Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster
Açıklama:
Kategori: Köşe Yazarları
Eklenme Tarihi: 17 Eylül 2016
Geçerli Tarih: 03 Mayıs 2024, 18:11
Site: Görele Sol Platformu
URL: http://www.gorelesol.com/yazar.asp?yaziID=23732
MEÇHULE GİDEN EDEP VE HAYA
Bozulma ve dejenarasyon ilk önce ailede başlar. Aile
bireylerinin özellikle ahlaki ve vicdani değişimi ile başlayan bir sürecin
varacağı yer, ahlak ve edep’in meçhule giden yolunu açar. Özellikle bizim gibi
toplumlar da, bozulma ve çöküşün asli birinci sorumlusu kadın olarak görülse
de, erkeklerin sorumluluğu inkar edilemez boyutlar içermektedir. Zira, kadın,
taşıdığı ruh ve dimağla kendine aykırı olanı terk etme ve reddetme iktidarına
sahiptir. Bu itibarla erkek ona kötüyü dayatsa bile kadın bunu kabul etmeyebilir.
Çünkü kadının kendi insiyakları (İçgüdü) ve kararları, aile modelinde zaten
ciddi bir belirleyiciliğe sahiptir. Asırların gösterdiği hakikat şudur ki,
kadın, kadınsı özelliklerine, erkek de erkeksi dinamiklerine sahip çıkıp
geliştirebildiği ölçüde yükselir. Bu itibarla kadının da erkeğin de orijinal
melekelerinin korunması fevkalade hayati önem arz etmektedir.
Eğer ulusumuzun toplumsal olarak ve ahlâken
gelişmesini ve refah içinde olmasını istiyorsak, en önce annelere düşen
görevlerin en başında kız evlatlarını eğitmek,zihnen ve karakter olarak da
gereken eğitimin sağlanmasına yardımcı olmaktır.
Hiç bir kadın,“saçı uzun, aklı kısa bir varlık”
olarak görülmeyi ne kabul eder ne de böyle bir tanımlamayı hak edecek bir şey
yapmıştır.Kadının saçının uzun veya kısa olmasına kafa yoranlar, son zamanlarda
kadınların katledilerek öldürülmelerini önlemek için kafa yormuş olsalardı,
belki de bugün bir çok kadın hayatta olabilirdi. “Batan gemiden çocuklarını
kurtaran anne tebessüm ederek can verir” sözü umarım her şeyi
açıklamaya yetecektir. Her kadının bir “anne”
adayı olduğunu da unutmamak gerekir. Mark Twain’e göre de, “her kadın
ay gibidir, kimseye göstermediği bir karanlık yüzü vardır” Edep ve haya
yalnız kadınlarda aranıp da erkeklerde aranmazsa “Meçhule giden edep ve
haya” olarak anılmaya devam etmez mi? Kadınları aşağılamadan, edep ve
hayasızlıkla suçlamadan, kısa ve açık giyinenleri “aşifte” olarak tanımlamadan
önce, herkes kendi edep ve hayasını gözden geçirirse, bazı insani duygularının
da meçhule gitmesi önlenebilir diye düşünüyorum. Görünüşe göre, kıyafetine
bakarak, söylenenlere inanarak, insanları suçlamak ve hor görüp aşağılamak,ne
insanlığa sığar ne de edep ve haya duygularıyla bağdaşır.
Türk toplumunun güçlü mayasını ve sağlam nüvesini
oluşturan aile, güçlü ve karakterli yapısıyla tarih boyunca tebarüz etmiş olup,
bunda ailenin kutsiyetine
duyulan mutlak inanç ve iman gücü büyük rol
oynamıştır. Bugün yeryüzünde evrensel ve ulusal bağlamda öz niteliklerini
kaybetmemiş, misyonunu yitirmemiş ve gelecekten umudunu kesmemiş aile yapısına
sahip az sayıda milletlerden birisi olmanın onurunu ve gururunu haklı olarak yaşamaktayız.
İnsanımızın, sosyokültürel alanda çağın gereklerine uygun olarak bilimsel,
teknik ve teknolojik bütün imkanları ne denli gerçekleştirebilirsek, o oranda
birikimli bir toplum olabiliriz. Kadını aşağılayarak, hakir görerek, edepsizlik
ve hayasızlıkla suçlayarak ne ilim de, ne kültür de,ne de bilim ve teknik de
hatta teknolojik alanda başarıyı yakalayabiliriz.
Günümüz hayat şartlarında, karşı cinsler arasında bir
çok farklı biçimde ilişkilerin yaşandığını her gün görüyor ve izliyoruz. Her
türlü insan birlikteliğinde bazı sorunlar olabileceği gibi ilişkilerde de zaman
zaman bazı olumsuzluklar da yaşanabilmektedir. Hatta insanların ruhsal
dengesini bozan ilişkilerin de yaşanabileceği gerçektir. Ancak, iletişim, aile
fertlerinin birbirlerini anlamaları bakımından çok önem arz etmektedir. Aile
kutsiyetine saygıyı elden bırakmadan ailenin çok önemli bir kurum olduğunu da
unutmadan, bütün olumsuzlukların çözüme kavuşması sağlanmış olacaktır.Aile de
baş gösteren olumsuzluklar, toplum üzerinde de bir zaman sonra bir çok
olumsuzluklara yol açabilir. Bu olumsuzluklar, bazen ahlaki değerlerin yok
olmasına, bazen de edep bozukluklarına yol açabilir ki, bu da toplum nezdinde
itibar kaybına, güvensizlik duygusunun oluşmasına yol açar.
Yalan söylemek de, güven duygusunu yok edeceği
gibi,insanları birbirine de düşürebilir. Toplum içinde karışıklıklara da sebep
olur; dostlukları yıkar, yerine düşmanlık tohumları eker. Yalan konuşanlar da,
sevilmeyen, saygı duyulmayan, kendisine güvenilmeyen insanların durumuna düşmekten
kendilerini kurtaramazlar. Ayrıca, toplumda yaşanan bazı sapıklıklar,
tecavüzler, taciz olayları da, toplumun değer yargılarına zarar verir, hatta
yok olmasına sebep olur.Sonra da"meçhule giden edep ve haya"
bir daha geri döner mi bilinmez. Toplum, değer yargılarına sahip çıktığı ve bu
değerleri koruduğu sürece, saygınlık kazanır. Telafisi mümkün olmayan
bozuklukların oluşmasına ve toplum içindeki bazı çarpıklıkların yaşanmasına göz
yumulduğu sürece toplum hem saygınlığını kaybeder hem de bireylerin birbirlerine
olan güven duyguları sarsılır.