Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster


Konuşa/maz Türkiye


Açıklama:
Kategori: Köşe Yazarları
Eklenme Tarihi: 08 Aralık 2011
Geçerli Tarih: 18 Mayıs 2024, 21:11
Site: Görele Sol Platformu
URL: http://www.gorelesol.com/yazar.asp?yaziID=7291


'Muhafazakar Demokratlık'tan 'Milliyetçi Muhafazakarlık'a

GÜNAY KUBİLAY

 
Vaktiyle Demirel sıkça “Konuşan Türkiye”den söz ederdi.  
Zaman ilerledikçe Demirel’in “Konuşan Türkiye”sinde korkusuz,kaygısız,sansürsüz konuşan çok insan kalmadı.
Erdoğan ise Demirel’e rahmet okutacak bir hızla “demokratikleşen Türkiye”de,hiçbir “demokrasi engeli”ne takılmadan “demokratikleşme koşusunu” sürdürüyor.
 
Aslında Erdoğan demokrasi perdesi gerisinde bir korku imparatorluğu kurmak istiyordu,hakkını teslim etmek gerekirse,bu uğurda büyük bir mesafe kaydetti.
 
Ne yazık ki,öngördüğü Türk-İslam sentezine ve “patronaj sistemi”ne dayalı “itaatkar ve muhafazakar bir toplum” tahayyülünü,“usta bir at terbiyecisi” gibi adım adım kuvveden fiile dönüştürdü.
 
Sokakta,kim olursa olsun,herhangi birine “Nasılsınız?” diye sorduğunuzda,büyük çoğunluğundan alacağınız yanıt “Allah’a şükür,şükürler olsun”dan başkası olmayacağına kuşku yoktur. 
 
Bugün AKP’nin toplumun büyük bir çoğunluğu üzerinde muazzam bir ideolojik hegemonya kurduğunu, mutlak bir iktidar tekeli oluşturduğunu,devlet iktidarını oluşturan bütün kurumlarda tam bir hakimiyet sağladığını ve tek parti diktatörlüğüne doğru hızla ilerleğini söylemek hiç de abartı değil.
 
Üniversiteleri ve okullarıyla,ordusu,polisi ve yargısıyla devletin ideolojik ve siyasal zor aygıtları tek şefin yönetiminde hareket eden bir koronun düzenli organik parçaları gibi çalışıyor.
 
Elbette,bütün bunların altında derin sınıfsal çıkarların yattığını görmemek saflık olur.
 
Bu sınıfsal çıkarları sorunsuz bir biçimde sürdürmenin biricik yolu,çapakları temizlenmiş,uçları törpülenmiş,verilenle yetinen,şükürcü,itaatkar bir toplumdan geçiyor.
 
Erdoğan,şimdi on yıllık hummalı bir çalışmanın sonucunda oluşturulan Türk-İslam sentezine dayalı “itaatkar ve muhafazakar toplumu” yeni bir “anayasal kalıba” dökmek istiyor.İşçilerin,emekçilerin, ezilenlerin barış,demokrasi,özgürlük ve insanca yaşam talepleri bu kalıba sığmıyor.Mantıki bir sonuç olarak, ayak ayakkabıya sığmıyorsa, ayakkabının kalıbını büyütmek gerekir.Oysa Erdoğan,kalıbı büyütmek yerine ayakları küçültme yöntemlerine başvuruyor.
 
Son olarak avukatlar operasyonunda da görüldüğü gibi “savunma hakkı” bütünüyle askıya alınmış bulunuyor.Özel yetkili mahkemeler,(nam-ı diğer eski Devlet Güvenlik Mahkemeleri) polisin kararlarına meşruiyet kazandırmak için çalışan birer “biçimsel infaz kurumları”na dönüşmüştür.Bu gidiş kuşkuya yer bırakmayacak kadar,açık bir “polis devleti”ne gidiştir.
 

Polis devleti sanıldığı gibi yalnızca polis sayısının artırılarak sokakların polisle kuşatılması değildir. Polis devleti, aynı zamanda bütün olay ve olguların kriminalize edilmesi, hukukun askıya alınması ve polisin yargı üzerinde hakimiyet kurmasıdır. Bu hakimiyet kurulmuştur. Polisin yönlendirme ve kararlarına rağmen farklı bir mahkeme kararına rastlamak karanlıkta mumla iğne aramak gibidir. Deyim yerindeyse, hukuk sefalet içindedir ve yapılan da sefaletin hukukudur.

İşte bu nedenle Erdoğan,AKP hakimiyetini sarsma potansiyeli taşıyan herkesi hedef tahtasına yerleştirmiş bulunuyor.Kendisine itaat etmeyen dini bütün Müslüman’ı Allah korkusuyla,fabrikadaki işçiyi işsizlik korkusuyla,okuldaki öğrenciyi polis korkusuyla,muhalifi hapis korkusuyla terbiye etmeye çalışıyor.

AKP’ye bel bağlayanların,onda demokrasi ışığı görenlerin hayıflanmalarının hiçbir anlamı ve değeri yok. Onun demokrasi ufku temsil ettiği sermayenin sınıfsal çıkarlarıyla,stratejik siyasi hedefleriyle, öngördüğü toplum tasavvuruyla hem bağlı hem de sınırlıdır.AKP’nin ekseni etrafında dönen,onun öngördüğü toplum tahayyülü içerisinde yer alan,aynı sınıfsal çıkarları paylaşan kime ne oluyor?
 
Demokrasiye “sınıflar üstü” bir anlam yükleyenlerin,AKP’den “sınıflar üstü” demokrasi beklentisi içinde olanların yeniden düşünmelerinde yarar var.
 
AKP’den önemli “demokratik açılım” beklentisi içinde olan sol liberal çevrelerin,AKP’nin 2002’de “muhafazakar demokratlık”tan başlayan ve 2011’in Türkiye’sinde “milliyetçi muhafazakar” çizgiye sürüklenen politik serüvenini bilimsel bir gözle irdelemelerinde çok büyük yararlar var.
 
Aynı yalpalamaları,12 Eylül Anayasa referandumu öncesinde de görmüştük.İki göz iki çeşme Necdet Adalı ve Erdal Eren’e göndermeler yaparak,bazı sosyalist çevreleri referandumda “evet” oyu vermeye ikna etmeyi başarmıştı.
 
Erdoğan’dan bir “devlet adamlığı”nı beklemek nafiledir.
 
O ne Türkiye’nin karanlık tarihini aydınlatabilecek,“resmi tarih”le yüzleşebilecek bir demokrasi perspektifine,ne de tarihsel gerçekleri devletin derin dehlizlerinden açığa çıkaracak politik cesarete sahiptir.Parlamento kürsüsü dururken,bir grup konuşmasında geçerken dilenen “eğer”li bir özür,ne gerçek anlamda bir özür olur,ne de “devlet ciddiyeti”yle bağdaşır.
 
Erdoğan’ın olay ve olguları yörüngesinden kaydıran “usta bir demagog” olduğunu anlamak için bir on yıl daha geçmesi gerekmiyor.AKP,öngördüğü stratejik siyasi hedefler ve öngördüğü toplum tasavvuru doğrultusunda engelsiz bir yürüyüşü sürdürmek için kapsamlı bir “yol temizliği” yaparak ilerliyor.
 
Bu yol temizliğinin sonucu fiilen “sokakların stabilizasyonu”,“muhalefetin izolasyonu” ve siyasetin parlamentoya hapsedilmesi olacaktır.
 
O nedenle,AKP’nin dayanak olarak kullandığı “Terörle Mücadele Yasası” gibi yasalar ortadan kaldırılmadan,bir “sürek avı”na dönüşen siyasi operasyonlara son verilmeden,özcesi demokratik toplumsal muhalefet kendine özgü bir “alan temizliği” yapmadan demokratik bir anayasa yapılamaz. Kürt sorununda “demokratik çözüm” olamaz.
 
İşçilerin,emekçilerin insanca yaşam özlemlerine yanıt verilemez.

Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster