Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster


"VATAN"


Açıklama:
Kategori: Köşe Yazarları
Eklenme Tarihi: 12 Mart 2021
Geçerli Tarih: 29 Mart 2024, 08:46
Site: Görele Sol Platformu
URL: http://www.gorelesol.com/yazar.asp?yaziID=26918


"BAYRAKLARI BAYRAK YAPAN ÜSTÜNDEKİ KANDIR.
"TOPRAK, EĞER UĞRUNDA ÖLEN VARSA VATANDIR!"  

Vatan, bütün insanların bir arada yaşadığı toprak parçasının adıdır. Türkiye toprakları üzerinde yaşayan bütün insan topluluklarına, dinine, diline, mezhebine ve etnik kökenine bakılmaksızın millet denir. Yani Türk milleti denir. Milleti oluşturan ise bireylerdir. Her bireyin bu topraklar üzerinde yaşarken çeşitli görev ve sorumlulukları da vardır. Mesela askerlik yapmak, vergi vermek, seçimlere katılmak, kanunlara uymak gibi... 

Atalarımız bu vatan toprağını bizlere kanlarını akıtarak, gözyaşı dökerek, şehit olup toprağa düşerek, düşmanlarla amansız mücadele ederek bırakmıştır. Millet olarak onu ilelebet yaşatmak, koruyup kollamak da hepimizin görevi olmalıdır. Ayrıca her karışı kanla sulanarak vatan yapılmış olan bu toprak parçasını bölüp parçalamak, birlik ve beraberliğimizi bozmak, isteyenlere karşı çıkmak da Türk milleti olarak hepimizin görevidir. İnsanları, din, dil, mezhep ve ırkçı söylemlerle bölmek ve ayrıştırmak için çalışanlara da fırsat verilmemelidir. İçimizde dış güçlerin maşası olan satılık ve kiralık, devlet ve millet düşmanları olabilir. Bunları çok iyi tanımalıyız ve onlara karşı da çok uyanık olmalıyız. Osmanlı İmparatorluğu, içimizdeki hainlerin yardımlarıyla yıkılmadı mı? Irak ve Suriye'de yapılanlar da hepimize ders olmalıdır. 

Osmanlı İmparatorluğu'nu yıkan Yahudiler, Farmasonluk yoluyla İmparatorluğun içine kadar girmişler ve en mahrem mevkilere sokulup bütün sırları elde etmişler ve bunun sonucu olarak da başımıza gelmeyen kalmamıştır.1908 inkilabını hazırlayan Karasso, hem jurnallerle saraya kulluğunu sunuyor, bağlılığını gösteriyordu, hem de devleti yıkmak için gizli gizli fırsat kolluyordu. Karasso denen bu adam,31 Mart ihtilalinden sonra padişaha durumu bildirmekle görevli olan heyetin de arasında bulunuyordu. Aynı zamanda çevresine bir çok dönme toplayan bu adam, siyonizme en büyük hizmeti, Türk milletine de en büyük ihaneti yapmıştır.

Osmanlı İmparatorluğu'nda millet sistemi diye bir sistem vardı. Yani Osmanlı Devleti'nin hakimiyeti altında bulunan bütün toplulukların din ya da mezhep esasına göre yönetilmesine "millet sistemi" denilmiştir. Halk da bu sisteme göre yönetiliyordu. Ayrıca çok farklı etnik ve dinsel yapılardan oluşan insanların imparatorluk yapısına uydurulmasıyla meydana gelen özgün bir toplumsal yapılanmaydı.

Eski Türklerin yönetim sistemine bakınca ise devlet yapısının temelinde dört hüküm olduğu görülür. Bunlar, halk, özgürlük, ülke ve kanundur. Bu hükümler kişi hak ve hürriyetlerini güvence altına almaktaydı. Ayrıca, kültür ve sanat faaliyetleri, Türk insanının ahlaki yapısı, birlik, bütünlük ve dayanışma konuları; Türk devlet anlayışını şekillendiren unsurlardı. Dolayısıyla Türklerin teşkilatçılık anlayışı, özgür ve bağımsız yaşama duygusu Türk kültürünün ortaya çıkmasını sağlamıştır. 

M.Ö. 209- 174 tarihleri arasında hükümdar olan Oğuz kaan, (Oğuz Kaan'ın bazı kaynaklarda Mete Han olduğu belirtilir)Türk-Musevi cemaatinin en önemli kalemlerinden biri olan Avram Galanti de Türklük İncelemeleri adlı kitabında, Oğuz Han'dan bahsederek, Oğuz'un İbrahim'in muasırı (çağdaşı) olduğunu kaydediyor. İbrahim'in miladdan 2000 sene evvel yaşadığına bakılırsa Oğuz Han'ın takriben bundan 4000 sene evvel yaşadığı anlaşılır... Ayrıca Tarihin beş devresinin ikisini açan, fikrin terakkisine ve dolayısıyla hürriyet ve medeniyet-i kazibeye (yalancı medeniyete) değil, medeniyet-i hakikiye hizmet eden, mazlum milletlere yeni ruh üfleyen, Türklerdir. Diyor. 

Jean-Paul Roux da "Türklerin Tarihi" kitabında şunları söylüyor: Osmanlı İmparatorluğunu oluşturan Türk olmayan toplulukların tereddütlerinden, hatalarından, ihanetlerinden sonra, İmparatorluğu savunmak Türklere kalmıştı. Bu savunmayı büyük bir fedakarlıkla yerine getirirler, öyle ki bu durumdan en ufak bir çıkar sağlamazlar...

Türkler, başka milletlere benzemediği gibi her yönüyle de onlardan ayrıdır. Gerek tarihi gerek kültürel geçmişleriyle adı, şanı büyük bir millettir. Tarihi süreçte onu hiç bir millet esir edememiş, tutsak altına alamamış, almaya, emir ve talimatla yönetmeye cesaret dahi edememiştir. Türkler, kendi dönemlerinde kaderlerini kendileri çizmişler, istikametlerini, yön ve yol bulmalarını kendileri belirlemişlerdir.

Türklük, insanlık tarihinde Pasifik'ten Akdeniz'e, Pekin'den Viyana'ya, Cezayir'e ve Troyes'e uzanan iki bin yıllık tarih demektir. Türkler, dünyanın geleceği üzerinde etkili roller oynamış, tarih yapraklarını açarak ve kapayarak yeni çağlar açmış bir büyük milletin adıdır da. Türkler, islamiyetten önce de vardı bu gün de var yarınlarda da var olacaktır. Türkleri çekemeyen, kıskanan ve ona düşmanlık eden, tarih sahnesinden indirmek için çalışanlar olmuş ve bu gün de olmaktadır. Geçmiş tarihimize bakıldığı zaman, kimlerin düşmanlık yaptıkları görülecektir. Bunların en tepesinde de Farmasonlar, (Masonlar) geldiğini tarih kitaplarında yazmaktadır. Bunlar, Osmanlı sarayının en önemli mevkilerine kadar her yeri kontrolleri altına alırken, Büyük Britanya'nın Anglo-Siyon nazırları Türklerin İslam alemindeki yüksek itibar ve prestijini kırma yollarını aradıklarını da yine tarih kitapları yazmaktadır.  

Ayrıca Cevat Rifat Atilhan,"Ey Türk İşte Düşmanın" kitabında şunları yazıyor: Türk İstiklal Savaşı'nın ardından Avrupa'ya kaçan üstadlar, (Masonlar) Türk'ün milli tarihine, milli varlığına ve âli menfaatlerine ihanet ederek her türlü casusluğu yaptıkları için bir daha Türkiye'ye dönmemişlerdir.
Osmanlı imparatorluğunun tasfiye 1897'de Basel'de birinci siyonist kongresinde karar altına alınmıştır. Bu kongrede alınan kararlardan Venizelos (Yunanistan siyasetinin en önemli siyaset adamı) haberdar edilmişti. Ayrıca Amerikalı fabrikatör Bernard Baruh tarafından şu şekilde teminata tabi tutuluyordu.  

Bernard Baruh, Venizelos'a: 
"Artık Türklerin ölümü yazgıdır. Yunan ordularını en iyi silahlarla donatacağım. Fabrikalarımda imal edilen her türlü modern mühimmatın ihtiyacınızdan fazlasını vereceğim. Sen yalnızca saraya ve parlamentoya hakim ol! Ve daima büyük idealimizin gerçekleşmesi gereğini tekrarla ve bunu en mütevazi bir vatandaşa dahi benimset. Anadolu'daki Yunanlıların kurtarıcısı olduğunu durmadan tekrarla ve Fener Patrikhanesi'ni Rumların genelkurmay merkezi haline getir. İstanbul'daki localara seni desteklemeleri için emir verilmiştir. Osmanlı zabıtası artık ölmüştür. Biz Basel'de alınan kararları harfiyen uygulamakla sorumluyuz. Gücümüzü göstermek için artık zaman gelmiştir. Yunanistan Anadolu harekatına her durumda girmelidir..." diye ihtar ediyordu.

2 Mayıs 1919'da Yunan askeri kuvvetleri"14.7.1915 Balfor, Venizelos" antlaşması gereğince İngiliz amirali farmason Kaltrop, General Miln ve Albay Zafiros, İzmir'e askerlik ve insanlık kurallarını bozucu nitelikteki hareketleriyle çıkarma yapıyorlar. Yunan güçleri çetin bir karşı koymaya maruz kalmadan Anadolu'nun iç taraflarına doğru ilerliyor. Peki ilerliyorlar da ne oluyor? 

Mustafa Kemal Atatürk'ün önderliğinde, milli kurtuluş mücadelesi veren Türkler, Yunan güçlerini İzmir'den denize dökerek ülkesini düşmanlardan temizlemiştir. Türkler, kurtuluş mücadelesi verip şehit olurken, Türk'e düşman olan işgal güçlerinin saflarında yer alarak Türk milletinin yok olup ortadan kaldırılması için düşmanla iş birliği yapmaktan kaçınmamışlardır. A. Nedim Çakmak,/ İşgal Günlerindeki İşbirlikçiler kitabında diyor ki:Bu işbirlikçilerin başında da Sait Molla gelmektedir. "Türk'üm demeyin, Müslümanım deyin..." sözünün mucidi Sait Molla'dır. Prens Sabahattin de "Türk'üm demeyip Türkiyeliyim..." demiştir.
Sait Molla denen İngiliz işbirlikçisi, Mustafa Neşet Molla'nın oğlu ve Mütareke Günlerindeki Şeyhülislam Cemalettin Efendinin yeğeni olan Sait Molla, İngiliz Muhipler Cemiyeti'ni de kuran ve başkanı olan kişidir. 

Ayrıca yazar şunları da söylüyor: Yunan her tarafı işgal ediyordu. Menemen'de sıkışan yiğitler, Sümbüller Köyü'ne gelerek Derviş Mehmet'in yanına vararak, "Menemeni Yunan vurdu, ezan sustu, mala, cana, ırza tecavüz ediyorlar. Buralara da gelirlerse aynı şeyi yapacaklar" diyen yiğitlere, Giritli Derviş Mehmet, şöyle der: 

"Ben Yund Dağı'na kadar bu köylerin Şeyhi'yim, bizim tarikatımız kurşun atmayacak... Mehdi gelmeden caiz değildir" Şeyh. Der de, yıkılır bizim yiğitler, bu mudur Şeyh dedikleri? Vatan işgal altındayken biz kurşun sıkmayacağız diyen. Bu mudur, ezanları susmuş camiyi, vatanı savunacak gafil? Bir yiğit dayanamaz, gırtlağına sarılır sözde Şeyhin: "Bunlardan başlayalım, gavurla anlaşmış gibiler..." Sorarlar Şeyh'e: Sizin tarikatınız gâvur tarikatı mıdır ki gavura kurşun atmaz, ne biçim laf edersiniz?" Söz bitmiş, umut tükenmiştir. İş başa düşmüştür. Vatan mazeret değil, şehitlik mertebesine ulaşabilecek yiğitleri beklemektedir. Yola koyulurlar. 21 Mayıs 1919'da Yunan devriyesine saldırırlar, ölümle dalga geçerek.Ölüm de neymiş,vatan sağ olsun diyerek...

Peki Şeyh böyle demiş de bazı hocalar ne demiş? 
Ramazan dolayısı ile vaiz olarak Alaşehir Kazası'na gelen dört hoca, vaaz verdikleri camilerde, " Yunan ordusu Padişah emriyle geliyor. Yunan ordusuna hizmette kusur etmeyin..." diye vaaz veriyorlardı. 

Geçmişte olduğu gibi bu gün de içimizde Türk'e düşmanlık eden, Derviş Mehmet örneğinde insan tipleri yok değildir. Bunlar, Türküm demezler, türküm denilmesine de karşı çıkarlar. Mesela bunlar Arapla dost olurlar, Arap için gözyaşı dökerler, ama Türk için ağlamazlar,ağlamadıkları gibi T.C. isminin devlet dairelerinden kaldırılması için çalışırlar. Çin zulmü altında inleyen Uygur Türkleri için de tek laf etmezler, edemezler. Yanlış anlamayın. Ben ırkçı falan değim. Benim "vatan"ıma,  ırkıma karşı olanlara, hakaret edip sövenlere karşıyım. Vatanıma göz koyanlara, ülkeme hainlik edenlere, milletin malının ,taşını toprağının, deresinin, ırmağının kurutulmasına, zengin kaynakların eşe dosta, yandaşa peşkeş çekilmesine karşıyım. 




Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster