptı. Ramazan ile birlikte Şirin de gözaltına alındı. Aile, Şirin’in akıbetini Kulp Jandarma Karakolu’na sordu. Jandarma, her iki şahsın da gözaltında olduğunu söyledi. Baba Mustafa, kısa aralıklarla Diyarbakır DGM’ye dört kez başvuru yaptı. Fakat gözaltında olduğu kabul edilmedi. Şirin’den bir daha haber alınamadı.

ORHAN YAKAR / İSTANBUL/1999

Doğubeyazıtlı Orhan 15 yaşındaydı. 1996’da ailesine katkı yapmak için geldiği İstanbul’da yaşıyordu. Aile, sık sık arayan Orhan’dan iki ay boyunca haber alamayınca baba İstanbul’a geldi. İHD’ye başvurdu. Konu savcılık ve Emniyet’e iletildi. Gazetelere ilanlar verdi. Sonucu beklemek üzere köyüne dönen baba, Doğubeyazıt Jandarma Karakolu Komutanlığı’na çağrıldı ve “Bingöl jandarmadan haber geldi, oğlun orada, git al” dendi. Bingöl’e giden baba, yetkili kişilerden “oğlun dağa çıkmıştı, teslim oldu, operasyonda arazide bize yer gösterirken, mayına bastı parçalandı, öldü” yanıtını aldı. Yakalama tutanağında ise Orhan’ın imzası yoktu. Baba Yakar, oğlunun cesedinin parçalarını istedi. Fakat bu talep de reddedildi. Aile AİHM’e başvurdu. AİHM Türkiye’yi oybirliği ile mahkûm etti. (Karar tarihi: 26 Kasım 2002)


METİN BUDAK- BAHRİ BUDAK/ DİYARBAKIR/1994


Yine Diyarbakır, yine Lice ve yine gözaltına alındıktan sonra kayıp bir çocuk... Metin Budak 14 yaşındaydı. İddiaya göre 28 Mayıs 1994’te dedesi Bahri Budak’la birlikte aylar önce boşaltılan Yalımlı Köyü’ndeki tarlalarına gitti. Dede-torun bahçelerinin bakımını yaptıkları sırada esrarengiz bir şekilde kayboldu. Bölgede operasyon vardı. Şüphelenen aile, Başbakanlık, Köy Hizmetleri, Meclis, İçişleri, Kaymakamlık, Başsavcılık ile OHAL ve Diyarbakır Valiliği’ne başvurdu. Ancak netice alamadı.
 
Aradan 11 yıl geçti. Köye dönüş projesi kapsamında aile köye döndü. Abdulbaki Budak, köyün etrafında koyunlarını otlatırken, dere yatağında toprağın hemen altında bazı kemik parçalarına, eşya ve giysilere rastladı. Aile bunların Bahri Budak ve oğulları Metin Budak’a ait olduğunu teşhis etti. Başsavcılığa başvurdu. Savcı Tamer Can imzalı olay yeri tutanağında, bulunan 10 mermi kovanı ile bir patlamamış merminin MKE yapımı olduğu tesbiti yer aldı. Nisan 2006’da Adlî Tıp tarafından hazırlanan raporda, kemiklerin Metin ve dedesine ait olduğu belirtildi. Raporda, dede ve torunun G-1 ve G-3 piyade tüfeğinden açılan ateş sonucu öldükleri ifade edildi. Budak ailesi, olaydan sorumlu tuttuğu Bolu Komando Tugayı hakkında suç duyurusunda bulundu. İç hukuktan umudunu kesen Budak ailesi, davalarının AİHM’e taşındı.


CEZAYİR-SELİM ve HASAN ÖRHAN / DİYARBAKIR/1994


Cezayir Örhan, 17 yaşındaydı. Ailesi Kulp’a bağlı Çağlayan Köyü Deveboyu Mezrası’nda yaşıyordu. İddialara göre, 10 Nisan 1994’te köye gelen Bolu Tugayı’na bağlı birlikler köyleri yaktı. Köylüler de çevrede kurdukları çadırlarda kalmaya başladı. Birlik Bingöl- Muş kırsalında operasyona çıktı. 5 mayısta tekrar gelen asker üç gün içinde köyün boşaltılmasını istedi. 24 Mayıs’ta aynı birlik tekrar köye geldi. “Komutan bize yol göstermeniz için çağırıyor, sonra dönersiniz” diyerek M. Selim Örhan, kardeşi Hasan ve yeğeni 17 yaşındaki Cezayir’i götürdü. Bu üç kişiden bir daha haber alınamadı. Aile, tüm başvurulara rağmen hiç bilgi edinemedi. Askerlerin bu üç kişiyi götürdükleri hiçbir zaman kabul edilmedi. Olaydan bir ay sonra tutuklanarak cezaevine konulan Lice’li Ramazan Ayçiçek gözaltına alındıktan sonra Lice YİBO’da Örhanları gördüğünü anlattı. Aile AİHM’e gitti. Türkiye mahkûm oldu. (Karar tarihi: 18.06.2002 Başvuru no: 256567/94)
 
BURHAN EKİNCİ - Istanbul - 24.08.2010


http://www.taraf.com.tr/haber/faili-mechuller-mechul-kalmasin-5.htm

Haberi Ekleyen: Ali Dursun

Bu haber 1915 defa okunmuştur.

Paylaş

Delicious  Facebook  FriendFeed  Twitter  Google  StubmleUpon  Digg  Netvibes  Reddit

Haber

Köyüne Dönene Maaş ve 300 Koyun

Köyüne Dönene Maaş ve 300 Koyun Fakıbaba, köyüne geri dönen çiftçi ailelere 300 damızlık koyun ile maaş verileceğini açıkladı

Kişisel Verileri Korumayana Ağır Ceza Geliyor

Kişisel Verileri Korumayana Ağır Ceza Geliyor Uymayanlar hakkında 25 bin TL'den 1 milyon TL'ye kadar idari para cezası uygulanacak.

Seçime Girecek Partiler Açıklandı

Seçime Girecek Partiler Açıklandı İyi Parti listede yok

Kış lastiği takmamanın cezası ne kadar?

Kış lastiği takmamanın cezası ne kadar? Kış lastiği uygulaması 1 Aralık-1 Nisan arasında uygulanacak.

Sarma sigara satana da bulundurana da hapis cezası

Sarma sigara satana da bulundurana da hapis cezası Sarma sigara satana, bulundurana ve nakledene 3 yıldan 6 yıla kadar hapis cezası

GÖRELE ' DE HAVA DURUMU

GIRESUN

RÖPORTAJ

Murat Kul ile balıkçılık üzerine söyleşi

Murat Kul ile balıkçılık üzerine söyleşi

ARŞİVLEN HABERLER

Arama
ssssssssssssssssssssssssssssssssssss