Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster


Türkiye hangi mezhep için biçilmiş kaftandır?


Açıklama:
Kategori: Köşe Yazarları
Eklenme Tarihi: 04 Ekim 2015
Geçerli Tarih: 03 Mayıs 2024, 15:27
Site: Görele Sol Platformu
URL: http://www.gorelesol.com/yazar.asp?yaziID=22054


TÜRKİYE HANGİ MEZHEP İÇİN BİÇİLMİŞ KAFTANDIR?

Yaşadığımız günler, siyasi terörün çok sayıda masum insanın, öldüğü, askerin, polisin şehit edildiği, yaralandığı, sakat bırakıldığı, yani hepimizin hayatını etkilediği günlerdir. Mesele son derece ciddi ve iyi incelenmesi de gerekmektedir. İncelerken de şu sorulara cevap arayalım:Mesela, bugün, İslam alemindeki devletlerden hangisinin sistem itibariyle demokratik olarak vasıflandırılmayı hak ettiğini söylemek mümkündür?  Birinci Dünya Savaşı'nı takip eden yıllarda Osmanlı İmparatorluğu'nun çökmesinden sonra, sömürücü İngilizler ve Fransızlar Ortadoğu pastasını aralarında pay etmişler, bir çok dini makamlar ve mezhepler ihtas edip, sonra da bu makamları işbirlikçilere dağıtmışlar, mezheplerini değiştirmişlerdir. Şerif Hüseyin'in oğullarının eşsiz hizmetlerini ödüllendirmek için Ürdün'de bir kukla monarşi devleti kurduranlar da onlardır, Suriye'den Lübnan'ı koparıp ve işbirliği yapmalarının bir karşılığı olarak Maruni Hristiyanlara verenler de onlardır. Lübnanlı Müslümanlarla, Filistinli Müslümanların dayanışma içerisinde olmaları,Marunilerin umudunun azaltmış, azalan umutlarına paralel olarak da müslümanlara zulümleri artmıştır. Maşlah ve Nabaa'nın kenar mahallelerini topa tutup çok sayıda korumasız Müslümanı katlettiler. Siyasi bir güç, bir grubun (Marunilerin) elinde toplanmış ve bu güç bir başka grubun (Müslümanların) aleyhine kullanılmıştır. Böyle bir güç, Müslümanların aleyhine kullanılıyorken, o ülkede demokrasi nasıl gelişebilir, nasıl iç huzur sağlanabilir? Mutlak gücü elinde bulunduranlar, son derece bu güce inanmış olarak "Ben devletim" derse, siyasi sadakat, siyasi bir sorun olmaktan çıkıp, şahsi bir sorun haline gelmez mi? (1)


Yapısal şartlar, bir ülkede devlet otoritesi ile halkın arasındaki ilişkilerin özellikleri hakkında bilgi verecek niteliktedir. Eğer yönetimi elinde bulunduranlara halk biat etmemişse, ya devlet haini damgasını yiyecek, ya da profoketör ilan edilecektir. İslamiyet, insanın insana ve insanın kendi arzularına köleliğini kesinlikle reddeden evrensel bir deklarasyondur. Müslümanların biatları yalnız Allah'adır. İslamiyeti kullananlar "alnı secdeliler" İslami bir kılıfa girenler; Batılı yıkım güçleri tarafından da desteklendikleri tarihi bir süreç olarak bilinen ve kardeşi kardeşe "tekbir" getirterek öldürtenler, ve bunların hain planlarına alet olan İslâm görüntüsü içinde olanların, İslâmla uzaktan yakından bir alâkasının olmadığı nasıl olurda görülmez anlaşılır gibi değildir. Bu tür insanların, yazılı ve görsel iletişim araçlarına verdikleri resimleredemi bakılmıyor? Eli silahlı, sakallı, başında ya askeri kep ya da sarık bulunan, yanı başında silah olduğu halde namaz kılarken görüntülenen bu insanlar, Ortadoğu şehirlerinin altını üstüne getiren, kan gölüne çeviren ve bir çok masum insanı din ve mezhep ayrılığı güderek gözünü kırpmadan öldüren; ve kitle iletişim araçları da böyle bir insanı, yanı başında silah olduğu halde namaz kılarken görüntüleyip bütün dünyaya servis etmesinin sebebinin, İslamiyeti karalamak ve kötü köstermeye yönelik olduğu da anlaşılmıyor mu? Ortadoğu'da kanunlar, adamına göre uygulanmakta, adamına göre yorumlanmaktadır. Devlet otoritesinin çıkarları ve saikleri, kanunların hayata geçiriliş tarzını büyük ölçüde etkilerken, demokratik olarak vasıflandırılabilecek politik süreç yok denecek kadar azken, politik katılımcılığın yolları tıkalıyken, kitlelerin politik problemlerine çözüm getirecek bir sistem de inşa olunmamışken, "efendilerinin gücü"nü de arkalarına alarak, devletin gücünü halkın üzerinde bir baskı aracı olarak kullanmak arzusu içinde olanlar nasıl var olur, onlara nasıl fırsat verilir, veya neye göre imkan tanınır?


Onlar zaten hep vardı, bütün ülkelerde de vardır. Onların yardakçıları da, şakşakçıları da hep var olmuştur, yüzyılın başlarından bugüne gelinceye kadar da var oldular... Yalnız değişen efendileri olmuştur. "kemalizmin iflas ettiğini" söyleyenler de onlar olmuştur, "Kemalizm devrini tamamladı" diyenler de onlar olmuştur. Hatta daha da ileri giderek; "Lozan Antlaşması'nın ortadan kaldırılması gerektiğini" bile söylemekten hiç sıkılmamışlardir. "Sevr Antlaşması"nın en demokratik antlaşma olduğunu söyleyerek, "sömürge olmanın erdemleri" üzerine konferanslar vermişler, efendilerine hizmette kusur etmemişlerdir. Bazen efendilerine saygılarını arz etmek üzere, deniz aşırı yolculuğa çıkmışlar, bazen salon toplantılarında kürsülere çıkartıp konferanslar verdirmişler, bazen de yuvarlak masa etrafında toplanıp, yeni stratejilere hep birlikte imza atmaktan çekinmemişlerdir. Bu efendilerden birisi de Samuel Huntington'dur. Önce Samuel Huntington'un kim olduğuna bakalım. Samuel Huntington, Harvard Üniversitesi Stratejik araştırmalar Enstitüsü öğretim görevlisi ve aynı zamanda ABD Savunma Bakanlığı danışmanı. Türkiye'de verdiği bir konferansta bakın neler söylemektedir:


"Eğer Türkiye, Batılı bir ülke olmak ısrarından biraz vaz geçerse; modernleşme ve demokrasinin bir İslam ülkesinde de mümkün olduğunu göstermeye daha çok ağırlık verirse, İslam'a büyük bir model olur.  Demokrasinin mutlaka laik bir temele dayanması gerekmez. İslam ile demokrasi bağdaşabilmelidir." Alman Heinz Kramer, daha da ileri giderek: "Kemalizmin modası geçti. Atatürk'ün siyasi mirası yeniden yorumlanmalı" deme cesaretini gösterebilmektedir. Diğer bir Alman olan Udo Steinbach ise: "Sorun, uyduruk, zorlama ve yapay Türk ulusudur. Böyle bir Ulus yoktur. Bu uyduruk ulusu Atatürk, Ermenileri ve Rumları yok ederek kurdu" derken, Türk milletine hakaret etmekte, zırvalamanın en üst seviyesine çıkmaktadır. Huntington ve diğerleri, meydanı boş bulduğu için konuşuyor da konuşuyorlar! Nasıl olsa Türkiye "tevekkül cenneti"dir. Vurursun ensesine lokmayı ağzından alırsın... Çünkü Huntington ve diğerleri, işbirlikçilerden öğrenmiştir ki, "bana dokunmayan yılan bin yaşasın" "azıcık aşım, ağrısız başım" diyen bir millet, bu tür tekerlemelerle çoktan teslim olmuş demektir! Acaba gerçekten öyle midir?... Huntington ve diğerleri nereden bilecek "Yumuşak atın çiftesi"nin sert olup olmadığını!


Bir toplum, nasıl olur da bu denli körleşir? Nasıl olur da gözlerinin içine baka baka söylenen yalanları, yapılan alçaklıkları, ihanetleri, atılan iftiraları, göremez? Geçmiş yıllarda her şeyi gören gözler, bugün niye yalan konuşanları, iftira atanları, hırsına ve kinine yenik düşenleri, "benden sonrası, tufan" diyen yöneticileri, göremiyor veya göremez oldu? Bugünkü bilgi ve teknoloji çağında her şey görülmekte değil mi, her şey fark edilemiyecek kadar flu mu? İnsanlar, bu denli duyarsız, bu kadar vurdum duymaz ve vijdanları körelmiş, gözlerinin feri sönmüş olabilir mi? Yapılan yanlışların görülemiyor, farkına dahi varılamıyor olması hepimizi düşündürmekte, hepimizi gelecek endişesiyle karşı karşıya bırakmaz mı? Son zamanlarda ülkemizin karşı karşıya geldiği, bırakıldığı güvenlik ve asayiş sorunları, halkın can ve mal emniyeti, tehlike içinde değildir demenin mümkünü var mıdır? Ülkemizi, içten ve dıştan yıkmak, parçalamak, bölmek, hatta din ve mezhep çatışmalarına zemin hazırlamak isteyenlerin varlığı bilinmiyor mu? Suriye topraklarını bölerek, 1944 yılında Lübnan Devleti'ni kurduranlar, ülke nüfusu itibariyle çok azınlıkta olan Maruni Hristiyanları yönetime getirenlerden her türlü kötülük, her çeşit mezhep ayrıştırmaları beklenmez mi? Ortadoğu coğrafyasında, İslam adına hareket ettiklerini söyleyenler, İslamın bir emri gereği olduğuna inananlar ve o doğrultuda hareket ettiklerini sanan kandırılmış ve kiralanmış caniler, rehin aldıkları kadınlara gecelik nikahlarla sahip olduklarını, basınımız sayesinde görmüyor olabilir miyiz? Bu tür davranış içerisinde olanlar, Kadını bir mal, bir eşya gibi görenler ve kadını her türlü cinsel sapıklıklarına alet edebilecek durumda olanlardan daha başka sapıklıklarda beklenebileceğinide mi göremiyoruz? 


12 Kasım 1987 tarihli bir İstanbul gazetesin de çıkan, (İngiliz ordusunda skandal) başlıklı haberde: "Kraliçe ikinci Elizabethin muhafız alayına yeni katılan erlerin ırzına, namuslarına tecavüz edildiği ve sadistçe işkence yapıldığı" yazmaktadır. Bütün dünyada ve bütün dinlerde aile, meşru olarak kadın - erkek beraberliğidir. İki erkeğin "livata" yapmasını, İngiliz kanunları himaye etmektedir. Bu ahlaksızlıkların yapıldığı yerlerde bile, İngilizlerin İslam düşmanlığı göze çarpmakta, bu türlü rezaletlerin yapıldığı yerler ise yeşil renge boyanmıştır.*Olaylara bir de Mezhep yönünden bakmak gerekir. Yani "Vehhabi mezhebine" Bu mezhep,yaklaşık iki asır önce Arap Yarımadısı'nda Necd dolaylarında Muhammed b. Abdülvehhab tarafından kurulmuş, Suudi Arabistan'ın resmi mezhebidir. Ayrıca, Mısır, Hindistan, Afrika ve diğer bazı İslâm ülkelerinde taraftarları da bulunmaktadır. Vehhabiler,kendilerine "Muvahhidün" de derler ve kendilerine İbn Teymiye'nin açıkladığı şekilde Ahmed b. Hanbel'in mezhebini devam ettiren "Sünniler" olarak görürler. (Nasıl bir sünnilik anlayışları olduğunu son zamanlarda hepimiz görmekteyiz) Şeytan taşlama sırasında bir izdiham sırasında ezilerek ölen hacıların bu durumu İslam âlemine bir şeyler atlatmıyor mu? Böyle bir olayın yaşanması, İslam aleminin ne durumda olduğunu, İslam dininin ne hale getirildiğini ve kendisini Müslüman zanneden idarecilerin nasıl bir İslam anlayışıyla hareket ettiklerini hepimiz görmekteyiz. Ayrıca, İslam âleminde yaşanan bir sürü olumsuzlukların hangi mezhebe göre yapıldığının artık görülmesi ve yapılanların da doğru olarak anlaşılması gerekir.                                                                                 

Mezheplerde çeşitli anlayışlar vardır. Mesela, Vehhabi Anlayışında, namazların yalnız kılınması yasaklanmıştır. Beş vakit namazın cemaatle kılınması farzdır. "Namazı terk eden kimse kafirdir ve onlar hakkında dinden çıkmış (mürted) hükmü verilir." Namazların cemaatle kılınması mecburidir. "meşru bir özrü olmaksızın cemaatle namaz kılmayıp münferiden namaz kılanların Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat'ten hariç Şiilere teşbih olunması, şiddetle kötülenmesi ve suçlanması" ve cami imamlarının, namazların sonunda cemaatin teker teker yoklamasını yapıp ihmalde bulunanlara, üçüncü defa tekerrürü halinde ta'zir cezasının verilmesi, Vehhabilerin davranışları arasındadır. Son günlerde, mezhepçilik adı altında ülkemizde bazı gayretlerin olduğu gözlerden kaçmamaktadır. Buna örnek olarak, "Ilımlı İslam" söylemlerini gösterebiliriz. Şimdi hemen akıllara: "Türkiye için hangi mezhep, biçilmiş kaftandır" sorusu gelebilir. Olan bitene bakınca, yapılanları görünce, insanın aklına her şey geliyor. Mesela, Suudiarabistan ve Katar gibi ülkelerin, Türkiye'de de bir mezhep değişikliğine gidilmesini destekleyebilecekleri insanın aklına gelebilir. Çeşitli isimler altında,Güney komşumuz olan ülkeleri kan ve gözyaşına boğan terör örgütleri, "Sünni bir İslam" anlayışında olduklarını açıklamadılar mı? Bu açıklamalar, ne yapılmak istendiğini bizlere göstermiyor mu? Söylenenlere ve yapılanlara bakınca, ülkemizi de tehdit edebilecek ayrıştırmaların farkında ve bilincinde olunmalıdır. Irak Devlet Başkanı, Saddam'ı nasıl katlettiklerini de unutmayalım!

Fener Rum Patriği, Bertholomeos'un, geçtiğimiz günlerde,Trabzon'daki bir ayinde, ülkemizde yaşanan terör olaylarının durması için, "dua" ettiğini hepimiz ekranlardan görmüş olmalıyız. Bu zat-i muhterem! "Türkiye'nin AB üyeliği için de dua" etmemiş miydi? Aklıma bir ata sözümüz geldi: (... duası kabul olsa, gökten ...) Bu ateşi yakanların, bu ocağı yakıp kül etmek isteyenlerin, kim ya da kimler olduğu, veya hangi dış güçlerin planları olduğunu bu millet halâ bilmiyorsa, zaten bitip tükenmeyi, yok olup gitmeyi hak etmiş demektir. 


Gayeleri, bütün İslam dünyasının dinini ılımlaştırmak,mezhebini bozmak ve değiştirmek olan yıkım güçleri, kendi icat ettikleri mezheplerle İslam dinini de ılımlaştırmış olacaklarını düşünmektedirler. Bunun için de, islam ülkeleri içindeki "Allah'ı bırakıp da başka ilahlar edinenler" in yardım ve desteklerini alacaklarını da düşünmektedirler, hatta bu konuda geçmiş tecrübelerine güvenmektedirler. (Necidli Muhammed buna bir örnektir) "Muhammedi İslam"ı yıkmak, hezhepler yolu ile bozmak, sonra da kendi uydurdukları mezhepleri İslam dünyasına dayatarak kabul ettirmek, gayretleri geçmişte de görülmüş, bugün de görülmekte, böyle devam ederse gelecekte de görülecektir. Fakat, unuttukları ve gözden kaçırdıkları bir şey var ki, o da Muhammed-i islam-ı yaşayan ve bu yolda ölmeyi şehitlik mertebesi gören Türklerdir. Yeterki Türkler, kendi içinde birliğini ve beraberliğini bozmasın, hiç kimsenin ve hiç bir gücün de bu birliği bozmasına imkan tanımasın. Politik terörizmin en belirgin örneği Afganistan olduğunu da görerek... Yalnızca bir süper gücün kendi ideolojisini nasıl bir başka ülkeye empoze ettiğini ve nasıl bir başka ülkeyi acımasızca işgal ettiğini görmekle yetinilmez, aynı zamanda ve daha da önemlisi işgali takiben kurulan Afgan hükümetinin bir başka ülkenin ideolojisine direnen Müslümanları yok etmek için terörü nasıl devletin resmi politikası haline dönüştürdüğü de görülmelidir.


Gerek Ortadoğu'da yaşanan olaylar, gerek ülkemizde meydana gelen olumsuzluklar, bir planın, bir projenin hayata geçirilmesi için meydana getirilen olumsuzluklar olarak bakılmalıdır. Nasılki Suudi Arabistan'da İngilizler, 14 yaşındaki Necdli lakabıyla bilinen Muhammed bin Abdülvehhab'ı senelerce aldatarak (Vehhabi) Mezhebi diye bir mezhebi, o zamanki Deriye Emiri olan Muhammed bin Suud'unda yardım ve destekleriyle kurdurdular, belki de şimdi diğer İslam ülkelerinde işbirlikçiler yardımıyla Vehhablik veya başka bir mezhep kurdurmanın planlarını yapmaktadırlar. Vehhabi Mezhebinde olanlar ise, biz Türkleri sevmezler, hatta Türklere kafir derler. Kafir dedikleri Türklerin mezhebinin de değiştirilmesi için, yine İngilizler başta olmak üzere, bütün şer güçlerinin yardım ve desteklerini de alarak, kendilerinin de maddi güçlerini bu yolda kullanarak değiştirmeye çalışabilecekleri akıllardan çıkarılmaması gerekir. Sözlerime bir Çin ata sözüyle son vermek istiyorum: "Bir gölde iki balık kavga ediyorsa, beş dakika önce oradan bir İngiliz geçmiştir."


(1) Asaf Hüseyin/ Ortadoğuda Devlet ve Terör


Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster