Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Gizle
Açıklama:
Kategori: Köşe Yazarları
Eklenme Tarihi: 05 Ocak 2016
Geçerli Tarih: 04 Mayıs 2024, 12:17
Site: Görele Sol Platformu
URL: http://www.gorelesol.com/yazar.asp?yaziID=22440
Türkiye,AKP
İktidarından Nasıl Kurtulur? Prof. Dr. Korkut Boratav
Prof. Dr. Korkut
Boratav, bu ülkenin yetiştirdiği, dünyada ve Türkiye’de bütün olumsuz
gelişmelere rağmen, devrimci ve sosyalist işçi sınıfı hareketine sadık kalan,
dürüst, akıllı ve yiğit bir Marksist iktisatçıdır. Prof. Dr. Boratav,
http://sendika8.org internet sayfasında yayınlanan “2016’da AKP’nin Fay
Hatları” başlıklı son makalesinde AKP iktidarından kurtuluşun yollarını
göstermektedir.
Bu son makalesinde
“Kürt Sorunu”, “Başkanlık Sistemi ve Yeni Anayasa tartışmalarını” ve AKP
iktidarına karşı oluşabilecek bir “Anti-faşist Cephe” yi AKP iktidarının “fay
hatları” olarak tanımlayan Boratav, Anti-faşist Cepheyi ise “Sosyalist bir
çekirdeğin” etrafında “demokrat” olanların birleşebileceği bir platform olarak
tanımlıyor. Ona göre “Anti-faşist cephe” içinde sosyalistlerle birlikte
“Liberaller”, “Sosyal demokratlar”, laiklikten ve bağımsızlıktan yana olan
antiemperyalist “Cumhuriyetçiler” de yer alabilirler. Ancak Prof. Dr. Boratav,
bu makalesinde yanılmaktadır!
Prof. Dr. Boratav’ın
yanıldığı birinci nokta, kendisinin “Kürt Sorunu” olarak adlandırdığı, aslında
bir “terör sorunu” olan bu sorunda AKP puan kaybetmiyor, aksine kazanıyor.
Çünkü AKP, son beş yılda “Açılım” politikalarıyla güçlenmesine bizzat
kendisinin neden olduğu PKK ile şimdilik savaşır görünüyor. AKP'ye puan
kazandıran bu mücadelede de gerekli ve kaçınılmazdır.
Prof. Dr. Boratav’ın
yanıldığı ikinci nokta, AKP iktidarına karşı CHP yönetimindeki sosyal
demokratların, liberallerin, ulusalcıların ve sosyalistlerin birlikte
“Anti-faşist” bir cephe kurulabilecekleri hayalidir. Henüz gerçek olmayan böyle
bir cephenin de AKP iktidarı için bir kırılma noktası, bir “fay hattı” olması
da zaten imkânsızdır.
Sayın Boratav’ın
“Anti-faşist” cephe konusundaki en önemli yanılgısı, bu cephede CHP yönetiminde
olan sosyal demokratların, liberallerin, ulusalcıların ve çeşit çeşit
sosyalistlerin öyle kolayca bir araya gelebileceklerine inanmasıdır. Çünkü
ülkemizde bu ideoloji ve düşünce akımları arasında öylesine uzlaşmaz ve
aşılamaz bazı farklılıklar ve çelişkiler var ki bunları bir araya getirmek
hemen hemen imkânsızdır! Nasıl olacak ta Avrupa sosyal demokratların tamamen
kuyruğuna takılan, ABD ve F. Gülen hareketi ile son yıllarda yakın işbirliği
yapan CHP yönetimi ile ulusalcılar birlikte çalışacaklar? Hele liberallere ne
demeli? Onlar değil miydi “Yetmez ama evet” ile AKP’yi 12 Eylül 2010
referandumunda destekleyerek bugünkü gücüne kavuşmasını sağlayanlar? Ayrıca
sosyalistler bu ülkede Maşallah kırk parça! Prof. Dr. Boratav hangi
sosyalistlerle bu cepheyi kurabileceğini, hatta onların böyle bir cepheye
öncülük yapabileceğine inanıyor acaba? Kürtçülüğü savunan sosyalistler de var;
PKK’ya arka çıkan sosyalistler de var; eski Sovyet sosyalizmini aynen
Türkiye’de inşa etmek isteyen sosyalist veya komünistler de var! Hepsi birlikte
kırk tilki gibi, aynı ülkede siyaset yapıyorlar ama hiç birinin kuyruğu
birbirine değmiyor!
Sayın Boratav’a göre
”Türkiye’de faşizme biçimsel geçişin en kritik adımı, başkanlık sistemine”
geçiştir. Bu da çok açık bir yanılgıdır. Bir defa ülkemizde RT Erdoğan’ın
Cumhurbaşkanı seçildiği Ağustos 2014’ten beri “Yarı Başkanlık” sistemi zaten
fiilen uygulanmaktadır. Ancak buna rağmen bugün Türkiye’de tam anlamıyla faşist
bir rejimin olduğu söylenemez. Kaldı ki AKP’nin girişimiyle başlayan “Yeni Anayasa”
ve “Başkanlık” sistemi tartışmaları da yeni değildir. Bilindiği gibi 2011
yılında “Yeni” anayasa yazmak amacıyla mecliste kurulan “Anayasa Uzlaşma
Komisyonu” 2013 yılında başarısızlığa uğrayarak dağılmıştır. Ayrıca seçmen; 12
Haziran 20 11, 7 Haziran 2015 ve 1 Kasım 2015 genel seçimlerin hepsinde de
AKP’ye iktidar olma görevi yüklediği halde tek başına yeni bir anayasa yapma
yetkisini tanımamıştır.
Prof. Dr. Korkut
Boratav’ın yanılgısının ana kaynağı; Türkiye’deki son siyasi durum ile ilgili
bu analizini, DÜNYA çapındaki güçler dengesi yerine Türkiye içindeki yerli
güçler dengesine dayandırmasıdır. Çünkü bugün Türkiye’deki olup biten siyasi
olayların ana öznesi, belirleyicisi, son tahlilde karar vericisi yerli
güçlerden çok yabancı emperyalist güçlerdir. Elbette emperyalizm ülkemize
doğrudan değil, dolaylı olarak, taşeronları veya işbirlikçileri üzerinden
müdahale etmektedir.
Dolayısı ile
Türkiye’deki siyasi olaylara dünyaya egemen olan emperyalizmin rolü
penceresinden bakmak gerekir. Çünkü ülkemiz söz yerindeyse dünyanın merkezi
olan, petrol ve doğal gazın, suyun çok zengin olduğu, deniz ulaşımı bakımından
üç kıtanın birleştiği, İran Körfezi, Süveyş Kanalı vs. gibi stratejik deniz
ticaretinin bulunduğu bir coğrafyada yer almaktadır. Kısaca ülkemizin stratejik
konumu özeldir, istisnadır. Bu yüzden emperyalizm ülkemiz Türkiye’yi 100 yıldır
rahat bırakmamaktadır. Emperyalizmin son dönemdeki projesi ise, Ortadoğu’da
Irak, Suriye, Türkiye ve İran’daki ulus devletleri parçalayarak, bu ulus
devletleri zayıflatmak ve bu bölgede kendi çıkarlarını koruyan ikinci bir
İsrail Devleti gibi bir Kürt devleti kurdurmaktır. Ortadoğu ve Türkiye’deki
hemen hemen en önemli siyasi olay ve gelişimlerin emperyalizmin bu amacıyla bir
biçimde ilişkisi olduğu ve olacağı her zaman akılda tutulmalıdır.
Türkiye siyasetine bu
açıdan bakıldığında bir defa AKP’nin ta kendisi, onun kuruluşu, iktidara
gelişi, iktidarda 13 yıldır tutuluşu vs. emperyalist bir projedir. Bu gerçek
anlaşılmadan ülkemizde AKP iktidarına son vermek çok zordur. Öte yandan
emperyalizm, aynı zamanda ana muhalefet partisi olan CHP yönetimini de 2013
yılı Kasım ayındaki Kılıçdaroğlu’nun ABD ziyaretinden beri yanına almıştır.
Bilindiği gibi CHP Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu, CHP yönetiminden oluşan
bir heyetle zamanın ABD Ankara Büyük elçisi Ricciardone’nın ikna etmesi sonucu
2013 Kasım ayında ABD’ye gitmiş, orada çeşitli temaslarda bulunmuş, F. Gülen
heyeti ile de görüşerek yurda dönmüştür. Ülkemizdeki sosyal demokratların bu
ABD ziyaretinden sonra Türkiye’de zamanın Başbakanı ve hükümetine karşı 17 ve
25 Aralık 2013’te yolsuzluk operasyonları ve aynı zamanda yoğun bir “tape”
savaşı başlatılmıştır. Ancak bütün bu yolsuzluk ve hırsızlık suçlamalarına
rağmen zamanın Başbakanı RT Erdoğan kendisini ve hükümetini ustalıkla savunarak
suçlamaları şimdilik savmayı başarmıştır.
Kısaca Türkiye
siyasetinin görünmeyen fakat güçlü öznesi emperyalizmdir. Nasıl emperyalizm PKK
terör örgütünü Türkiye’ye ve hatta bazen de İran’a karşı “yıpratıcı” ve
“kanatıcı” bir güç olarak kullanıyorsa, tıpkı onun gibi AKP ve RT Erdoğan’ı da
emperyalizm, Türkiye’deki ekonomi ve siyaseti tam kontrol altına almak için de
kullanmaktadır. O halde Türkiye’deki siyasi kutuplaşma veya cepheleşme sadece
AKP’ye göre düşünülemez! Çünkü AKP, arkada azmettirici olan emperyalizmin
Türkiye’deki birçok tetikçisinden sadece birisidir. Türkiye’nin ana düşmanı
emperyalizmdir! Emperyalizmin Türk halkına karşı kullandığı araç sadece AKP
yönetimi değildir. PKK terör örgütü, 30 yıldan beri emperyalizmin hizmetinde Türkiye’yi,
ordusunu ve ekonomisini yıpratmaya devam etmektedir. PKK’nın legal temsilcisi
HDP, hatta ana muhalefet partisi olan CHP yönetimi ve “Türk milliyetçisi”
olarak geçinen meclisteki diğer muhalefet partisi MHP yönetimi bile, kritik
anlarda AKP’ye destek vererek, büyük ölçüde emperyalist politikalardan yana
duruş sergilemektedirler.
Türkiye’deki
parlamenter demokrasi, 12 Eylül 1980 faşist askeri darbesinin yasalarıyla
tamamen yozlaşmış; bu şekilde Türk siyaseti çok az ellerde tekelleşmiştir.
Tekelleşen Türk siyasetini de emperyalist güçler, Ankara’daki Büyük
Elçilikleri, devlet Başkanları veya diğer politikacıları üzerinden ortak zirve
toplantıları, ikili görüşmeler vs. gibi siyasi mekanizmalarla Türkiye’de
mecliste temsil edilen siyasi parti liderlerini etki ve denetim altına
alabilmektedirler.
AKP 13 yıldır
iktidardadır ve en azından 4 yıl daha iktidarda kalacaktır. 2019 yılında
seçimle AKP’nin iktidardan düşmesi çok zordur; çünkü geçmiş ve gelecekteki
seçimlerin şaibeli olması bir yana, seçimler hiçbir zaman bütün siyasi partiler
için eşit koşullarda yapılmamıştır ve gelecekte de yapılmayacaktır. % 10 seçim
barajı, meclisteki partilerin aldığı hazine yardımları, büyük ve holdingci
sermayenin bu partileri finanse etmesi, holdingci havuz medyasının tek taraflı
olarak hükümet partisini ve en çok mecliste temsil edilen siyasi partileri
desteklemesi vs. gibi faktörler, ülkemizde artık seçimle iktidarın
değişemeyeceğinin en açık kanıtıdır. Kısaca AKP, seçimlerde mutlak üstündür,
seçimle iktidardan gitmez!
Türkiye’de ordu,
geçmişte birçok askeri darbeler yapmıştır. Bu darbelerin 27 Mayıs 1960 darbesi
hariç hemen hepsi emperyalizme ve Türkiye’deki işbirlikçi egemen gerici güçlere
yaramıştır. Artık TSK komutanlarının bunca kötü deneyimler, baskı, karalama, kumpas
davalar, taşıdığı ve taşıyacağı riskler bakımından bir askeri darbeyle AKP’yi
devirme ihtimali de hemen hemen hiç yoktur!
Halkın demokratik ve
anayasal gösteri ve protesto hakkını kullanarak AKP hükümetini yıpratıp
düşürmesi de artık çok zayıf bir ihtimaldir. Türkiye çapında “Hükümet İstifa”
sloganlarıyla tahminen 7-8 milyon yurttaşın katıldığı 2013 Haziran “Gezi”
direnişinin hüsranla biten sonu, bu yolun da AKP’den kurtulmak için kapalı
olduğunu göstermektedir. 13 yılda devletin ve toplumun önemli güç odaklarını
kontrolü altına alan AKP, tam anlamıyla halkın demokratik haklarına karşı adeta
bir baskı mekanizması kurmuştur. Bağımsız olması gereken yargıyı büyük ölçüde
kendisine bağlayan ve güçlü bir polis örgütünü arkasına alan AKP iktidarı,
Haziran direnişinde 7 kişinin ölümüne, 9 bin kişinin yaralanmasına ve
yüzlercesinin tutuklanmasına neden olarak ne derece gaddar olduğunu göstermiştir.
AKP ve onun halen
lideri konumundaki Cumhurbaşkanı RT Erdoğan; geçmiş yıllardaki bütün
başarısızlıklara rağmen “yeni” anayasa ve “Başkanlık” sistemi konularında halen
ısrar etmektedirler. Çünkü Türkiye’de başkanlık sisteminin gerçekleşmesi demek,
RT Erdoğan’ın sultanlığının ilanı demektir. Ama bu başkanlık sisteminden son
tahlilde en kazançlı çıkacak olan yine de de emperyalizm olacaktır. Çünkü
emperyalizm; şimdiye kadar Türk siyasetini 12 Eylülden miras kalan bozuk
demokrasi sayesinde sadece meclisteki üç dört siyasi lideri kendine bağlamakla
kontrol ederken, Başkanlık sisteminin uygulanmasıyla bu kontrol artık sadece ve
tamamen Başkan olan TEK bir kişiyi bağlamakla kolaylaşacaktır.
Anlaşılan Türkiye’de
emperyalizme başkanlık sistemi de yetmiyor! “Yeni” anayasa ile emperyalizm,
taşeronları olan meclisteki siyasi partiler üzerinden Türkiye Cumhuriyeti
devletine “ulus” karakteri veren “Türk Ulusu” kavramını tasfiye etmeye,
“Özerklik” veya “Yerinden Yönetim” gibi yönetim unsurlarını da “yeni” anayasaya
sokarak devletin birleşik merkezi yapısını bozmaya çalışmaktadır.
Sonuç olarak Türkiye;
Prof. Dr. Korkut Boratav’ın önerdiği gibi AKP’ye karşı bir “Anti-faşist”
cephede değil, emperyalizm ve yerli işbirlikçilerine karşı ANTİEMPERYALİST bir
cephede birleşmelidir. Bu cephede bütün vatanseverler yer alacaktır. Karşı
tarafta ise emperyalizm ve onun yerli işbirlikçileri olan başta AKP yönetimi
olmak üzere, CHP ve MHP yönetimleri, PKK ve onun legal örgütü olan HDP de
vardır!
Ancak bu
cepheleşmedeki ana sorun; antiemperyalist bu cephenin hangi siyasi partinin
girişimiyle ve kimin öncülüğünde kurulacağı ve hangi sosyal sınıflara
dayanacağı konusudur. Elbette teorik olarak bir gerçeği peşinen söyleyebiliriz:
Antiemperyalist milli cephede; vatansever olan ve işçi sınıfı, köylüler, esnaf,
aydınlar vs. gibi sınıf ve kesimlerin üyesi olan her kişi, her türlü meslek
odası ve iş sahibi yer alabilecektir. Bu antiemperyalist cephede yer alan bütün
vatanseverlerin desteklediği bir siyasi ortamda; işçi sınıfının demokratik ve
kitlesel katılımlı, başarılı bir GENEL GREVİ, çok kısa zamanda AKP’nin
İKTİDARDAKİ SONUNU getirecektir!
Fakat en başta işçi
sınıfının böyle bir cephede yer alabilmesi için, öncelikle Türk-İş’in
sermayenin kontrolünden, DİSK ve KESK ’in de bölücü Kürtçü siyasetten mutlaka
kurtarılmış olması şarttır. Peki, bu görevi kim üstlenecek? İşte bütün mesele
de burada düğümlenmektedir! Gerçek sosyalistler kadrolaşıp bir siyasi parti
kurmadan bu sorunların hiç biri çözülemez!