Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster


Misyoner İmamlar


Açıklama:
Kategori: Köşe Yazarları
Eklenme Tarihi: 20 Aralık 2018
Geçerli Tarih: 25 Nisan 2024, 18:35
Site: Görele Sol Platformu
URL: http://www.gorelesol.com/yazar.asp?yaziID=26852


Mekteb-i Hayriye'de görev yapan bir Fransız subayının hatıralarında yazdığı bu olay 1877 yıllarında, Doksanüç Harbi'nin başlamasına sayılı günler kala meyda gelmiştir. Mekteb-i Harbiye'de görev yaparken ülkesine geri çağrılan Fransız subayı, Cenevre Protestan Akademisi tarafından Anadolu'ya gönderilen misyonerlerin öldürülmesini araştırmak, katillerini bulmak ve cezalandırmak için Giresun'a gönderilmesi anlatılmaktadır. 

...Bazı Protestan Alman prensliklerinin de katılımıyla Cenevre Protestan Akademisi'nde Vatikan İmamları isimli bir hafiye teşkilatı kurmuşlar. Teşkilat, her biri din adamı olabilecek kapasitede İslam öğrenimi görmüş ve gönderilecekleri ülkelerin dillerini kendi anadilleri gibi konuşabilecek seviyede dil eğitiminden geçirilmiş akademisyenlerden oluşuyormuş. Amaçları Ortaçağ'ın sapkın Katolik inançlarını ve geleneklerini halka aşılamak; böylelikle halkı inandığı dinden uzaklaştırıp başka arayışlar içine girmelerini sağlamakmış... Özellikle de Anadolu'nun doğusunda faaliyet gösteren bu grup üyeleri aralarında bir birlik kurmuşlar. Yirmi yılı aşkın süredir bölgedeki faaliyetler Karadeniz kıyısında, Kerassunde diye bir yerde merkez kuran üç kişi tarafından yönetiliyormuş... Ancak son yıllarda teşkilatın başına bir bela musallat olmuş: Bölgeye gönderilen ilk Vatikan İmamlarından biri, ölen şeyhinin yerine tekkesinin başına geçmiş. Daha sonra, nasıl olduysa bölgedeki üç lider ajana İslamiyet'i benimsediğine dair haber yollamış ve onları İslam'a davet etmiş. Lider ajanlar ona bu saçmalıkları bırakıp yoluna dönmesini söylediklerinde ise, elindeki bütün gücü Vatikan İmamlarını yok etmek için kullanacağı tehdidinde bulunan bu adam, bölgede Adıyamanlı olarak bilinmektedir.

 ...Ayrıca bölgede İmam Efendi diye anılan başka bir ajan İmam da varmış. Kendi aralarında yaptıkları her toplantıya en son gelen kişi olan bu adam,uzun boylu geniş omuzlu iri yapılı gövdesinin üzerinde renksiz, uzun ve kuru bir yüzü de varmış. Aksakallarının bittiği yerden elmacık kemikleri fırlamış gibi duruyormuş. O, bu teşkilatın her şeyiymiş. Gürül gürül yanan fındık sobasının ısıttığı sarı odadaki iki ihtiyar onu ayakta karşılamış. Elindeki haritalarla maun masanın başına oturan İmam Efendi, diğerlerin de oturmalarını işaret ettikten sonra İmam Efendi'ye bakarak, bu gelen subay"Kimmiş?" diye sordu! Şeyh Efendi. "Fransız ordusunda bir subaymış. Savaşlara katılmış, İstanbul'da altı yıl bulunmuş,Türklerin dilini iyi bilen bir subay olduğunu söylemiş... 

İmam Efendi ile Fransız subayın aralarında şu konuşma geçer: "Bu tekkeye ilk geldiğimde tek hedefim vardı, efendimin yerine geçmek. Akademide aldığım eğitim sayesinde diğer müritlerden üstündüm. Efendim bir gün hasta yatağında, ölümünden sonra kendisinin yerine tekkenin başına benim geçmemi vasiyet etti. Hep o günü beklemiştim. Çok geçmeden çorbanın içine attığım zehirle onu öldürüp amacıma ulaştım. En büyük bendim artık ya da ben öyle sanıyordum. Hemen kolları sıvayıp bana emredileni yaptım." Ne yaptınız diye sordu Fransız Subay: 
"Zamana yayarak tarikatın inanç ve ibadet esaslarını değiştirdim. Müritlerime Allah'ın bu dünyada kendisi için ıstırap çeken insanları cennetin en güzel köşesine koyacağını saçmalığını uydurdum. Hepsi saf kalplilikle inandı, şeyhlerinin gösterdiği yolun onları Allah'a götüreceğine. Civarda tarikatım aleyhinde konuşulmamasını ve tarikata bağış yapmayanlarını hedef gösterdim..."

İmam Efendi Fransız subaya dönerek: Siz İstanbul'da Osmanlıların asker yönünü gözlemlediniz. Bizim ilgi ve uzmanlık alanımız ise onların manevi dünyaları. Köylere de benim adamlarım hakim... Hakkınızda herhangi bir bilgiye sahip değiliz, sizi tanımak isteriz. Fransız subay: "Ben Fransız Ordusu'nda Binbaşı Arsene Frenort." İmam Efendi ise şöyle diyor:"Yüz tane kurstan sorumlu olacağıma on tane camiden sorumlu olsam daha iyiydi. En sağlam gelir kapısıdır. Çünkü bir caminin ihtiyacı hiç bitmez..." 

Yine bir camide imam olan başka bir misyoner imam hakkında ise şunları söyler. "Şu küstah cami imamı; İmam Efendi'nin sağ koludur. Teşkilat içinde çok küçük bir görevi olmasına rağmen o bile umursamıyor beni der. Sonra da ikisi beraber Giresun'un bol kestirmeli sokaklarından Bulvar'a çıktılar ve Fransız subayı etrafa bakındı. Karşısındaki iki binanın arasında küçük bir tabela gördü: Çamlıca Aşhanesi.Yol kenarındaki bir çeşmeden su içtiler. "Bu çeşmeyi de Pontuslular yaptırmış," dedi İmam Efendi. "Kalenin güney yokuşunun eteklerinde de Kufa Kuyusu Suyu var. Pontuslar döneminde ziyaretgâh olarak kullanılmış. Gizli bir geçitle Meryem Ana Gömütü ile birleştiği söylenir." 

...Pontuslar kale devletlerine Kerasssunde demişler. Keras, Pontus dilinde boynuz anlamına gelir. Tabii bu ismin kirazdan türeyip de aslında Kerasus ya da Kerasonte olduğunu iddia edenlerde var. Fakat bugün bile resmi belgelerde bu kent için Kerassunde adı kullanılır. İmam Efendi bunları anlatırken kaleye varmışlardı. "Bronz Duvarlı Kale," dedi İmam Efendi. "Kerassunde Kalesi'ne böyle dermiş Cenevizliler." Denize bakan surlara çıkıp oturdular. Aretias'ı, Gemiler Çekeği'ni ve Karadeniz'in sonsuzluğa uzanıyormuş gibi görünen koyuluğunu izliyorlardı hiç konuşmadan. 

..."Evet, Karadeniz'in tek adasıdır, Aretias. Dünyanın en gizemli ve en hüzünlü adasıdır."
"Neden hüzünlüdür?"
"Çünkü yapayalnızdır. Milyonlarca canlının barındığı denizde onun bir eşi yoktur." 
"Karadeniz'in yalnızca bir tane adası olduğunu bilmiyordum." İmam Efendi bir şey söylemedi.
"Neden daha büyük bir merkezde değil de, burada örgütlendiniz?"diye sordu Fransız subay,
"Çünkü ben buradaydım ve burada nüfuz sahibiydim," diye cevapladı İmam Efendi.
"Sizin burada olmanız yeterli bir sebep mi sizce İmam Efendi? Pekâlâ, sonradan Trabzon'a taşıyabilirdiniz merkezinizi. Orada göze batmanız daha zor olur." 
Güldü İmam Efendi, "Biz zaten göze batmıyoruz ki! Düşünsene burada kadılık makamı olmadığından dolayı en önemli davalar için bile aylarca Trabzon Vilayeti'nde mahkeme kurulması bekleniyor. Hem burada Rumların da desteği var arkamızda."
"Faaliyetlerinizin gizlilik içinde yürütüldüğünü sanıyordum. Rumların da mı haberi var?" 

Rumlardan bize bir zarar gelmez. İlk gönderildiğimde Vatikan İmamlarının tek üyesiydim bu şehirde. Çok yalnız kaldım, çok sıkıntı çektim. Sahildeki kilisenin papazından başka dostum yoktu. Belki biliyorsundur, sonradan kızıyla evlendim ve kutsal amacımızı onlara anlattım. Papaz, bölgedeki bütün Rumları  bana yardımcı olmaları için örgütledi. 
Önce oğlumun, sonra eşimin nihayetindeyse kayınpederimin ölümünden sonra etrafımda güvenebileceğim kimse kalmamıştı. Yanımda hep onlar vardı. Onların sayesinde her şey daha kontröllü ilerlemeye başladı. Ta ki Adıyamanlı denen o mendebur başımıza musallat olana ve Avrupalılar her tarafta misyoner okulları açana kadar."

"Misyoner okullarının size ne zararı var?"
"Çünkü o okullarda Hristiyanlık aşılanıyor öğrencilere; ama nasıl; okulu açan ülkenin benimsediği mezhep esas alınarak. Yani Hristiyanlıktan ziyade Protestanlık, Anglikanlık ya da Katoliklik aşılanıyor. Hatta Amerikalılar Anglikanlık kisvesi altında masonluğu aşılıyorlar. İngilizlerin Araplara ve bölgedeki diğer azınlıklara milliyetçiliği aşılamaya uğraşması da cabası.Anadolu doğulu Hristiyanların bölgesidir, yani Ortodoksların...

Anadolu, Türklerin ve Moğolların akınlarına uğramadan önce Ortodoksların toprağıydı. Bugün İstanbul'dan Batum'a kadar, Karadeniz kıyılarında Ortodoksların azımsanamayacak bir nüfusu var. Biz bölgedeki Müslümanların inanç temellerini sarsmaya uğraşırken, bizi buraya gönderen devletlerin de içinde bulunduğu Avrupa devletleri şuursuzca misyoner okullarında kendi mezheplerinin propagandasını yapıyor...

Belki asker olduğun için bilmezsin,batı dillerinde 
Ortodoks terimi Sünni Müslümanlar için de kullanılır...
Vatikan İmamlarının bir çatı altında toplanmalarını, her şeyden önce aramızda bir yardımlaşma ağı bulunsun diye istedim. Maddi varlığın olmadan yaşamayı nasıl sürdürebilirsin ki? Biz Müslümanların inanç temellerini sarsarken, bunu bir de onların cebinden aldığımız parayla yapıyoruz. Ortada maksadımıza ters bir durum yok yani. Ayrıca toplanan bağışlar da boşa gitmiyor. Bir kardeşimiz sıkıntıya düştüğünde hemen yardımlarına koşuyoruz. Misal, geçenlerde Maraş'ta bir mektep hocamız hastalandı. Derdine civar illerde bir çare bulunamayınca kendisini İstanbul'a gönderttik. Maddi gücümüz olmasa bunu nasıl yapabilirdik? 
"Akademi bize sahip çıkmaya başladığından bu yana daha rahatız. Özellikle Adıyamanlı ile olan husumetimizde çok yararlarını gördük. Silah yardımına kadar ne gerekiyorsa temin ettiler."

"Bunu ben de okudum raporda. Bölgeye gönderilen iki subayın ve askerlerinin silahları şu an elinizde mi?" Adıyamanlının adamlarıyla girdikleri çatışmada öldürüldüler ve bütün mühimmat karşı tarafın eline geçti. Bize gönderilenlerden sağlam kalanlar da Adıyamanlı müritlerin ani saldırılarına karşı kendilerini korusunlar diye çeşitli bölgelerde görev yapan ajanlarımıza gönderildi...

"Ev mevlitleri de camilerdeki vaazlar kadar etkilidir insanlar üzerinde. Çünkü genelde ölülerin arkasından yapılır ve iştirak fazla olur. Hele bir de mevlidi okutanlar bu gittiğimiz hane  sahipleri gibi varlıklıysa, o zaman ikiye üçe katlanır gelen insan sayısı;ölüleri fakirlerden daha değerliymiş gibi! Oysa hiç alakası yoktur. Daha günahkâr insanlar olurlar genelde. Ölü yakınlarının dinle uzaktan yakından bir ilişkileri olmadığı için de kendi ölülerinin arkasından kitap açıp okutmaya hoca tutarlar. Onlara göre hocaların paraya ihtiyaçları vardır fakat kendilerinin dine ihtiyaçları yoktur. Allah'ın babalarına, çocuklarına kitap okumayı öğretmesini ve harama girmemeyi öğütlemesini emrettiğini bilmedikleri gibi, babalarının peşinden kendileri okumayıp da hoca tutup okuttuklarında, babalarının ruhunun rahat etmesinin aksine, ona azap edildiğini de bilmezler. 

"Evet," dedi Binbaşı.  
Şimdi ben onlara yine cehennemin azabından bahsedeceğim. Onlar da daha önce hiç duymadıkları bir şeymiş gibi merakla ve korkuyla dinleyecekler. Bir de böyle garip bir tarafları vardır. Hep aynı şeyleri anlatırsın, onlar da hep aynı şeyleri dinlerler. Ama biri çıkıp da sormaz, "Neden bize her vaazda aynı şeyleri anlatıyorsun?" diye. 
"Bunun sebebi sırf cehalet ve korku mu?"

"Bir de din bilgini gibi gördükleri insanlara duydukları güven var elbet. Zerre kadar şüphe duymazlar anlattıklarımızın doğruluğundan...

Papazın evine doğru yürürlerken yol boyunca, Giresun ve çevresinde eski çağlardan kalma savaşçı kadın heykelleri bulunduğundan bahsetti İmam Efendi. Pontus kadınlarının çok cesur olduğunu ve erkeklerinin de kadınlarına büyük saygı duyduklarını anlattı. Kapukahve Sokağına geldiklerinde vedalaştılar.İmam Efendi
Kazancı Yokuşu'ndan aşağıya saptı ve iskelenin yolunu tuttu... 

Yirmi gün sonra Doksanüç Harbi fiilen başlamıştı. Fransız Binbaşı,Doksanüç Harbi'nin başlamasının ardından kendine gelen İstanbul Büyükelçiliği görevini kabul etti. Sylvie ve Leon ile birlikte İstanbul'a yerleşti. On yıla yakın bir süre bu görevi ifa ettikten sonra emekliye ayrılır.

1892 kışını Paris'te mühendislik akademisinde okuyan oğlunun yanında geçirir. Eşinden ve oğlundan gizlisi saklısı olmayan Fransız subay, silah fabrikasının yeni üretimi olan zaman ayarlı bir bombanın testini yapmak üzere hazırlanan paket postacı kılığına sokulmuş bir ajanın eline verilmiş ve Fransız subaya teslim edildiği anda paket patlatılmış ve Fransız subayın kopan başı bahçeye savrulmuştur. 

* Gökhan Ulay/ Vatikan İmamları

Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster