Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster
Açıklama:
Kategori: Köşe Yazarları
Eklenme Tarihi: 10 Ağustos 2016
Geçerli Tarih: 05 Mayıs 2024, 12:43
Site: Görele Sol Platformu
URL: http://www.gorelesol.com/yazar.asp?yaziID=23536
DARBE
GİRİŞİMİ VE SONRASI[*]
SİBEL
ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER
“Karaçalıda gül bitmez.”[1]
“Gerçek keşif”
der Marcel Proust, “yeni bir gözle bakmakla ilgilidir.”
Evet, çok
doğru; körün fili tarifi gibi, kim neresini yakalarsa orasından tanımlanan
darbe girişimi ve sonrasını kavramak için de yolumuzu aydınlatır bu saptama.
Böylesi
durumlarda, öne çıka(rtıla)n görüntülere aldırmadan hakikâte “yeni bir gözle
bakmak” gerekiyor.
*
* * * *
Öncelikle, kim
demişti “Darbe olmaz” diye!
Geçmişte
Erdoğan’ın, “Türkiye’de darbeler dönemi bitmiştir, kapanmıştır,” palavrasına
kananları[2] yaşam
bir kez daha tekzip edip; 15 Temmuz’da olan(lar), “Artık darbe olmaz”
rehavetini yerle yeksan etmişken; işe “Cui bono/ “Kime yarar?” sorusuyla
başlayıp; darbe sonrasına ilişkin olarak da, “Kim kazandı?” diye ekleyelim.
Yanıt(ımız):
Darbe girişiminin Erdoğan’ın önünü açıp, güçlendirdiği yolundadır. Tıpkı Mine
G. Kırıkkanat’ın, “Açılış: Darbe. Giriş: Kalkışma. Gelişme: AKP Tiyatrosu.
Sonuç Başkanlık… Oyun bitti dağılabiliriz,”[3] formülündeki
üzere.
*
* * * *
Bu darbe
içinde darbedir; yani “her ağacın kurdu, kendinden olur” gerçeğini kanıtlayan
bir realite…
Darbe
girişimi, gökten zembille inmedi. Her şey gibi onun da bir tarihi var. Yıllar
öncesinde adı “devlet içinde devlet” olarak zikredilse de, görmezden
gelinen; ancak 17-25 Aralık sonrasında “paralel devlet” diye lânetlen
bu “ağaç kurdu”nu kim besledi? Kim büyüttü? Darbe girişimde
bulunabilecek kapasiteye kim(ler) getirdi?
Evet, evet
devleti yöneten AKP ile darbecilerle suç ortaklığı “es” geçilebilir mi?
Genelkurmay
Başkanlığı, MİT’in darbeyi 15
Temmuz günü saat 4’de kendilerine bildirdiğini açıklarken; buna rağmen AKP’ce
darbecilerin harekete geçmesi beklendi. Sahte bir demokrasi kahramanı yaratmak
için darbe girişimine apaçık göz yumuldu, suç ortaklığı yapıldı.
Bu noktada,
özellikle AKP’li devlet yönetiminin darbecilerle tarihi suç ortaklığının altı
çizilmelidir.[4]
Kolay mı? Biri
Milli Görüş ve diğeri Gülen cemaati. Düne kadar teolojik ve ideolojik anlamda
ikiz kardeştiler. Siyasal İslâmcı tarihsel köklere dayanıyorlar. Milli Görüş
İmam Hatiplerde ve İslâmcı Anadolu sermayesi üzerinden örgütlerken, Gülen
cemaati eğitime yatırım yapıp, okullar ve üniversiteler açarak burada
yetiştirdiği kadroları 12 Eylül ile birlikte bürokrasiye nüfuz ettirmeye
başladı…
İki İslâmcı
akım, 2002 Kasım’ında iktidar ortaklığında bir araya geldi. Eski Türkiye’ye karşı
Yeni Türkiye için 12 yıl beraber yürüdüler bu yollardan.
Gülen cemaati
özellikle Ergenekon ve Balyoz gibi kumpas davaları ile Ordu’ya, 12 Eylül 2010
referandum sonrası da HSYK ve diğer Yargı kurumlarına yoğun ve yaygın şekilde
nüfuz etti. Bu bir AKP’nin kadrolaşma icraatıydı. Bir başka deyişle,
taraflardan biri diğerini “vesayetçi rejimi tasfiye etme”de kullanırken,
diğeri, berikinin kendisine sağladığı olanakları kullanarak devlet kurumları
içine iyice yuvalanıyordu…
2002’de “kutsal
hedef” için ortaklaşan bu iki siyasal İslâmcı akım arasındaki kopuş 2012
sonundan itibaren başladı. Yeni rejimde tek söz sahibi olma hedefi, ortakları
iktidar içi çatışmada karşı karşıya getirmiştir. Bu çatışma şimdi her türlü
aracın ve yöntemin kullanıldığı tüm hukuk dışılığı ile devam ediyor.
AKP yeni
rejimin tek söz sahibi, Gülen Cemaati ise “FETÖ PDY” (Fethullah Gülen
Terör Örgütü Paralel Devlet Yapısı) oldu.
Bu iki ortak
düne kadar tüm muhaliflerini “darbecilikle”, suçlarken, bugün darbeciliğin
aktörü hâline geldiler.
Biri
üniformasını giyerek kışladan muhtıra verirken, diğeri cübbesini giyerek Cami
minaresinden sala ile cihad çağrısında bulundu.[5]
Yani al
birini vur ötekine; ya da hepsi farksızdır; hepsi halka karşıdır…
*
* * * *
Darbeciler mi
amatördü ya da birilerinin tezgâhına, oyununa mı geldiler?
Aydın
Çubukçu’nun, “İstihbarat vardı ama şu ya da bu gerekçeyle engelleme yoluna
gitmediler,”[6] notu
eşliğinde izaha muhtaç birçok tuhaflık söz konusu… Başta MİT olmak üzere,
istihbarat örgütlerinin bu harekâttan haberdar olmayışına da ne demeli?
Biraz
spekülatif karakter taşıyabilir. Ama, “bu darbeyi RTE tezgâhladı”
gibi temelsiz bir komplo teorisiyle, üşengeç beyinlerin uydurmasıyla, bu tür
uydurmalarıyla ilgisi yok…
Soruyu daha
net soracağız: RTE darbe olabileceğini güçlü bir olasılık olarak
biliyor-görüyor muydu? Eğer böyleyse, darbeyi önlemek için neden ciddi önlemler
almadı? ”Hele bir harekete geçsinler, topu açığa çıkar
ve hepsini tepeleriz” diye düşünmüş olabilir mi?
RTE-iktidarın
elinde, F-Tipi örgütlenmenin ordu içinde ne kadar yaygın olduğu bilgisi var
mıydı? Bu örgütün darbeye kalkışabilecek bir güce sahip olduğu sanılıyor muydu?
RTE’nin
masasına konulan istihbarat raporlarından haberdar değiliz. Ama bu tür
subayların en azından general düzeyinde çok sayıda varlıkları konusunda, Balyoz
ve Ergenekon, Askeri Casusluk gibi davalarda yargılanarak sonra beraat eden ama
emekli edilen subaylar isim isim sayılıyordu. RTE masasında bu bilgilerin
olmaması mümkün değil.
Bu subaylardan
ve “TSK’de Şakirtlerin İşgali mi, Fethullahın Askerleri”[7] kitabını yayımlayan, ordu içindeki bu
yapılanmayı en iyi izleyen emekli Albay Mustafa Önsel durumu çok net
ortaya koyuyordu. (Şunu belirteyim ki Genelkurmay, bu kitabından dolayı
Önsel’in orduevlerine girişini yasaklamıştı!)
8 Şubat 2016’da
odatv’de yayımlanan yazısında da, “Cemaatçi Cunta darbeye
hazırlanıyor” diyordu. Bu yazısında şunu da
belirtiyordu: “Geçtiğimiz günlerde Fethullah Gülen Herkül. org
denilen sitede ‘Cennetin kılıçların gölgesinde olduğunu, savaş
hâlinde kılıcın hakkını vermek gerektiğini’ söyledi. Hemen
akabinde Zaman gazetesi yazarı Ali Bulaç, ‘Zorbalar kılıç
kullanır da mazlumların kılıç kullanma hakları yok mu?’ dedi.”[8]
Cemaat her
yerde dağıtılıyordu: İşadamları ve destekçileri, bizzat yönettiği mali vb
şirketler, medya, emniyet, yargı... Sadece ordu içine pek dokunulmamıştı.
Cemaatçilerin son ve tek güvendikleri yer “kılıç”a sahip olanlardı! Zaten
tarihleri, kılıçlarını Gülen’e teslim eden genç üst teğmen öyküleriyle doludur.
Bir de ordu onlar için “Son Kale”dir. Gülen’in bu başlıklı yazısı her şeyi
anlatır.[9]
*
* * * *
“Bu garip
darbeyi kim hangi akla hizmet tezgâhladı? Bu darbe siyasal İslâm içi bir
hesaplaşma mıydı? Bu sorulara, tatmin edici cevaplar bulabileceğimi sanmıyorum
ama sanırım, geleceğe ilişkin iki gözlem yapabileceğim. i) Darbeler döneminin
geride kaldığı bir kez daha doğrulandı. ii) AKP, camiyi ve sokağı, iktidar ve
şiddet aracı olarak kullanmaya başladı.
‘Askeri
darbe’ ile ‘ordunun yönetime el koyması’ arasında bir ayrım
yapmak gerekir. Askeri darbe, ordunun ya da devletin içinde bir kanadın,
devlete makinesini kırarak, siyasi iktidarı ele geçirmeye kalkışmasına
ilişkindir…
Bu ‘yönetime
el koyma’ işlemi ‘darbe’den farklı olarak, ordunun bir parçası ile
değildir; tüm emir komuta zinciriyle ilgili ve egemen sınıfların, uluslararası
sermayenin, siyasi dengelerin gereksinimlerine ve onayına bağlı olarak her
zaman gündeme gelebilecek bir seçenektir.
Erdoğan’ın
camileri doğrudan siyasi bir araç olarak kullanarak taraftarlarını sokağa
indirmiş olması AKP’nin arkasındaki toplumsal hareketi gözler önüne serdi.
Böylece Erdoğan ve AKP, bu Rabia işaretleriyle, tekbir sesleriyle, şeriat, idam
cezası talepleriyle sokağa inan şiddet tutkunu, kan akıtmaya meraklı kalabalığı
iktidarını korumak için harekete geçirirken, hem kitleyi sokağa alıştırıyor,
hem de siyasal İslâmın içindeki en radikal, cihatçı kesimlere yeni hareket,
örgütlenme alanları açıyordu.
Sonuç olarak
cuma gecesi, Türkiye toplumunun fay hatlarındaki kırılma hızlanırken,
darbeciler de devirmeye kalkıştıkları iktidara, orduyu yeniden düzenlemesi,
sokağa inmesi böylece daha da güçlenmesi, sertleşmesi için bir fırsat sunarak,
II. kuşak yararlı salaklar sıfatını hak ediyorlardı.”[10]
Elbette her
şeye rağmen darbecilerin kendi ayaklarına kurşun sıkması iyi oldu; ama olan
yine halk(lar)a oldu…
Çünkü 15
Temmuz, cemaatin en büyük kötülüğüdür. 12 Eylül’e methiyeler düzen Fethullah
Gülen “patentli” darbe girişimi, nasıl yorumlanırsa yorumlansın, bir kamikaze
eylemi değilse neydi ki?
*
* * * *
Unutulmasın:
Askeri darbeler bir sonuçtur ve otoriter yönetimlerin çocuğudur!
“Darbe”
sözcüğü, yalın biçimiyle kullanıldığında siyasal bir içerik taşımaz. Çünkü
Arapça kökenli bu sözcüğün düz anlamı “vurma”, “çarpma”dır. Ama ülkemizde daha
çok, “hükümet darbesi”, yani “coup d’état” yerine kullanılmaktadır. Bu
anlamıyla “darbe”, güç kullanarak hükümeti devirme eylemidir. “Kalkışma” ise,
gücünü aşan bir işe girişme olarak tanımlanıyor. Öyleyse, TSK içinde yuvalanmış
“Cemaatçi” subayların -sonu önceden belli- böyle bir maceraya girişmesinin,
“darbe”den çok “kalkışma” kavramına uygun düştüğü söylenebilir. Hedefleri, Erol
Mütercimler’in işaret ettiği gibi, “başarıya ulaşmak”tan çok bir “iç savaşı
tetiklemek” midir?[11] Belki…
Ama önemli
olan şu: Darbe girişimi,
devlet, düzen ve özellikle de TSK içi bir hesaplaşmanın sonucudur. Bu
çatışmanın hiçbir tarafı haklı, halkçı, “demokrat” değildir.
Girişimi
püskürten ilk hareketler, “halk” tan, “millet”ten, “sokak”tan, “demokrasiye
sadık kalmış TSK mensupları”ndan değil, AKP’nin yıllardır özel bir önem ve
özenle hazırladığı polis örgütünden gelmiştir.
AKP’nin
militan yandaşları, darbenin başarısız olduğunu onlarca kanaldaki yayınlardan,
Erdoğan ve bakanların konuşmalarından öğrendiler ve ancak bundan sonra sokağa
dökülmeye başladılar.
Türkiye
toplumunun sessiz çoğunluğunun bu darbeyi desteklemediği doğrudur ve bu iyidir.
Medya büyüteciyle “millet” olarak gösterilen AKP yanlısı gürültücü aktif
azınlığın paradosi ile bu toplumsal refleks birbirine karıştırılmamalı, bunun
üzerinden yenilgici bir ruh hâline girilmemelidir.
*
* * * *
15 Temmuz 2016
gecesini tanımlarken, gerçekleşme biçimi ve sonuçlarına bakarak, “Darbe
girişimi, kalkışma, isyan, başkaldırı,” türünden kavramlar kullanılıyor…
Ama bunlardan
çok, “krizi fırsata çevirme” Erdoğan’ın hamleleriyle ilgilenmekte yarar
var.
AKP rejimi,
darbe girişimini siyasi zeminde, gücü tahkim edecek fırsatlar penceresine
dönüştürme çabasında.
Fırsatın en
önemli boyutu, camilerdeki senkronize sala-ezan yayını eşliğindeki sokak
hareketinin para-militer eksende örgütlenmesi. Erdoğan’ın çağrısıyla
sokağa dökülen “millet”(?!) içinde eli silahlı, kayışlı, hilafet
bayraklı, her an linçe kalkışacak potansiyeldeki kişilerin çokluğu, demokrasiyi
savunma filan değil, bilakis tersi![12]
İktidarın
konsolidasyon uygulamalarının, demokratik yollarla eleştirip protesto edecek
her kesime karşı bir “bastırma” aracı olduğundan kimse kuşku
duymasın.
Önlenen
darbeden demokrasi mi çıktı? Ne oldu? Zırvaları bir kenara bırakırsak;[13] “Meydanlardaki manzara , ‘Darbeye
karşı çıkıp şeriat istediler!’,”[14] biçiminde
özetlenebilir.
Yargıçlar
Sendikası Başkanı Mustafa Karadağ’ın, “Darbe girişimini fırsata çevirme
arayışları… Dini simgelerle sokağa çıkanlar endişelendiriyor. Tekraren de olsa
söylemek gerekir; 15 Temmuz tarihli kanlı terör eyleminin, faşist, gerici,
teokratik ve otoriter bir rejime geçişin sebebi, yeni Osmanlıcı hayallerin
gerçekleştirilmesi aracı olarak kullanılmasına izin verilmemelidir,”[15] notunu düştüğü tabloda “Bu darbenin
perde arkası da var mıdır?” denirse… Darbe girişimine karşı Cumhurbaşkanı, “Bu
darbe Allah’ın bize hediyesidir”; Başbakan, “Bu darbenin olduğu gün bizim
bayram günümüzdür. Bundan böyle bu günü bizim bayramımız olarak kutlayacağız,”
diyorlarsa; sorunun yanıtı ortada değil midir?
Ayrıca
şimdilerde “cadı avı”nı andıran tablonun acil gündem maddesi, “yeniden idam
düzenlemesi”yle devasa bir tasfiyedir.
Bir şey daha:
Darbe karşıtı “halkımız” polis eşliğinde Nurtepe ve Gazi mahallesine cihat
yürüyüşleri yapıyorken; darbe girişiminden sonra cezaevlerinde hak ihlâlleri
artmaya başladı. Adalet Bakanlığı, cezaevindeki tutsakların avukatlarıyla
görüşmesini yasakladı. Tutsakların aileleriyle de telefonda görüşmelerini
yasaklayan Adalet Bakanlığı, ikinci emre kadar tahliyelerin yapılmayacağını
belirtti.[16]
Bazı grupların
Alevî mahallelerine yönlendirilmesi üzerine mahallelerde nöbet başladı.
Malatya’daki Pir Sultan Abdal Kültür Derneği’nin önünde polis barikat kurdu,
önlem aldı. Konya’da ise 18 Temmuz 2016’da gece kent merkezinde toplanan
AKP’liler, Suriyeli mültecilerin yaşadığı mahalleye girmek istedi. Saldırıda 5
Suriyeli yaralandı…
Darbe
girişiminin ardından başlayan protesto eylemleri Alevîlerin yaşadığı bölgelerde
provokasyon tehlikesi de yarattı. Gazi Mahallesi, Okmeydanı, Nurtepe, Gülsuyu
ve Armutlu gibi mahallelerde saldırı girişimleri artarak sürdü. Gazi
Mahallesi’nde 17 Temmuz 2016’da tekbir getirerek yürümek isteyen grubun mahalle
içinde saldırı yapacağı söylentisinin hızla yayılması üzerine, cemevi önünde
toplandılar.
Okmeydanı’nda
ise Anadolu Kahvesi ve çevresinde araçlarıyla protesto gösterilerine katılan
bazı kişiler tekbir getirerek, “AKP burada, Alevîler nerede” şeklinde slogan
attı. Bunun üzerine mahallede bulunan bir grup genç, araçlara taş atmaya
başladı.
Malatya’da
Alevîlerin ağırlıkta olduğu Paşaköşkü ve Çavuşoğlu mahallelerine giden gruplar
“AKP’liler burada Alevîler nerede?” diye bağırdı ve AKP marşları çaldı. Yaşanan
gerilim polisin havaya ateş açmasıyla önlendi. Alevî derneklerinin temsilcileri
Malatya Valisi Mustafa Toprak’ı arayarak acil önlem alınmasını istedi,
Paşaköşkü’ne çıkan İsmetpaşa Caddesi’nin 100. Yıl Kavşağı ile Paşaköşkü Camii
bölgesi ile bazı ara sokaklar barikatlarla araç trafiğine kapattı.[17]
Bitmedi: Trabzonspor yöneticisi
Veysel Taşkın, darbe girişimi sonrasında darbeci askerlerin “gavur”, eşlerinin
ise “milletin ganimeti” olduğunu söyledi![18]
Marmara
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Camii’nde düzenlenen ve Cumhurbaşkanı Tayyip
Erdoğan ve 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün de katıldığı cenaze töreninde dua
eden imam, “Birliğimizi daim eyle Ya Rabbi. Devlet adamlarımıza yardım eyle,
bizi her türlü şerden ve şerliden muhafaza eyle Ya Rabbi. Bilhassa okumuşların
şerrinden bizi muhafaza eyle Ya Rabbi” ifadelerini kullandı![19]
Diyanet
tarafından açıklanan “darbecilerin
cenaze namazları kılınmayacak” açıklaması
bu insanların yargılanmadan infaz edildiğini ortaya koyuyor. Birey kendi
eylemlerinden sorumludur. Verilen bu kararın yargısız infaz olması bir yana
büyük bir tahminle Müslüman olan
ailelerinin de ömür boyu cezalandırılması demek değil midir?
Ayrıca -ne
alâkâsı varsa- darbe girişiminden söz ederken Topçu Kışlası projesine de
değinen Erdoğan “Orada ne
yapacağız biliyor musunuz? Orada
bir tarih müzesi yapacağız. Yetmez, şu an Atatürk Kültür Merkezi’nin olduğu yer
yıkılacak. Türkiye’nin ilk opera binası yapılacak. İnşallah Taksim Camii’ni de
inşa edeceğiz,” dedi.[20]
TOBB ile diğer
sivil toplum kuruluşlarının darbe girişimini nedeniyle TBMM Başkanı
İsmail Kahraman’a ziyareti sırasında, HDP’li Sırrı Süreyya
Önder konuşmasında, “Sayın Öcalan” diye bahsedince sivil toplum
kuruluşları üyelerinden tepki geldi, büyük gerginlik yaşandı. Bazı
ziyaretçilerin Önder’e doğru hamle yapması üzerine araya Meclis polisleri girdi. Sırrı
Süreyya Önder hemen tören salonundan polisler eşliğinde çıkarıldı.[21]
*
* * * *
Bu
-işkenceci[22]- karanlık tablo Erdoğan’ın eseridir.
Darbe
girişiminin ilerleyen saatlerinde, Erdoğan’ın ekranlardan sokağa davet ettiği
paramiliter güçleri işi askerleri linç ederek öldürmek gibi fiillere kadar
ilerletmişlerdir.
Yine Erdoğan
ve AKP’nin yönlendirmesi ile yurdun dört bir yanındaki cami ve bazı okulların
ses cihazlarından ezan ve sela sesleri ile cihat çağrısı içerikli duyurular
yapılmıştır.
Darbecilerin
başarısız girişiminin ardından Diyanet bugün daha da güçlenmişken; darbe
girişimine karşı AKP tabanının dini motivasyonla mobilize olması sağlandı. Ezan
ve salalar, AKP taraftarlarını birer “mücahid” hâline getirdi. Diyanet, süreç
sonunda “prestijini” artırdı.
Bu bağlamda
meselenin gerek politik gerekse fiziki boyutları ile ulaştığı nokta, basit bir
komplo veyahut bir tezgâhtan ziyade Erdoğan ve AKP’nin bugün için yarattığı
sürdürülemez hâli meşrulaştırıp; Erdoğan’ın başkanlık hayallerinin devreye
sokulmasıdır. 20 Temmuz akşamı ilan edilen OHAL’in bu amaç doğrultusunda,
Başkanlık sistemine giden yolu temizleme amacı doğrultusunda işletileceğinden
hiç kimsenin kuşkusu olmasın.
Darbe
girişiminin bastırılması sonrasında biat rejimini güçlendirecek uygulamalar,
başdöndürücü bir hız kazandı. Örneğin 165 üniversite Erdoğan’a “bağlılığını”
ilan ederken, rektörlerden “cemaate mensup hocaları savcılıklara bildirmeleri”
istendi. YÖK Başkanı Yekta Saraç, “Sağlam iradesiyle bu büyük badirenin
atlatılmasını sağlayan Cumhurbaşkanımıza, Türk akademik camiasının başkanı
olarak bir kez daha bağlılığımızı arz ederim” ifadesini kullandı.[23]
Durumun
vardığı nokta buyken; elbette daha da fazlası var.
‘The
Guardian’dan Ranj Alaaldin, darbe girişimi sonrası Türkiye’yi kanlı günlerin
beklediği vurgusuyla, Erdoğan ve partisi AKP’nin baskıcı yönetiminin ülkeyi
mutlak bir bölünmeye yönlendirdiği ve bunun sonuçlarının da devam edeceğini
yazmakta[24] haksız
değil!
Evet faşizme
doğru ilerlediğinin altını çizen Ertuğrul Kürkçü’nün ifadesiyle, “Doğrusu,
faşizmin klasik doktrinde ifadesini bulan sürecine dair bütün metodoloji,
Erdoğan’ın yürüyüşünde de neredeyse birebir kitapta olduğu gibi ifadesini
buluyor. Ne var ki pek çok insan soy faşizm olarak MHP’nin varlığını veri
aldığından Erdoğan’ın faşizme yürüdüğüne bir türlü inanamadı, hâlâ da
inanamıyor. Lümpenlerin ve küçük burjuvaların oluşturduğu bir kitle hareketine
yaslanmak; milli ve dini efsaneleri bir üstünlük mitolojisine içeren sahte bir
kardeşlik ideolojisi çevresinde yığınak yapmak; ‘üstünler’in dümen suyundan
giderken ‘üstün’lere atıp tutmak; bir yandan devlet içinde çeteler oluştururken
öte yandan doğrudan Saray’a bağlı olarak oluşturulan sivil çetelerle toplumu ve
kurumları baskı altına almak; düşman ceza hukuku uygulamasını yargı doktrini
düzeyine yükseltmek; siyasi partiyi bir şeflik sistemi üzerine yeniden dizayn
etmek; liyakate değil doğrudan doğruya şefe sadakate dayalı bir devlet
politikası iklimi oluşturmak; loncalara dayanan bir toplumsal örgütlenme
mitolojisiyle esnafı güvenlik aygıtıyla ikame etmek; meslek gruplarına devletin
uzantısı olacak şekilde misyonlar biçmek, baskı ve sömürüyü, kadınlara ve
heteroseksist olmayan cinsiyet yönelimlerine yönelik nefret söylemine dinsel
meşruiyet kazandırmak… İşte AKP’nin iktidar pratiğinde bütün bunlara bir arada
baktığımızda aslında bir faşist hareketin gözlerimizin önünde hızla devlet
iktidarını fethetmeye doğru yürüdüğünü görürüz… Şu anda bütün cüssesi ile bir
faşist hareketin karşımıza çıkmaya başladığını açıkça söylemek mümkün. Bu bir
demokratik devrimin yıkıcı bir toplumsal devrim olmaksızın kendi dinamikleri
içerisinden sosyalizme doğru evrilmesinin simetriği olarak görebileceğimiz bir
anti-devrim: Muhafazakâr, İslâmcı bir muhalefet hareketi iktidara yükselişinin
sürekliliği içinde devletle ve sermayeyle özdeşleşerek bir faşist harekete
evriliyor.”[25]
*
* * * *
Başarısız
darbe girişiminin ve ardından ilan edilen OHAL’in Erdoğan’ı ve AKP’nin
iktidarını daha da güçlendireceği kuşku götürmez. Bu güç Kürt halkına karşı
yürütülen imha savaşını Türkiye’nin tümüne yaymak için kullanılacaktır. Ancak
başarısız da olsa bu darbe girişimi Erdoğan ve iktidar açısından büyük bir gücü
olduğu gibi, güçsüzlüğü de bağrında taşımaktadır. Başarısız darbe sonrası
başlatılacağı ilan edilen “temizlik hareketi” yönetemezliği ve kaosu daha da
büyütecektir.
Darbe
girişimi, Erdoğan’ın baskı ve sindirme politikasının önünü daha fazla açacak
olanaklar sunduğu gibi, egemen sınıfların daha büyük bir siyasi kriz içine
girmesine neden olacak sonuçları da doğurmuştur.
Özetle devlet
içindeki çatlakların kapanması hiç de kolay değil ve olmayacakken; ortada
“demokrasi bayramı” falan yok!
Kolay mı? Oya
Baydar’ın bile, “Bayram coşkusu içinde demokrasinin zaferini ilan edenlerin
keyfini kaçıracağım için özür dilerim ama ham hayallerin sonu hüsrandır. Ancak
gerçeği olduğu gibi görür ve doğru teşhis edersek sorunlarımıza çözüm
bulabiliriz. Üç günden beri yaşadıklarımız demokrasi bayramı için henüz erken
olduğunu; iktidarıyla muhalefetiyle herkes aklını başına devşirmezse
demokrasinin arkasından yas tutacağımız günlerin geleceğini gösteriyor,”[26] diye betimlediği bir tablodur söz
konusu olan!
15 Temmuz
gecesi gördük ki ne darbeyi durduran şey sokaklara dökülen halktı, ne de sokağa
çıkanların demokrasiye sahip çıkmak gibi bir derdi vardı…
“Saldırıları
ya da darbe girişimini masumlaştırmak, çatışmaları karikatürleştirmek, ölümleri
önemsizleştirmek değil niyetimiz. Ama gerçekte yaşanan ve gözlerimizle
gördüğümüz şey, kendi kendini yenilgiye mahkûm etmiş bir darbe girişimi ve bu
anti-demokratik girişim karşısında yine anti-demokratik saiklerle harekete
geçen bir iktidar ve onun kitle tabanıdır. Tabanını ‘sorun çözülene kadar’
sokağa çıkmaya çağıran AKP, fırsattan istifade kendi diktatörlük projesini
‘halkın aşağıdan hareketine dayanan bir demokratik hamle’ olarak topluma
dayatma çabasındadır.”[27]
*
* * * *
Liberal Ahmet
Altan’ın, “… ‘İç savaş çıksın, ezer geçeriz,’ diyerek gözünü karartmış bir adam
sizi nereye sürüklüyor bir görün,”[28] demek
zorunda kaldığı dizaynda bir “Uzun Bıçaklar Gecesi”nin izlenimi ve kan
izleri var. ‘Gezici Araştırma’nın anketinin, nüfusun yüzde 20’sinin IŞİD’i
desteklerken, yüzde 23’ünün de sempati duyduğunu ortaya koyduğunu unutmayalım.
15 Temmuz
darbe girişimine karşı Erdoğan’ın sokağa çıkma çağrısıyla, Türkiye’den
Suriye’ye gidip savaş deneyimi kazanan cihatçı çeteler de polisin yanında silahlı
çatışmalara katılmış ve çatışan bazı “sivil”lerin, daha önce Suriye’de de
savaşan İBDA-C’liler olduğu ortaya çıkmışken[29] tehlike,
Reis istediği için sokağa dökülen İslâmcı-faşist güruhlardır. Bu güruhlar,
darbe girişimi püskürtüldü denmesine rağmen hâlâ sokakta tutuluyor. Dört
partinin darbeye karşı ortak bildirisi mecliste okunurken dışarda bu güruhlar
vardı. Darbecilerin kellesini (idam) isterken, aynı zamanda “Mecliste PKK
istemiyoruz” sloganı atıyorlardı. Başbakan da “Gereken neyse yapılacak,
mesajınız alındı,” yanıtını verdi.
“Uzun Bıçaklar
Gecesi”nden söz ettik; açmadan geçmeyelim: Darbeci subaylara ve askerlere
yönelik şiddet Hitler’in sahnelediği “Uzun Bıçaklar Gecesi”ni
andırmaktadır. Bilindiği gibi, Hitler, başbakan (şansölye) olduktan sonra,
Alman Nasyonal Sosyalist İşçi Partisi’inde birlikte olduğu Ernst Röhm’ü ve liderliğindeki SA’ları
politik gücüne karşı tehdit olarak görmeye başladı. Cumhurbaşkanı Hindenburg
yaşlı ve hastaydı ve Hitler’in yanısıra Röhm de yerine geçmek istiyordu. Bir
ikincisi, Röhm, ulusal savunmayı SA’ların üslenmesini talep ediyordu.
Dolayısıyla, generaller de Röhm ve SA’lardan rahatsızlık duyuyor, Hitler’den
tasfiye edilmelerini istiyordu. Sonuçta Hitler, sokak gücüyle kendisini
iktidara getiren, tıpkı cemaat gibi devletin kılcal damarlarına sızmış yüzü
aşkın SA kadrosunu, SS kıtalarına ve Gestapo’ya öldürttü. 1950’lerde bu sayının
bin olduğu tespit edilecekti. Röhm hapsedildi ve daha sonra orada öldürüldü.
Bu olaydan bir
süre sonra ölen Hindergburg’un yerine Hitler geçer ve başbakanlıkla
cumhurbaşkanlığını birleştirir ve Führer olur. Ülkede Nazi partisi dışındaki
tüm partiler kapatılır, muhalif vekiller tutuklanır..
Ne kadar
tanıdık bir hikâye değil mi?
Şimdi
bu gecenin bitiminde, Reis’ten, partiden ve camilerden verilen
talimatlarla hareket eden cihadçı-ırkçı-faşist güruhlar, büyük olasılıkla
solculara, Alevîlere, laiklere, Kürtlere ve (ekmeklerini paylaşmak istemedikleri)
Suriyelilere yönelecektir. Bunun örnekleri görülmeye başlandı bile!
Erdoğan’ın
başdanışmanı Şeref Malkoç, “Milletimizin ruhsatlı silah almasının önü
açılacak. Sayın içişleri bakanımız bununla ilgili yasal düzenleme talep edecek.
Darbeye teşebbüs edenlere karşı milletin meşru müdafaa hakkını korumak için
silah ruhsatı vermenin önünün açılması lazım,” demesi de bundandır!
Kaldı ki
onların “milleti”nin kim olduğu malumdur… Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan
Yıldırım’ın çağrısıyla sokağa çıkıp Ankara-Gar katliamında hayatını kaybedenler
anısına yapılan 10 Ekim Barış, Emek ve Demokrasi Anıtı’nı parçalayanlardır.
Hayatını kaybeden demokrasi-barış-özgürlük şehitlerinin fotoğrafları ve
isimlerinin bulunduğu kartonları yerlere saçanlardır. Yurdun çeşitli yerlerinde
Alevî mahallelerini taciz ederek çatışma çıkmasını kışkırtanlardır.
Bunlar onların
“cadı avı” için bir fırsatken; “Şimdi asıl büyük tehlike ‘darbenin halk
direnişiyle bastırıldığı’ söylemiyle ırkçı-gerici bir militan kitle hareketi
eşliğinde fiili başkanlık rejiminin açık faşizme dönüştürülmesidir.”[30]
*
* * * *
Tekrarlayalım:
Darbe girişimi engellendi, iyi de demokrasi mi kazandı yoksa AKP mi?
Tamam, darbe
girişimi önlendi önlenmesine de, bunun yol açtığı AKP’nin “sivil” darbesi ne
olacak?
“Darbe
belasından kurtulduk ama İslâmcı tınılı bir popülist otokrasi riski katlanarak
arttı,”[31] notunun
düşüldüğü tabloda ‘The Economist’in de işaret ettiği üzere, “Darbe girişimi,
Erdoğan’ın gücünü artırdı”;[32] “Sokaklarda
bir 31 Mart Vakası mı söz konusu mu?” sorusu eşliğinde elbette!
Ezanlı “Sokağa
Çıkın” emri Diyanet’ten gelirken;[33] “Gösterilerde
darbeye karşı zikir çektiler.”[34]
İktidarı
destekleyenlerden bazıları, bu lanetli olayı da insanları birbirine
düşmanlaştırma zeminine oturtmaya çalışıyorken; Diyanet İşleri’nin darbe
girişimine karşı çıkmak için de olsa, camileri siyasetin merkezine yerleştirme
tavrı, cihat çağrıları çok reddedilmesi gereken işlerdir. Darbe teşebbüsü,
dindar bir iktidara, ama dine karşı değil, “demokrasi”ye karşı bir girişimdi.
İşi din eksenine kaydırmanın anlam ve bağlamıysa, herkesin malumudur.
Tam da bunun
için Genco Erkal’ın, “Bu ‘demokrasi bayramı’ndan çekiniyorum. Gelişmeleri
endişeyle bekliyorum… En baştaki adamın yaptığı sivil darbedir,”[35] saptamasına hak vermemek elde mi?
Bir kez daha
tekrarlayalım: “Ya Allah, bismillah” nidaları ve zikirleriyle yapılan
gösterilerin Erdoğan’ı hâkim-i mutlak ilanıyla 30 Haziran’ı 1 Temmuz’a bağlayan
1934 gecesi Almanya’sındaki (Hitler’in siyasal rakiplerini tavsiye ettiği)
‘Uzun Bıçaklar Gecesi’nden ne farkı vardır ki!
AKP’nin sokak
gösterileriyle, bir taraftan tabanını konsolide edip, öte yandan “demokrasi”
söylemi altında sınıflar üstü bir görünümle bundan sonra atılacak adımlara
kitlesel destek oluşturmayı hedeflerken; yeri geldi hatırlatalım: AKP’ye biat
etmeyen, karşı çıkan muhalefeti bastırmak için nasıl bir şiddet politikası,
nasıl bir ‘cadı avı’ sürdürdüğünü unuttunuz mu?
Gezi/ Haziran
çıkışını bastırmak için, “Bu bir darbe teşebbüsü,” diyerek binlerce insana
karşı düzmece Kabataş yaygaralarıyla, “Başörtülü bacımızın üstüne işediler
mahrem yerlerini gösterdiler,” yalanlarına sarılmadılar mı?
Bu yolda fetva
veren Erdoğan değil miydi? Ethem Sarısülük’ü, Mehmet Ayavalıtaş’ı, Ali İhsan
Korkmaz’ı, Berkin Elvan’ı öldürenleri savunan AKP iktidarı değil miydi?
Ya Roboskî’de
34 çocuk yaşta insanı acımasızca bombalayarak öldüren katiller ne olacak?
Suruç’ta 33 sosyalistin katlinde hâlâ bir soruşturma açılmamasının mimarı onlar
değil mi?
Ya
Diyarbakır’daki HDP mitingindeki saldırısı; 10 Ekim 2015 Ankara Garı katliamı?
Daha fazlasını
sıralamak mümkün; ama gereksiz: “Tarihte hiç bir diktatörün iktidar yürüyüşü
kansız olmadı,” gerçeği hafızalardayken, yol hep aynıdır!
Öncelikle
Hitler’in 1933’de Berlin Meclis’ini yakarak (Reichstagsbrand) yönetimi nasıl
eline geçirdiğine bakmak; bugün oynanan oyun daha net anlaşılır kılar.
Hitler o
yangının suçunu, Yahudilere, sosyalistlere yıkıp; onları katledip, hapsederek
iktidara yürüdü!
*
* * * *
Yinelemek
pahasına altını çizmeliyiz: Tamam darbe girişimine karşıyız; ama sadece darbe
girişimi değil, otoriter zorbalıklar da gayrı meşru değil midir? Darbe
girişimine karşı yaşanan “darbe”, aslında Tayyip’in darbesi olmasın?
Darbe
girişimi 15 yıllık bir birikimin, ekonomik politik gerginliklerin, toplumu
kutuplaştırma ile beslenen bir siyasetin, egemen sınıf içinde, onun devlet
aygıtında yol açtığı, büyüttüğü çelişki ve çatışmanın vardığı boyutu ortaya
koyarken; olan(lar), darbe girişimi içinde darbe değil; daha da fazlası:
Karşı-devrim içinde karşı-devrim bu…
Kimse inkâra
kalkışmasın: Darbeci ile karşı darbeci aynı özellikleri taşımaktadırlar. Ruh
ikizidirler. İkisi de toplumun en az yarısını eline çekip, diğerini günah
keçisi ilan etmeyi tercih etmekte. Ötekileştirdiklerine her türlü katliamı
reva, mallarına, mülklerine, değerlerine el koymayı hak görmektedir.
Darbeci ve
karşı darbeci güçlerin bir ucunda Gülen, bir ucunda Erdoğan var ve her ikisi
arasında parsellenmiş, polis, asker ve para-militer güçler mevcut. İkisinin de
derdi güç devşirmek. Demokrasi, halklar, insanlık, çoğulculuk ve saygı esas
değildir. Çünkü onlar da bütün meselelere sermayenin çıkarları ile emek ve Kürt
karşıtlığı üzerinden bakarlar.
Kaldı ki,
“Darbe girişimi Türkiye’de demokrasi olmadığının kanıtıdır… Askeri kliğe
karşı başka askeri kliğin darbe yapma girişimidir… Darbe girişiminden sonra
Erdoğan ve Saray Gladyosu’nun sanki demokratmış gibi gösterilmesi tehlikeli bir
yaklaşımdır… Demokrasi güçlerinin bir tarafın yanında yer alması söz konusu
değildir… Eğer demokrasiye karşı darbe varsa en başta faşist AKP yapmıştır,”[36] tespiti önemliyken; Ahmet Şık’ın da
ifadesiyle, “Korunan demokrasi değil parlamenter sistem oldu. Apoletli faşizm
ile sivil faşizmin taht savaşının tek kazananı faşizm oldu.”[37]
*
* * * *
Abartmıyoruz!
Darbe
girişimine karşı sokağa çıkanların demokratik reflekslerle hareket ettiği iddia
edilebilir mi?
Darbeye karşı
halkı sokağa davet eden AKP’nin, cami imamlarının, polisin demokrasi çıtasını
yükselttiği söyleyebilir mi?[38]
Elbette
‘Hayır’! Çünkü darbe girişimine karşı olmak, AKP’ye destek olmak gibi bir
noktaya çekilmemelidir.
Ya
sokaklardaki “direniş” mi? “Direniş Hakkı” sivil bir darbenin direnişini meşru
gören insanlar tarafından kullanıldığında buna bir direniş denilemez. Dense
dense, -karşılıklı- bir iktidar savaşı denilebilir.
Ortada Gülen
ile Erdoğan’ın iktidar kapışması varken; AKP iktidarının suçlarını hiç bir
demokratik kavram örtemezken; AKP iktidarının savunulacak tek bir tarafı da
yoktur.
Kimse Erdoğan
ile AKP’yi demokrasi havarisi ilan etmeye kalkışmasın. Erdoğan ve hükümetine
verilecek en ufak bir destek işçi sınıfına, ezilenlere, Kürtlere,
ötekileştirilenlere zûldür! Darbe girişimcilerine karşı çıkmak da, AKP’ye
güvenmemek de esastır.
Nihayet darbe
girişimi engellenirken; aslında darbecilikte kimsenin eline su dökemeyeceği
AKP’nin yeni darbe sürecine girilmiş oldu. İlan edilen OHAL, bunun
taçlanmasıdır. AKP iktidarı böylelikle, en az üç ay boyunca, ülkeyi hiçbir
yasal denetime tabi olmayan KHK’larla yönetme olanağını ele geçirmiştir.
Dahası, tek ses olmuş medyanın da yardımıyla estirdiği “meşruiyet terörü”,
sokaklarda sağladığı “güruhların sultası” ortamında, “darbecileri temizliyorum”
diye bütün kurumları her türlü “çatlak ses”ten arındırma olanağını ele
geçirmiştir. Bunu sonuna dek kullanacağından kuşkunuz olmasın. Bırakın muhalif
sesleri, olan bitenleri kaygılı bir suskunlukla karşılayanlar üzerinde dahi,
“sen neden sokakta değilsin!” baskısı başlamıştır bile…
Özetin özeti:
Bu -de facto olarak- bir Tayyip darbesidir.
MİT,
Genelkurmay, Hükümet bu darbeyi biliyordu ve engellemeyip olmasına izin
verdiler… Tıpkı 10 Ekim patlamasını bilip de engellemedikleri gibi. Bırakın
öncesini, kendi ağızlarından “Saat 16.00’da darbe girişiminden haberdar olduk”
itirafı dahi, bu gerçeğin kabulüdür.
Ordunun önemli
bir kısmının bu darbeye destek vermedi ve bunu biliyorlardı. Bastırılacağı
kesindi.
Erdoğan, yarın
bir gün kendisini başkan ilan ederse hiç şaşırmamak gerek.
Çünkü bunun
için gerekli meşru zemini sağlamıştır.
Başarısız
“darbe” girişimi, İslâmcılara sağa sola saldırma, linç girişiminde bulunma gibi
bir sürü eylemlerine meşru bir zemin sunuyor. Tayyip’e de başkanlık tabi.
İç savaş
başlıyor gibi, karşıtlar arasında çatışmalar olabilir.
‘The
Independent’dan Robert Fisk, darbenin başarısız olmasının ordunun Erdoğan’a
sadakati anlamına gelmeyeceği vurgusuyla, 15 Temmuz 2016’da yaşananların
Ortadoğu’daki sınırların ve devletlerin çökmesi ile bağlantılı olduğunu
kaydedip; yeni bir darbeye hazır olunması gerektiğini belirtirken;[39] ‘Süddeutsche Zeitung’, “Orduda
hoşnutsuzluk sürüyor”; ‘The Financial Times’, “Darbe girişimi Türkiye’yi kaosa
sokuyor,”[40] diye
ekliyordu…
*
* * * *
Yarın çok geç
olabilir. “12 Eylül’ü aratacak günlere girildi, hayırlı olsun… Karşı darbe tam gaz gidiyorken;[41] tehlike geçmedi, yeni başlıyor
Sokakları
zaptetmeye çalışan gerici-faşist-cihadcı para-militer gruplara karşı halkın
savunmasını inşa etmek, bu darbe içinden darbe çıkaranlara, iç savaş provası
yapanlara direnme hakkını hayata geçirmek yaşamsal bir görevdir.
Büyük bir
sarsıntı yaşandı ve daha da sürecek. Coğrafyamı uçurumun eşiğinde… Çok tehlikeli bir döneme giriyoruz.
Yakın dönem hiç kimse için kolay olmayacaktır. Zor zamanlar bekliyor hepimizi.
Tarihsel
olarak yeni bir dönemece giriyoruz; olası tüm gelişmelere karşı hazırlıklı
olunmalı!
Bu
koordinatlarda “Ne o ne öbürü”; “Ne darbe ne tek adam diktatörlüğü” demeyi
becermeliyiz. Üniformalı ya da cübbeli, her tür darbeye karşı olmalıyız.
İşçi sınıfı
emekçileri çok daha karanlık ve zor günlerin beklediği açıktır. Bu zorbalığın
karşısında ancak birlik ve güçle durulabilir. Tek yol budur.
“Yok başka
cehennem” dedikleriyle yüz yüze olsak da; ne, nasıl olursa olsun, “umudu kesme
yurdundan” uyarısını kulağımıza küpe edeceğiz!
Nihayet Edip
Cansever’in, “Utancı bilerek yaşamak korkunç/ Daha korkuncu da var: utancı
bilerekten yaşatmak,” dizelerinin bilincinde karamsarlığa, umutsuzluğa yer yok.
Dünya dönüyor; mücadele devam ediyor ve karanlığın içinde ışık da var.
20 Temmuz 2016
18:58:43, Ankara.
N O T
L A R
[*] Kaldıraç, No: 181, Ağustos 2016…
[1] Karacaoğlan
[2] “Yıllarca önce şöyle demiştim: “Bu ülkede bir darbe
daha olursa, bu mesleği bırakırım...” (Ertuğrul Özkök, “Darbeciler Kimseyi
Yanında Bulamadı”, Hürriyet, 16 Temmuz 2016…
http://sosyal.hurriyet.com.tr/yazar/ertugrul-ozkok_10/darbeciler-kimseyi-yaninda-bulamadi_40149033)
[3] Mine G. Kırıkkanat, “Rezillik…”, Cumhuriyet, 17 Temmuz
2016, s.13.
[4] Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nin hazırladığı
‘Fethullahçı Terör Örgütü’ne ilişkin iddianamede, AKP ile ilişkiler gölgelense
de, Emniyet’e, Yargı’ya, MİT’e, TSK’ya sızıldığının altı çizilmişti. (Alican
Uludağ, “Savcı AKP-Cemaat Ortaklığını Sakladı”, Cumhuriyet, 16 Temmuz 2016,
s.5.)
[5] Turan Eser, “Cübbeli Darbeler”, Birgün, 19 Temmuz
2016… http://www.birgun.net/haber-detay/cubbeli-darbeler-120534.html
[6] Serpil İlgün, “Aydın Çubukçu: Dikta Tehlikesinin Üzeri
Örtülüyor”, Evrensel, 20 Temmuz 2016…
https://www.evrensel.net/haber/285570/aydin-cubukcu-dikta-tehlikesinin-uzeri-ortuluyor
[7] Mustafa Önsel, Ağacın Kurdu-TSK’de Şakirtlerin İşgali
mi? (Fethullah Askerleri), Alibi Yay. 2016.
[8] http://odatv.com/
cemaatci-cunta-darbeye-mihazirlaniyor- 0802161200.html
[9] Orhan Bursalı, “RTE, Darbe Olasılığını Görmüş ve
‘Bırakın Tepeleriz’ Demiş Olabilir mi?”, Cumhuriyet, 18 Temmuz 2016, s.6.
[10] Ergin Yıldızoğlu, “Garip Bir ‘Darbe’ Üzerine İki Not”,
Cumhuriyet, 18 Temmuz 2016, s.9.
[11] ‘Darbe Girişimi Başarısızlık Üzerine Kuruldu, Bu Bir
İç Savaş Denemesiydi’, Cumhuriyet, 21 Temmuz 2016…
http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/siyaset/571162/
[12] ABD Kongresi Temsilciler Meclisi, Türkiye ve AKP
politikaları üzerine bir oturum düzenledi. Basın özgürlüğü ve insan hakları
karnesi adeta yerden yere vurulan AKP’nin yakın zamana kadar El Kaide ve IŞİD’e
doğrudan ve dolaylı olarak destek verdiği de belirtildi. (Ömür Şahin Keyif,
“AKP Yıllardır Radikallere Destek Veriyor”, Birgün, 15 Temmuz 2016, s.9.)
[13] Dört zırvanın altını çizmeden geçmeyelim!
i) “#Demirtaş: Sokağın meşruiyeti dün (darbe
girişimini kastediyor-yn) gece tarih önünde bir kez daha teyit edilmiştir.
Demokrasi sokaktadır.”
(https://twitter.com/OzgurGunTV/status/754257584455032832/photo/1)
ii) “Bir de ‘sokağa dökülenler’ faslı var. Sokağa
dökülenlerin hemen hemen tamamının Tayyip Erdoğan’ın iktidarını destekleyen
yurttaşlar olduğu kanısındayım. Yani, birçok konuda hemfikir olmadığım
kimseler. Ancak, sokaklara ve özellikle olayların geçtiği yerlere gitmeleri son
derece olumlu ve son derece önemli bir davranıştı. Böyle bir olay bundan kırk
yıl önce gerçekleşebilse bugün Türkiye de çok başka bir toplum olabilirdi.”
(Murat Belge, “Girişim”… http://t24.com.tr/yazarlar/murat-belge/girisim,15049)
iii) “Cumartesi akşamı sokaklara dökülen kitle askerî
darbeyi engellemek için döküldü. Amacı bu olan bir kitle, ister dindar olsun
ister puta tapsın, gerici değildir. Haklarının bilincindedir, darbenin anlamını
kavramıştır, kendini savunmaktadır. Yani haklıdır. Bu kitleyi küçük gören,
desteklemeyen, içinde yer almayan hiçbir kişi veya örgüt sosyalist sıfatını hak
etmez.” (Roni Margulies, “Darbeyi Kimler Engelledi”, 20 Temmuz 2016…
http://m.marmarayerelhaber.com/Roni-MARGULIES/45268-Darbeyi-kimler-engelledi)
iv) “Daha darbecilerle çatışmalar devam ederken
ileriye sıçrayıp ‘Darbeye karşıyım ama bu iş Tayyip Erdoğan’a yarayacak’
dediysen, önce bunu düşündüysen sen de darbecisin… ‘Darbe önlendi ama yerine
şeriat geliyor’ yaygarasına başladıysan, daha ilk günden ‘Hadi bana eyvallah’
deyip başka yerlere göçmeye davrandıysan sen de darbecisin… Zaman, siyasi
kavgaları ikinci plana itip adam gibi işleyen ve bir daha böyle haince
kalkışmalara izin vermeyecek bir demokrasiyi kurmak için ortaklaşa davranma
zamanı… Bunu yapmak yerine kavgaya devam edeceksen, sen de darbecisin.” (İsmet
Berkan, “Aslında Sen de Darbecisin…”, Hürriyet, 17 Temmuz 2016, s.22.)
[14] “Meydanlarda Manzara: Darbeye Karşı Çıkıp Şeriat
İstediler!”, Birgün, 18 Temmuz 2016, s.15.
[15] Mustafa Karadağ, “Darbe Teokratik Tek Adam Rejimine
Basamak Yapılmasın?”, Birgün, 18 Temmuz 2016, s.10.
[16] “Cezaevinde Darbe: Görüş Yasak, Telefon Yasak, Tahliye
Yasak!”, 17 Temmuz 2016… http://www.ozgurgundem1.com/haber/172915/
[17] “Can Nöbeti”, Cumhuriyet, 19 Temmuz 2016, s.2.
[18] “Trabzonspor, Veysel Taşkın’ı Kovdu!”, Hürriyet, 16
Temmuz 2016… http://www.hurriyet.com.tr/trabzonspor-veysel-taskini-kovdu-40149719
[19] “Erdoğan’ın Ağladığı Cenazede İmamdan Skandal Sözler”,
Cumhuriyet, 19 Temmuz 2016… http://www.cumhuriyet.com.tr/video/video_haber/569134/
[20] “Erdoğan Darbeyi Çabuk Unuttu: Taksim’e Topçu Kışlası
Yapılacak”, 19 Temmuz 2016… http://www.akademipolitik.com/gundem/18577-erdogan-darbeyi-cabuk-unuttu-taksim-e-topcu-kislasi-yapilacak
[21] Bülent Sarıoğlu, “Meclis’te ‘Sayın Öcalan’
Gerginliği”, Hürriyet, 20 Temmuz 2016… http://www.hurriyet.com.tr/mecliste-sayin-ocalan-gerginligi-40156025
[22] Darbe girişimi şüphelisi komutanların, yüzünde ve
kollarında yara izleriyle fotoğraflarının yayınlanması ve emir altındaki
erlerin sokaklarda darp edilmesi konusunda eski Anayasa
Mahkemesi Başkanvekili Güven Dinçer, “Gözaltına alınanların vücut
bütünlüğü devletin güvencesi altındadır.
Fotoğraflardan işkence olduğu çıplak gözle bile anlaşılıyor. Kişi gözaltına
alındığı, tutuklandığı ve mahkûm edildiğinde hayatından, vücut bütünlüğünden ve
onurunun korunmasından devlet sorumludur. Ama gazetelerden gördüğümüz ve
televizyonlardan izlediğimize göre o general (eski Hava Kuvvetleri
Komutanı Akın Öztürk) açıkça işkenceye tabi tutulmuştur. Bu yüz kızartıcıdır.
Kim hangi suçtan yargılanırsa yargılansın işkence yapılamaz. İşkence insanlık
dışıdır. Bütün bunların siyasi sorumluluğu Adalet ve İçişleri
bakanlarına aittir. Orada kim oturuyorsa devlete hâkim olmak ve bunları önlemek
durumdadır. Bu olaylar zincirleme artarak devam ediyor. Ceza verme ve
ceza kurallarını koyma hakkı devletindir. Sokağın adamı yahut devleti temsil
eden güvenlik güçleri cezalandıramaz. Ancak asayişi yerine getirirler.
Görevleri şüphelileri mahkemeye götürmektir sadece. Ne yazık
ki, Türkiye’de çok kötü şeyler yaşanıyor. Yargılamalar hukuk çiğnenmeden
yapılmalıdır,” (Oya Armutçu, “Sokaktaki Adam Cezalandıramaz”, Hürriyet, 20
Temmuz 2016… http://www.hurriyet.com.tr/sokaktaki-adam-cezalandiramaz-40156987)
derken; “Akın Öztürk, tutuklandı. Doğru ya da yanlış konuşabilir. Ama her
hâlükârda, böyle bir işkenceye maruz kalmaması gerekirdi. Ya devletin ajansı,
Anadolu Ajansı ne yaptı dersiniz? Öztürk’ün ifadesini 180 derece çarpıtarak,
‘Askeri darbeyi ben planladım’ cümlesine dönüştürdü. Sadece Öztürk değil,
gözaltında tutulan çok sayıdaki kişinin darp edildiği iddia ediliyor,” (Nazlı
Ilıcak, “Hem Darbeye, Hem İşkenceye Hayır”… http://www.ozgurdusunce1.com/nazli-ilicak/hem-darbeye-hem-iskenceye-26223/)
diye ekliyordu Nazlı Ilıcak da…
[23] Sinan Tartanoğlu, “Üniversitelerden Bağlılık Yemini”,
Cumhuriyet, 19 Temmuz 2016, s.5.
[24] “Guardian: Türkiye’de Baskı ve Kan Artacak”, 16 Temmuz
2016…
http://www.birgun.net/haber-detay/guardian-turkiye-de-baski-ve-kan-artacak-120249.html
[25] “Kürkçü: Erdoğan Faşizme Yürüyor”, Siyaset, No:31,
Haziran 2016, s.8-9.
[26] Oya Baydar, “Demokrasi Bayramı mı, Demokrasinin Sonu
mu?”…
http://t24.com.tr/yazarlar/oya-baydar/demokrasi-bayrami-mi-demokrasinin-sonu-mu,15065
[27] Ali Ergin Demirhan, “Darbeyi Önleyen Kimdi, Sokağa
Çıkanlar Kim?”, 17 Temmuz 2016…
http://sendika10.org/2016/07/darbeyi-onleyen-kimdi-sokaga-cikanlar-kim-ali-ergin-demirhan/
[28] “Ahmet Altan: ‘İç Savaş Çıksın, Ezer Geçeriz’ Diyerek
Gözünü Karartmış Bir Adam Sizi Nereye Sürüklüyor Bir Görün”,
http://m.t24.com.tr/haber/ahmet-altan-ic-savas-ciksin-ezer-geceriz-diyerek-gozunu-karartmis-bir-adam-sizi-nereye-surukluyor-bir-gorun,345279
[29] “AKP’nin ‘Demokrasi Savaşçıları’ Meğer İBDA-C’li
Cihatçılarmış!”, 16 Temmuz 2016…
http://sendika10.org/2016/07/akpnin-demokrasi-savascilari-meger-ibda-cli-cihatcilarmis/
[30] Ferda Koç, “Zaman Endişe İçinde Bekleme Zamanı Değil”,
17 Temmuz 2016…
http://sendika10.org/2016/07/zaman-endise-icinde-bekleme-zamani-degil-ferda-koc/
[31] Ahmet İnsel, “İç Savaş, Darbe ve Otokrasi Üçgeninden
Çıkmak”, Cumhuriyet, 19 Temmuz 2016, s.11.
[32] “Erdoğan Daha Güçlü Olacak”, Cumhuriyet, 17 Temmuz
2016, s.6.
[33] “Ezanlı ‘Sokağa Çıkın’ Emri”, Birgün, 17 Temmuz 2016,
s.7.
[34] “Darbeye Karşı Zikir Çektiler”, Cumhuriyet, 18 Temmuz
2016, s.4.
[35] Ceren Çıplak, “Genco Erkal: Bu ‘Demokrasi Bayramı’ndan
Çekiniyorum”, Cumhuriyet, 17 Temmuz 2016, s.16.
[36] “KCK’den Darbe Girişimine İlişkin Açıklama”, 16 Temmuz
2016… http://www.durus24.net/haber/2810/kckden-darbe-girisimine-iliskin-aciklama-7
[37] “Ahmet Şık Darbenin Perde Arkasını Anlattı: Neden 15
Temmuz?”, 16 Temmuz 2016… http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/568551/
[38] Nazlı Ilıcak’ın attığı tweetlerdeki belirlemelere
göre, “Milletimiz gerçekten demokrasiye bağlı olsaydı, “İslâmcı” soslu faşizm
bozuntusu bir rejimin ülkeye çöreklenmesine izin vermezdi… Darbeyi halkın
sokağa çıkması değil komuta heyetinin darbecilere katılmaması engelledi Zaten
halk sokağa, bu durumu anlayınca çıktı… Darbeye karşı olup RTE’nin yanında yer
alanlar, demokrasiye sahip çıkmış olmaz. Zira AKP, demokrasiyi değil
otoriterliği temsil ediyor… Ne askeri darbe ne de sivil darbe! Hukukun
üstünlüğü, basın özgürlüğü derseniz ancak o zaman demokrasiye sahip çıkmış
olursunuz… Aktrollerin küfür ve hakaretle doğruların söylenmesini engellemeye
çalışması, her darbe karşıtı duruşun demokrasi olmadığını anlamaya yeter”
(“Tartışma Nazlı Ilıcak’ın Attığı Şu Tweetlerle Başladı”… http://www.cumhuriyet.com.tr/foto/foto_yasam/568823/10/
[39] “Robert Fisk: Darbe, Bir Sonraki Darbeye Kadar
Engellendi”, 16 Temmuz 2016… http://www.birgun.net/haber-detay/robert-fisk-darbe-bir-sonraki-darbeye-kadar-engellendi-120245.html
[40] “Orduda Hoşnutsuzluk Sürüyor”, Birgün, 18 Temmuz 2016,
s.6.
[41] Yavuz Baydar, “Ey Ahali! ‘Karşı Darbe’ Başladı,
Farkında mısınız?”…
http://www.ozgurdusunce1.com/yavuz-baydar/ey-ahali-karsi-darbe-basladi-farkinda-26226/