Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Gizle
Açıklama:
Kategori: Köşe Yazarları
Eklenme Tarihi: 27 Haziran 2016
Geçerli Tarih: 21 Mayıs 2024, 20:09
Site: Görele Sol Platformu
URL: http://www.gorelesol.com/yazar.asp?yaziID=23263
Tahribatın en
yoğun gözlemlendiği toplumsal kesimlerden biri de, hiç kuşku yok ki kadınlar.
AKP iktidarıyla birlikte, kadınların yaşamlarının her yönü, uzun bir sürece
yayıldığı için geniş kesimlerce pek duyumsanmayan, ancak her seferinde bir
boğum daha daraltılan bir cendereye mahkûm kılındı.
Kadınların
yaşam tarzları, giyim-kuşamları, bedenleri, emekleri, İslâm referanslı bir
muhafazakârlığın koyu ve tavizsiz uygulayıcısı olarak AKP’nin doğrudan ilgi ve
müdahale alanına giriyor.
Giriyor,
çünkü AKP tarzı ideolojik bagajı yüklü ve doktriner partiler için “kadın sadece
kadın değildir”. Bedeni, emeği ve kimliğiyle kadın, kendi kabullerini
dayatabileceği bir savaş alanı, konturları bir hakikat rejimi eliyle çizilen
bir yaşam tarzının cisimleşmesidir.
Bu nedenledir
ki, kendini içine yerleştirmekten hoşlandığı muhafazakâr-popülist “Türk sağı”
geleneğinin hibrid, eklektik ve muğlak çerçevesinin tersine, AKP’nin kadınlar
konusunda oldukça net, tutunumlu, kendi içinde tutarlı bir projesi var.
Dilerseniz bu “proje”yi birkaç başlık hâlinde irdeleyelim.
Kadının bir
“Aile Varlığı” Olarak Tescili
“Proje”nin
“resmî” ayağını, kadının “müstakil” bir varlık, bir kişi olarak yok sayılması
ve aileyle tanımlanması oluşturuyor.
İşin ilginç
yanı, bunun, Türkiye’nin taraf olduğu kadın eşitliğini sağlamaya yönelik (CEDAW
gibi) sözleşmeler gereği oluşturduğu kurumlar üzerinden gerçekleştirilmesidir.
Böylelikle,
Türkiye’de kadın-erkek eşitliğini sağlamak ve kadına karşı ayırımcılığı önlemek
misyonuyla kurulan 1990’da kurulan Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü
ve bu Müdürlüğün bağlı olduğu Devlet Bakanlığı, Önce Kadın ve Aileden Sorumlu
Devlet Bakanlığı olarak takdis edilecek; ancak AKP iktidarı bakanlığın adındaki
“Kadın” sözcüğünden rahatsız olmuş olacak ki, 2011’de, dönemin başbakanı
Erdoğan’ın “Biz muhafazakâr demokrat bir partiyiz. Bizim için aile önemli,”
kerametleri eşliğinde bu bakanlık kaldırılarak yerine “Aile ve Sosyal
Politikalar Bakanlığı ihdas edilecekti. Ama bu yetmedi; Meclis İçtüzüğünde
değişiklik yapılarak Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu’nun (KEFEK)
kaldırılarak “Aile ve Sosyal Politikalar Komisyonu”na dönüştürülmesi yolunda
teşebbüste bulundu iktidar partisi;[2] ancak
muhalefetin ve kadın örgütlerinin sert tepkileri sonucu bu adımdan geri
dönülecekti.[3]
Evet, AKP,
kadının aileden bağımsız, müstakil bir özne olarak varlığına tahammül
edemediğini, teorik olarak kadın-erkek eşitliğini sağlamakla yükümlü kurumların
adlarıyla (ve hiç kuşku yok ki görevleriyle) oynayarak gösteriyor.
Bunun son
örneğini ise, kamuoyunda kısaca “Boşanma komisyonu” olarak bilinen, tam adıyla “Aile Bütünlüğünü Olumsuz Etkileyen
Unsurlar ile Boşanma Olaylarının Araştırılması ve Aile Kurumunun
Güçlendirilmesi İçin Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi İçin” kurulan
Araştırma Komisyonu oluşturuyor. İktidar partisinin, ne hikmetse 2002’den bu
yana yüzde 1400 artan kadın cinayetlerini değil de, boşanmalardaki yüzde 1.7’lik artışı “sorun” edinerek
oluşturduğu komisyonun birbirinden tüyler ürpertici önerileri, kamuoyunda bir
hayli tartışıldı. Hadi biz en “parlak” birkaçını anımsayalım: tecavüzcünün,
kurbanıyla beş yıl boyunca “sorunsuz” bir evlilik sürdürmesi durumunda,
denetimli serbestlikten yararlanabilmesi. Özcesi, mağdurenin tecavüzcüsüyle
başgöz edilmesi! Boşanma davalarında arabuluculuk yoluna gidilmesi… Şiddet
durumunda uygulanacak tedbir süresinin, kocayı mağdur etmemek için 15 günle
sınırlandırılması… Aile hukukuna ilişkin tüm davalarda “gizlilik” uygulanması…
Ve “altın vuruş”: İlahiyat mezunlarının aile danışmanı olabilmesi…[4]
Evet, AKP indinde
kadın, bir hak öznesi değil, bir aile varlığıdır. Onun yeri kamusal yaşamdan
çok, yuvası, görevi politika (ya da bilim, sanat…) ile uğraşmaktan çok
kocasına, çocuklarına sıcak bir yuva sunmaktır. Bu amaçla değil midir ki,
devlet kademeleri tedricen kadınlara kapatılır: Günümüzde 900 kaymakamdan 13’ü,
448 vali yardımcısından 10’u, 80 müsteşar yardımcısından 5’i,
140 genel müdürden sadece 9’u kadındır.[5] 81 ilin valileri arasında kadın
sayısı ise, 2’dir!
“Tepe”de hâl
böyleyken, tabanda durum hiç farklı değil. Kız öğrencilerin yüzde 40’ının lise
öncesinde öğrenimi terk ettiği[6] bir
tablo, 10-15 yıl içinde bugünkü durumu mumla arayacağımızı göstermiyor mu?
“Kadın birey
değil, aile varlığıdır” görüşünün en ete-kemiğe bürünmüş tezahürünü bu partinin
“beden politikaları”nda da görmüyor muyuz?
AKP’nin
“Beden Politikaları”
Önce İstanbul
Belediye Başkanı sıfatıyla kıydığı, sonraları Başbakan ve Cumhurbaşkanı
vasfıyla tanık olarak katıldığı nikâh törenlerinde, geline, “en az 3 çocuk”
talkınıyla tanıştık. Önceleri, kendine “Başkan baba”lık payesi biçen bir
işgüzarın genç çiftlere “ayar çekmesi” gibi göründü. Ama iş, bununla kalmadı.
Derken tam Roboskî tartışılırken gelen “Her kürtaj bir Uludere’dir!”
absürdlüğü… Hemen ardından sökün eden kürtaja (ve sezaryene) ilişkin devletsel
kısıtlamalar… “Çoğalın ki ben de ahirette ümmetimin çokluğuyla övüneyim,”
dediği rivayet edilen bir peygamberin, “Biz milletimizi güçlü kılmak için hem
nüfus itibariyle daha çok genç nüfusa, dinamik nüfusa ihtiyacımız var,”[7] deyip çocuk sahibi olmayan kadınları
“yarım” ilan eden gayretkeş tilmizi… Böylelikle Türkiye sınırları dahilinde
kürtaj ve sezaryen fiilen yasaklanmış oldu; Diyanet İşleri’nin fetvası
eşliğinde.[8]
Ama AKP burada
durmadı… Kadın bedenine müdahalelerini sözel ve fiiliyatta sürdürüyor. Kâh
“Hamile kadınlar sokaklarda dolaşmasınlar” buyuran bir din âlimi; kâh “kadın
iffetli olmalı, herkesin içinde kahkaha atmamalı,” diyebilen bir meclis
başkanı; “Dolmabahçe’deki ofisimde, Kadıköy’den gelenlerin durumuna bakıyorum
da…” deyip yutkunan bir başbakan; devletlû’nun “kızlı erkekli oturuyorlar” lafı
üzerine öğrenci evlerini basmaya koyulan kolluk kuvvetleri; ilk-orta okullarda
kız ve erkek öğrencilerin kullandıkları merdivenleri ayıran yöneticiler,
örtünme “serbesti”sinin ilkokullara dek inmesi…
Ve bu
coğrafyada herkesin bildiği “sır”: çocuk gelinler. “Her ne pahasına olursa
olsun nüfusu arttıralım,” dürtüsü, kız çocuğu bir an önce kazasız belasız
sahibine devredilmesi gereken patlayıcı olarak gören namus anlayışı, kız
çocukların “başlık parası” kisvesiyle alınıp satıldığı yoksulluk sahnesi, 8-9
yaşında kocaya verilmelerine cevaz veren dinsel gelenekler birleştiğinde,
“Kadınların yüzde 40’ının çocuk gelin”[9] olması,
karşısında AKP’nin ne yapmasını bekliyorsunuz?
Ortalama erkek
yurttaşlar bu “beden politikaları”nı son derece doğrudan okudular. Ve AKP
iktidarı boyunca, kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri kat be kat arttı…
Kadına
Yönelik Şiddet
Denk
düşürdükçe (ya da “başı sıkıştıkça” mı demeli?) toplumsal cinsiyet rollerine
ilişkin kavrayışımıza “Eşitlik kadının fıtratına aykırıdır”[10]; “Kız mıdır kadın mıdır, bilemem!”[11];
“Anneliği reddeden kadın eksiktir, yarımdır”[12] kerametlerini
buyuran “imam” karşısında erkek cemaat coştukça coşuyor. Kadına yönelik şiddet,
kadın cinayetleri, kriminoloji literatüründe içine yerleştirildikleri “namus/töre
cinayetleri – şehvet suçları” kapsamını çoktan aşarak, “yaratıcı işkence
yöntemleri” boyutuna büründü: tüfek harbisiyle tecavüz; tırnak sökme; burun
kesme; baltayla, pompalı tüfekle, yakarak, parçalayarak öldürme; bütün bir
kasaba ricalinin bir kız çocuğuna topluca ve yıllar boyu tecavüz etmesi;
devletin kurumlarında, “koruma altındaki” kadın ve/veya çocuklara yönelik
süregiden cinsel istismarlar… Ve karşılarındaki, kravat takıp el pençe divan
duran faillere karşı sonsuz ve suç ortaklığı sınırlarına varan bir hoşgörü
gösteren hâkimler…[13] Günde
en az üç kadın cinayeti…
Ve bütün
bunları dert edinmeyen, tüm çabasını “evlilikte acı günler de olur, tatlı
günler de… Sen de kocanı idare ediver, kızım,” “Kol kırılır yen içinde kalır,”
“Koca bu, döver de sever de” kıvamında “aile yuvasının dağılmamasına”,
boşanmaların azaltılmasına yoğunlaştırmış bir iktidar!
Bütün
Bunların Sonucu: Boğaz Tokluğuna Kadın Emeği
Olayların
buraya kadarı, İslâm referanslı bir muhafazakârlığı toplumsal yaşama nüfuz
ettirme, toplumun kodlarını dinsel bir çerçeveye uyacak tarzda dönüştürme
konusunda uzun soluklu ve sebatkâr bir stratejiye işaret etmeye yetiyor. Ancak
hikâyenin tamamı bu değil. İşin bir de, AKP’nin bu ülkede “şampiyonluğu”nu
üstlendiği neoliberal iktisat politikalarıyla bağlantılı yönü var.
AKP’nin
“İslâmcılığı”nın iktisadî alandaki karşılığı, yıllarca Marmara sermayesi
karşısında “ötelenmiş” Anadolu sermayesinin ulusal pastadaki payını büyütme ve
küresel piyasayla bütünleşme çabasının motoru olmak. Bunu bir yandan (TSMF
gibi) devlet aygıtları, bir yandan hileli ihaleler, bir yandan da bu sermayenin
istihdam ettiği işgücünü alabildiğine ucuzlatarak gerçekleştiriyor.
İşgücünü
ucuzlatmak… Bu girişimin bir yanı başta Suriyeliler olmak üzere sığınmacıları
boğaz tokluğuna dayanıyorsa eğer; çok önemli bir boyutu, kadınları düzenli
istihdam piyasasının dışına iterek kayıtdışına mahkûm kılmaktır.
Gerçekten de
AKP iktidarı boyunca formel sektörlerde çalışan kadınların sayısı neredeyse
istikrarlı bir tempoda azalıyor. Kadın emekçiler kayıtlı istihdamın üçte
birinden daha azını oluşturuyor.[14] “Doğurun,
daha çok doğurun” söylemleriyle kadınlar -eğitim düzeylerine bakılmaksızın[15] evlere doğru itiliyor. AKP
hükümetlerinin birbiri ardısıra açtığı “kadın istihdamı paketleri” de, kadın
istihdamını arttırmaktan çok, kadın doğurganlığını arttırmayı hedeflemekte.
Evlere
püskürtülen, ancak çoğunlukla kendilerini derinleşen bir yoksulluk içinde bulan
kadınların önünde ise, büyük çoğunluğunun içinde yer aldığı muhafazakâr
ortamda, “aile bütçelerine katkıda bulunabilecekleri” tek seçenek
bulunmaktadır: esnek, son derece düşük ücretli, güvencesiz, kayıtsız işler.[16] Bunlar işyerinde değil de çoğunlukla
aile ortamında gerçekleştirildikleri için, bu kadınlar kendilerini “işçi/
emekçi” olarak değil, aile bütçelerine katkıda bulunan “ev kadınları” olarak
tanımlamaktadır: bu nedenledir ki örgütlenmezler, hak mücadelesine
yabancıdırlar, talepkârlık düzeyleri son derece düşüktür. “(Kadın istihdamını
arttırma ve ‘çok çocuk doğurun’ söylemleri arasında) ciddi bir çelişki var. Bu
mantığı ancak esnek çalışma modeline dayandırabilirseniz olur. Zaten yapılmaya
çalışılan da bu. Biz bu sistemin kadın istihdamı için tehlikeli olduğunu
düşünüyoruz,” diyor Kadın Emeği ve İstihdamı Girişimi (KEİG) Platformu’ndan
Nevra Akdemir.[17]
“Esnek
çalışma”… yani işçi olduğunun, sömürüldüğünün, sırtından devasa artık değer
devşirildiğinin bilincine varmadan, çoğunlukla mahalleden bir aracı,
konu-komşudan bir elci, akrabadan ya da cemaatten bir taşeron-patron için,
ürettiklerinin uluslararası markalar tarafından el yakan fiyatlarla
pazarlandığının farkında dahi olmadan, günde 13-14 saat, boğaz tokluğuna
çalışmak… Bu arada ev işlerini, çocukları, bulaşığı, çamaşırı da ihmal etmemek…
Yani hem üretimi, hem de yeniden üretimi, boğaz tokluğuna üstlenmek… Ve
milliyetçi-muhafazakâr Anadolu sermayesini uçuşa geçirmek… 10-15 yıl öncesine
dek birer imalathaneden ibaret işletmeleri, “dünya zenginleri” listesinde yer
alan dev holdinglere dönüştürmek. Ramazanlarda lüks arabalarıyla mahallelerine
teşrif edip iftarlık dağıtan Ray-Ban gözlüklü, Vuitton çantalı, ipek tesettürlü
patron aileleriyle “din kardeşi” olmanın gururunu yüreğinde hissederek!
Evet,
gerçekten de AKP’nin muhafazakârlığı, İslâmcılığı ve neoliberalizmi, toplumun
geniş kesimlerini, ama özellikle de kadınları yıkıma uğratan tutarlı, tutunumlu
ve -kabul etmeli ki etkili- bir pakettir.
14 Haziran
2016 08:51:4, İstanbul.
[*] Halkın Günlüğü,
No:124, 16-30 Haziran 2016…
[1] “Gökyüzünün
karanlık kefeniyle örtük/ Yıldızların delik deşik ettiği ölüleriz.” (Murathan
Mungan.)
[2] Ve dönemin “yandaş” yazarları, bu tutuma arka çıkmak
için fora ediyorlardı kalemlerini. Örneğin Nazife Şişman, Zaman’dan şöyle seslenmekteydi:
“… ‘Kadın’ vurgusu illa aile karşıtı olmayabileceği gibi, ‘aile’ vurgusu da
kaçınılmaz bir şekilde kadını ikincilleştiren, bizatihi onu ezen bir
konumlandırmayı ihsas ettirmiyor olabilir.” (Nazife Şişman, “Kadına Karşı
Şiddet mi, Kadına Karşı Aile mi?”, Zaman, 10 Mart 2012, s.22.) Bir kadın
“sosyolog”un ağzından, şiddete uğrayan kadınlara ilişkin vakaların neredeyse
tamamında failin bir erkek aile bireyi (koca, baba, erkek kardeş) olduğuna
ilişkin verilerin ortaya saçıldığı bir dönemde fazla “gayretkeş” bir saptama!
[3] Türey Köse, “Kadının Adı Devletten Siliniyor”, Cumhuriyet, 5 Aralık 2013, s.10; Işıl Özgentürk,
“Devlet Kadını Siliyor”, Cumhuriyet, 3 Aralık 2013, s.8… Ama hâl-i hazırda
bu komisyonun başkanı, bir erkek! (“İlk Fırsat Eşitliği Erkeklere Oldu” Evrensel, 2 Aralık 2015.) İşlevselliğini siz
tahmin edin…
[4] “TBMM Boşanma Komisyonu Kadın Ve Çocuk Haklarını
Sıfırladı”, Evrensel, 16 Mayıs 2016...
http://www.evrensel.net/haber/280306/tbmm-bosanma-komisyonu-kadin-ve-cocuk-haklarini-sifirladi
[5] “CHP’li Dudu: AKP İktidarında Kadın Yönetici Sayısı
Düştü”, 8 Mart 2016, Cihan HA…
https://www.cihan.com.tr/tr/chp-hatay-milletvekili-mevlut-dudu-8-mart-dunya-emekci-kadinlar-gunu-akp-kadin-yonetici-sayisi-dusus-2031243.htm
[6] Mustafa Çakır, “Sistem Kızları Eve Kapatıyor”, Cumhuriyet, 23 Mart 2015, s.15.
[7] “Doğum Kontrolü İhanet”, Hürriyet, 23 Aralık 2014,s.15.
[8] AKP iktidarının “Şeyhülislâm”ı, Diyanet İşleri Başkanı
Mehmet Görmez, 4 Haziran 2012 tarihinde Sapanca İl Müftüleri toplantısında
yaptığı konuşmada, “Anne karnındaki ceninin, bebeğin de kendisine ait hayat
hakkı vardır. Ne annesinin, ne de babasının onun üzerinde mülkiyet hakkı
olmadığı gibi, onun hayatı üzerinde vazgeçme, sonlandırma yetkisi de yoktur,”
buyurmuştu (“Diyanet İşleri Başkanı Görmez: Annenin Hayatı Sonlandırma Hakkı
Yoktur”, Milliyet, 5
Haziran 2012, s.17). Ancak cenin “haklarını” ana-babasına karşı savunan
hazretin, 12-13 yaşında evlendirilen kız çocukları, dini vakıflarda tecavüze
uğrayan çocuklar, PKK’ye karşı savaşta öldürülen Kürt bebelerin hakları
konusunda bir şey söylediğini duymadık!
[9] “Kadınların Yüzde 40’ı ‘Çocuk Gelin’…”, Milliyet, 17 Mayıs, 2015, s.18.
[10] Hatırlayalım:
“Kadın ile erkeği eşit hale getiremezsiniz. Fıtratları farklı. Bazen
erkek-kadın eşitliği diyorlar. Kadın kadına eşitlik doğru olanıdır. Erkek
erkeğe eşitlik doğru olanıdır.” (1. Uluslararası Kadın ve aile Zirvesi’nde
yaptığı konuşmadan, “Eşitlik Kadının Fıtratına Aykırı”, Cumhuriyet, 25 Kasım 2014, s.6)…
[11] Konya
mitinginde, Hopa’daki olayları protesto etmek için tank üzerine çıkan ve polis
müdahalesi sonucu kalçası kırılan Halkevleri Merkez Yürütme Kurulu üyesi Dilşat
Aktaş’a yönelik sözleri! (4 Haziran 2011.)
[12] KADEM
hizmet binası açılış töreninden. (5 Haziran 2016.)
[13] “Kadın
sosyal paylaşım sitesine ilişki durumunu evli yazmamıştı, adam öldürdü, tahrik
edilmiş sayıldı. Adam duruşma salonundaki avukatları ‘karısına yaptığı gibi’
öldürmekle tehdit etti, görülmedi, ‘iyi hâl’ aldı. Adam kadını erotik filmdeki
başrol oyuncusuna benzetti, mahkeme ‘benzetmiş olabilir’ diyerek kararını
‘tahrik’ indirimli verdi. Kadın belki sevdi, kaçtı ancak adam fiziksel şiddet
uyguladı, mahkeme kaçma geçmişini dikkate alıp ‘rıza’ saydı. Kız çocuğu bira
içti, akrabası olan adam cinsel istismarda bulundu, heyet ‘rıza var’ dedi.”
(Damla Yur, “Kırmızı Mont, Beyaz Pantolon Yargı İçin Tahrik Sebebi”, Cumhuriyet, 13 Kasım 2015,
s.15.)
[14] “Son
12 ayda artan 15 yaş üstü nüfusun, yani potansiyel işgücünün ancak yüzde 27’si
işgücü piyasasına çıkmış. Ya diğerleri? 15 yaşını geçen bu nüfustan bir kısmı
öğrenci, bunu anlarız, ama esas irkilten, ‘ev kadını-ev kızı’ konumuna
geçirilenler. 12 ayda yaklaşık 500 bin kadın evlere tıkıldı ve ‘ev kadını’
olarak kodlanan kadın sayısı 12.2 milyona çıktı.” (Mustafa Sönmez, “500 Bine
İş, 500 Bine de Ev Kadınlığı”, Cumhuriyet, 16 Haziran 2012, s.12.)
[15] İstihdamın
dışına itilmekten yüksek öğrenimli kadınlar da kaçınamıyor: Mayıs 2008
itibariyle kadın işsiz sayısı 129 bin dolaylarında iken, 2013’te bu sayı ikiye
katlanmıştı: 265 bin. (“Kadının İşle İlişkisi Kesiliyor”, Birgün, 19 Ağustos 2013, s.4.)
[16] “Çalışan
Her 100 Kadından 53’ü Kayıt Dışı Çalıştırılıyor” Evrensel, 18 Kasım 2013, s.4.
[17] “Patriarkal
Kapitalizm ‘Kadın’ Üzerinden Besleniyor”, Cumhuriyet, 11 Mart 2013, s.9.