Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster


Doğruluk ve çalışkanlık


Açıklama:
Kategori: Köşe Yazarları
Eklenme Tarihi: 18 Nisan 2018
Geçerli Tarih: 28 Nisan 2024, 08:31
Site: Görele Sol Platformu
URL: http://www.gorelesol.com/yazar.asp?yaziID=26826


Bir milletin varlığının devamı, Vatan ve Devlettir. Ayrıca,Vatan ve devlet kavramı, bir millet için çok büyük anlamlar içerir, çok yüce meziyetleri içinde barındırır. Bu meziyetlerin en önemlisi de, birlik ve beraberliğin bozulmadan korunmasıdır.Ondan sonra da,doğru olmak, çok çalışmak, üretmek ve ürettiklerini paylaşmaktır. Kendimize, ailemize, milletimize ve insanlığa yararlı olmak ve yararlı işler yapmak da başlıca görevimiz olmalıdır. Ülkesini kalkındırmak,eğitim ve kültür seviyesini yükseltmek de bir milletin görevleri arasındadır. İşine, aşına ihanet etmeden, çalmadan,aşırmadan,kırmadan ve dökmeden çalışmak gerekir.Bir milletin ne kadar fazilet sahibi olduğu, eğitiminden, kültüründen,yaptığı işten, çalışma gücünden, kadına ve çocuklara nasıl davrandığından belli olur.

Doğru olmak, doğru konuşmak, doğruluktan ayrılmayan ve ona inanan toplumların, bütün işleri de doğru olur. Düşünceleri ve konuşmaları, başkalarının hoşuna gidecek şekilde değil doğru bilinen şekilde ifade eden toplumun, ilerlemesini, kalkınmasını kimse engelleyemez. Doğruluk bir milletin vazgeçilmez bir özelliğidir. Bu özelliği, yalan konuşarak, iftira atarak, dedikodulara inanarak bozma düşüncesinde insanlara da fırsat verilmemelidir. Yalan konuşmanın, iftira atmanın, başkalarını aldatmanın kötülüğünü çocuklara da anlatmak gerekir. Büyük milletler, büyüklüklerini çok çalışarak, çok üreterek, eğitim ve kültür seviyesini yükselterek,aklını, bilgisini ve ilmini kullanarak, büyük olmuştur. Yani, "Bir milletin büyüklüğü, nüfusun çokluğu ile değil, akıllı ve erdemli kişilerin sayısının çokluğu ile ölçülür" 

Günlük hayatımızda bizim gibi düşünmeyen, davranışları bize benzemeyen bir çok kimse ile karşılaşabiliriz. Bu karşılaştığımız kişilerin ırkları, renkleri,dini inançları, gelenekleri ve görenekleri farklı olabilir. Bu gibi durumlarda, birbirimize saygılı olmak, birbirimizin hakkına, hukukuna ve hürriyetine saygı göstermek, birbirimize karşı hoşgörülü olmak toplum halinde yaşamanın bir gereğidir. Hastalara, düşkünlere, kimsesizlere, muhtaç durumda olanlara yardımcı olmak da hepimizin insani görevidir. Ama bütün bunları yaparken de, hiç kimseyi ayırmadan, farklılıklarını dillendirmeden, din, iman, mezhep gibi inançlarını sorgulamadan yapmak gerekir. Toplum arasında iyi ilişkiler, yardımlaşma ve paylaşma gibi maddi manevi görevler de, toplum arasındaki güçlenmeyi kuvvetlendirir. Bu kuvvet,öğle bir kuvvettir ki, gelirler arasındaki dengesizliği bile sona erdirecektir.

Gelirler arasındaki uçurum, günden güne artarak devam ederse, gelirler gideri karşılayamaz duruma gelirse, adilce ve hakça bir paylaşım da yoksa, bir toplumu ayakta tutmak nasıl mümkün olur? Gelir dağılımındaki adaletsizliklerle boğuşan toplumların, doğruluk ve çalışkanlık üzerine kurulan yaşam koşullarını düzeltmek ise,hak, hukuk ve adalet üstünlüğü, emniyet ve asayiş, güven ve itimata dayandığı gerçeğini de unutmamak gerekir. Despotların, insanlara yüksekten bakanların, eziyet edenler, zulm ve işkenceye tabi tutanların insafına bırakılan toplumlar, bir zaman sonra çalışmayı da bırakır,üretmeyi de terk eder, doğruluktan da vaz geçer hale gelir.Kartelcilerin, rantiyecilerin, Köylüyü, çiftçiyi, işçiyi ve tüm emekleriyle çalışan kesimleri,işlevsiz hale getirip, insanca bir yaşam sürdürmelerinin önüne engeller ve setler koyup,çalışarak üretip, alınteri dökerek yiğip içmenin zevkini tatmak isteyenleri bu zevklerinden alıkoyması, doğruluk ve çalışkanlığa da vurulan en büyük darbelerden değil midir?

Bireylerin kendi amaçlarının kendilerinin belirlemesi ve hayatlarını bu doğrultuda idame ettirmeleri, özel hayatlarının dışarıdan gelen müdahalelerden korunmasına bağlıdır. Bunu sağlayan ve garanti altına alan da anayasadan gelen özgürlükleridir. Barışçı ve medeni bir toplum, barış içinde bir arada yaşama becerisini gösteren toplumlara denir. Kimse kimsenin bireysel özgürlüklerine, belli haklarına, düşüncesini ifade etmesine karışmadan, bir ve beraberce yaşarlar.

Çalışmadan geçinen, üretmeden tüketen bir toplumun sonu, Osmanlıların çeşitli yabancı devletlere verdiği "Kapitilasyonlar" anlaşması ile tanıdığı "imtiyazlıklar" gibi olabileciği tehlikesini de düşünmek gerekir. Bakınız bu konu da, Mehmet Dikici ne diyor: "Kapitülasyonlar Osmanlı Devleti'nin güçlü döneminde, başlangıçta Efendinin, kapısına gelip el açana uzattığı bir bağşiş iken; kudret ve şevket devirlerinin yoksul ve muhtaçlara bağışladığı bu imtiyazların, zayıf zamanlarımızda bizi yalnız iktisadi yönlerden değil, mali ve iktisadi cephelerden de, sımsıkı bağlamış olduğu hazin bir gerçektir." Bugün her şeyimizi ithal eder hale geldik. Bütün gıda ürünleri, canlı hayvan, et,süt ve samanı bile ithal eder haldeyiz. Bu duruma nasıl gelindiğini, daha da nerelere kadar bu böyle devam edip etmeyeceği bilinmemekte, gelecek için de bir umut ışığı görülmemektedir.

Herşeyden önce doğruluk ve çalışkanlığın olmadığı bir toplumda, temeli ahlaksızlık üzerine kurulu görüşler rağbet görür hale gelir. Birçok sapkınlıklar kendine yayılacak zemin bulmada zorluk çekmez. Doğruluktan ayrılan, doğru işler yapmayan, doğrunun yanında yer almayan veya yer almaya korkan bireyler, kendi benliklerinden de, ortak değer yargılarından ve kimliklerinden de uzaklaşmış olurlar. Çalışkanlık ise, bir toplumun başarılı olduğunu gösterir. Dünya tarihinde birçok ulusun, doğruluk gibi değerlerini bir kenara ittiği zamanlarda, o toplumda dejenerasyon, çözülme ve bozulmalar meydana gelmiştir. Dünyanın neresinde yaşarsan yaşa, doğruluk ve çalışkanlık yoksa veya bir tarafa itilmişse, o toplum her şeyden geri kalmış demektir. Yukarıda belirtiğim gibi, Vatan ve Devlet, bir milletin devamı ise, doğruluk da insanlığın gereği, çalışkanlık da hayatın devamı gereğidir.


Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster