Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster
Açıklama:
Kategori: Köşe Yazarları
Eklenme Tarihi: 19 Haziran 2016
Geçerli Tarih: 06 Mayıs 2024, 10:22
Site: Görele Sol Platformu
URL: http://www.gorelesol.com/yazar.asp?yaziID=23224
YEREL YÖNETİMLER
TARİHİNE GENEL BAKIŞ
Tarihsel gelişim
süreci içinde, özellikle antik çağda başlayıp, ortaçağ boyunca, yerel yönetim
kavramı hükümdar merkezli ve hemen hemen askeri içerikliydi, yani askeri örgütlenmeydi. Komün
kelimesi yerel yönetimler için kullanılmıştır. Belediye terimi ise ilk kez 1789
tarihli Fransız kurucu meclisinde kullanılmıştır Bugün kullanılan municipality
kelimesi de Eski Roma kökenlidir ve imparatorluğa yeni katılan topraklara
denirdi.
1835’ten itibaren
İngilizlerde de belediye tüzel kişiliği gelişmiştir. Batı Avrupa’da feodalitenin
yıkılışıyla birlikte kentlerin geliştiğini görüyoruz. 2.yüzyıl ile 10.yüzyıl arasında
feodalin hüküm sürmesi sonrasında bu
tarihten sonra yeni bir sınıfın yaşadığı çok daha ayrıcalıklı kentler ortaya
çıkıyor. Burjuva sınıfının yaşadığı kentler feodal beylerin yaşadıklarından ve senyör malikanelerinden çok
daha farklıydı. Almanya’da ise yerel topluluklar özgür kent niteliği taşıyordu
ve sonucunda İsviçre, Hollanda ve Belçika gibi ülkeler ortaya çıkmıştır.
Felsefi anlamda yerel
yönetim tartışmalarına baktığımızda; Jean Jacques Rousseau ve Immanuel Kant
gibi düşünürlerin yerel yönetimlere sıcak bakmadıklarını, Anne Robert Jacques
Turgot ve Jeremy Bentham gibi yararcı düşünürlerin de genel-bireysel yarar arasında
bir bağ işlevi görecek alt birimlere yani yerel yönetimlere ihtiyaç
bulunduğundan sözettiklerini görürüz. Mesela Turgot’un, köy belediyesi ve 15
km.’lik alan içinde kalan 30 köyün bir seçim çevresi oluşturması fikri benimsenmiş,
1790’da Fransız Devrimi’nin ardından gerçekleşen yeni yönetim örgütünü de
etkilemiştir.
Alman filozoflarından Rudolf Gneist de 1860’ta
yayınlanan kitabında, yerel yönetimin,
ulusun kendi kendini yönetmesinin önkoşulu olduğunu ileri sürmüştür. 20.yüzyıl
ise yerel yönetimlerin altın çağı olmuş, “belediye sosyalizmi”nin, düşülküsel
sosyalistlerin etkisiyle ortaya atılması bu döneme rastlar. Belediye sosyalizmi
20.yy başlarında İngiltere’de geliştirilen bir akımdır. Toprak sahiplerinden
çok çoğunluğa dayanan yerel yönetimin kurulması, birçok yerel yönetimin
belediyelerce görülmesi ve hizmetlerin gerçekleştirilmesinde hükümeti temsil
görevini görmesi ilkesine dayanmaktaydı, belediye sosyalizmi. Bu ilkelerin
ortaya konmasında Fransız Mourice Hauriou ve İngiliz Sidney Webb etkili
olmuştur. Sidney ve Beatrice Potter Webb gibi Fabian sosyalistlere göre insan
yaşamının temel birimi yerel yönetim, kooperatif, dernek ve sendika gibi sivil
toplum örgütleridir. Onlara göre güvenlik ve adalette ulusallaşma belediye sosyalizmine
karşıttır. Jean Jack Rousseau ise yerel gücün kaynağını yerel kuruluşlarda
değil yurttaşların katılımında bulmuştur. Charles Louis de Montesquieu de
Rousseau’nun etkisinde kalmış, yerel yönetimlere ayrıcalık tanınmasını doğru
bulmamışlardır. Fransız düşünür Alexis de Tocqueville de özgür toplulukların gücünün komünde toplandığını
söylemiş, her yerel birimin çıkarını ilgilendiren konularda karar verme
yetkisine sahip olması gerektiğini öne sürmüştür. Taine gibi karşı devrimciler
ise devrimden sonra yurttaşlara tanınan yetkilerin yeniden merkezi yönetime
dönmesini savunmuşlardır. Taine gibi Proudhon da “Federasyon İlkesi” adlı
yapıtında yerel yönetimin, merkezi yönetimin erkini sarsacak bir araç olduğunu savunmuştur.
Osmanlı
İmparatorluğu’nda da 19.yüzyılda kentlerin gelişmeye başlaması,azınlıkların ve
etnik nüfusun isteklerinin artması dış devlet baskılarıyla yerel yönetim
kavramının ortaya çıktığını ve yerleştiğini görüyoruz.
Belediyelerin
kuruluşuna kadar, belediye ile ilgili işleri vakıfların yaptığını da görüyoruz.
Tanzimata kadar Arap ve islam geleneği ile kadıların bazı belediye işlerine
baktığını, Tanzimatla birlikte gelen bürokratik kadroların ise daha ekonomik
örneğin vergi toplanması gibi işler için yerel yönetimlere önem verdiğini görüyoruz.
Osmanlı’da ilk belediye kuruluşu 1855 tarihine rastlar. İlk belediye 1855’te İstanbul’da
kurulur.
Başında şehremini
bulunan 12 kişilik bir tür kent kuruludur bu. Üyeleri de Osmanlı tebaasından ve
güvenilir, saygın esnaf takımıdır daha çok. Daha sonra bu örgüt geliştirilmiş,
daireler eklenmiş, yabancılar da üye ve danışma gibi görevlere getirilmeye
başlanmıştır. Cumhuriyetin kuruluşunda sonra 1930 yılında 1580 sayılı Belediye Yasası
çıkıncaya kadar da Osmanlı İmparatorluğu’nda yerel yönetimle ilgili yapı ve
işleyiş ekonomi merkez ağırlıktaydı. 1876’da her kentte ve kasabada belediye
örgütü kurulmasını öngören yasa çıkmıştır. Belediye meclisini halk seçecek, bu
meclis de kentin genel kurulu olarak çalışacaktır.
1929’da 1426 sayılı
yasa merkezin il yönetimi üzerindeki kısıtlayıcı öğelerini kaldırmış, 1987’de
de bu yasanın yerine 3360 sayılı yasa çıkarılmıştır. 1870 tarihinde Umumiye-i
Vilayet Nizamnamesi ile köy komünlerinin yerine geçecek bir bucak yönetimi
kurmak amaçlanıyordu.
200’den çok haneli
köyler başında bucak müdürü olarak teşkilatlanacak,küçük köyler de bucaklar
halinde birleştirilecekti. Ancak bu tüzük gerçekleştirilememiş köy yönetimi
oluşturulamamıştı. 1961 Anayasası’nın 112. maddesi de “idarenin kuruluş ve görevleri,
merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına dayanır” diyordu.
116.maddesinde de il,belediye ve köy karar organları halk tarafından seçilir
denmekteydi. 1961 Anayasası ile bugün yürürlükte olan 1982 anayasası arasında
bazı farklar vardır. Örneğin 1961 anayasası , seçilmesi gereken karar
organlarını halk seçer derken, bu terim 1982 anayasası ile kanunda gösterilen
seçmenler olarak değiştirilmiştir. 1961 anayasasında genel karar organları
derken 1982 anayasası sadece karar organları terimini uygun görmüştür. Bir
askeri darbe sonucunda ve askeri yönetimin etkinliğinin sona ermemiş olduğu bir
dönemde yapılmış olduğu gözönüne alındığında 127.maddedeki karar organları teriminin
bilinçli olarak, yerel yönetim organlarının yapısında bir demokratikleştirme
yapma özleminden doğmadığını söylemek mümkün. 1982 Anayasası ile ayrıca yerel
seçimlerin dört yıl yerine beş yılda bir yapılması, büyükşehir anakent
belediyeleri, İçişleri Bakanlığı’na geçici görevden alma yetkisinin tanınması
gibi uygulamalar konmuştur. 1961 anayasasında ise siyasal ya da başka bir
nedenle keyfi biçimde görevden alma gibi
bir hüküm bulunmamaktaydı. Yine ayrıca kamu görevinin daha iyi yerine
getirilmesi amacıyla yerel yönetimlerin aralarında birlik oluşturmaları da
Bakanlar Kurulu’nun iznine bağlanmıştır. İl özel yönetimiyle ilgili
değişikliklerden bazıları 1961 anayasasının ilkeleri ışığında yeni koşulların
etkisiyle 1987’de çıkarılan 3360 sayılı yasa ile yapılmıştır. Bundan böyle de
uygulama amacıyla çıkarılacak yasaların halkın yararına olması beklenmektedir.
Hem siyasal hem de sosyal açıdan oluşturulacak
yönetim birimlerinin kurulması halkın katılımına ve halk temeline dayanmalıdır.
Demokrat Parti’nin savurgan ve plansız tutumu yüzünden gerçekleşmeyen planlı kalkınma,
ne yazık ki 27 Mayıs 1960 devrimi ile gerçekleşmiş, köy-kent ayrımı yapılmadan
planlı kalkınma ilkesine geçilebilmiştir. Yeni yasaların bunu tamamen aşarak
halka dönük olması gerekmektedir. Somut örneklemek gerekirse, 1973 yerel
seçimlerinden sonra yaşama geçirilen uygulamalarda yeni belediyecilik
anlayışının geliştiğini görürüz. Yeni belediyecilik anlayışına göre
“belediyeler, iş programlarını halk kuruluşları ve yerel kuruluşlarla danışarak
ve işbirliği yaparak hazırlayacaklardır” denmiştir.
Bu da ilk kez CHP
tarafından yazıya dökülmüştür. Bizzat CHP Genel Başkanı“Bence sokakların,
mahallelerin de belediye hizmetlerine katkıda bulunması ve belediye
çalışmalarını denetleyebilmek için örgütlenmeye başlamalarında yarar vardır”
demiştir. Belediyelerin sadece birer yönetim birimi olmaktan çıkarılarak,
üretime dönük, üreticileri ve tüketicileri örgütleyen birer kuruluş haline
dönüştürülmesi öngörülmüştür. Ancak bütün bu düşünceler halkı yönetime
yaklaştırmak, yönetime katkısını arttırmayı amaçlamışsa da,kapitalist düzende
köklü değişimde bir araç olarak kullanılması düşüncesine dayanmıyordu. Sosyal
demokrat belediyelerin ya da sosyalist yapıların programlarını doğru ideolojik
içeriklerle seçmenlerine sunması ve sistemlerini oluşturması gerekiyor.
Bugün Türkiye’de toplam 1397 (yazıyı kaleme
aldığım tarihte 3400 civarında idi) belediye vardır. Ancak nicelikten çok nitelik
ön plana çıkarılmalıdır. Sosyal adalet, halkın katılımı, rant ekonomisini ve
savurganlığı önleme, kaynak yaratıcı ve üretici olma, birleştirici ve
bütünleştirici olma gibi temel ilkelerle demokratik belediyeciliğin işlevleri
geliştirilmelidir.
Belediye meclisleri ve mahalle kurulları yerine
demokratik yapıda komite ve konseyler oluşturulması, halkın doğrudan yerel
yönetimlere katılması sağlanmalıdır.
TAMER UYSAL https://tameruysal.wordpress.com/