Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster
Açıklama:
Kategori: Köşe Yazarları
Eklenme Tarihi: 03 Temmuz 2015
Geçerli Tarih: 04 Mayıs 2024, 00:59
Site: Görele Sol Platformu
URL: http://www.gorelesol.com/yazar.asp?yaziID=21618
MAZLUM MİLLETLERE YENİ RUH ÜFLEYEN TÜRKLERDİR
İbrahim'in muasırı
(çağdaşı) olduğu rivayet olunan Oğuz'a taalluk eden Tekvin Mahlukat'ın
fıkraları yirmi ve yirmi birinci fıkralar olduğundan bahseden ünlü Yahudi yazar
Avram Galanti, (Türklük İncelemeleri) eserinde, Hz. İbrahim'in biraderi olan
Nahor'un, Ous namında bir çocuğu olduğu mukayyeddir (kayıtlıdır) der. Otuzuncu
fıkrada ise: - "Ve Terah oğlu İbrahim'i ve torunu olan
Haran'ın oğlu Lut'u ve oğlu İbrahim'in zevcesi olan gelini Sarah'ı alıp Kenani
toprağına gitmek üzere, bunlarla beraber Kildanilerin "Ur" şehrinden
çıktı ve Harran'a gelip orada ikamet ettiler!" diye
bahseder. İbrahim'in pederi ile kendisinin ve bütün aile halkının "Ur"
da ikamet ettiğini ve Arz-ı Kenan'a (kenan topraklarına) hicret ettikleri
vakit, Terah'ın oğlu Nahor ile zevcesinin "Ur" da kaldıklarından da
bahseder. Talmud, İbrahim'in "Kut" yani şimdiki "Tell
İbrahim" de doğduğunu yazıyor.Miladın, birinci ile beşinci asırları
arasında tedvin edilmiş (kitap haline getirilmiş) olan Talmud'un ifadesine
bakılırsa, İbrahim'in mahal-i viladeti (doğum yeri) hakkında menkulatın o
zamanda ne kadar kuvvetli ve zinde olduğu anlaşılır. Ayrıca "Ur"
şehrinin: Fırat nehrinin sağ sahilinde kain olup şimdiki ismi El-Mukayyer
olduğu da yine aynı kitaptan anlaşılıyor.
Müverrih Mayer, Babil cenubunda bulunan sinear kıtasının en meşhur
şehirleri, Fırat nehrinin döküldüğü yer civarında bulunanlardır
demiştir. Gelelim "Mazlum milletlere ruh üfleyen
Türkler"e : İstanbul'un fethi, bu şehrin bir
elden diğer bir ele intikali (geçmesi) ve Bizans İmparatorluğunun inkırazı
(çöküşü) itibariyle mühimdir. Bazen, bir memleketin inkırazının husule
getirdiği sarsıntı mevzii veya mücavridir. Lakin İstanbul'un, bilhassa Türkler
tarafından vuku bulan fethin husule getirdiği sarsıntı, umumi olmuştur.
İslamiyeti imha etmek için müteaddid ehl-i salib seferleri tertib eden
Hristiyan Avrupa, aynı İslamiyetin İstanbul'da yerleştiğini görünce şaşıp
kalmıştır. İstanbul, Türkler tarafından zabt olunmayıp diğer bir Hristiyan
hükümeti eline intikal etmiş olsaydı, bu intikal keyfiyeti, belki gürültüsüzce
vuku bulur ve Hristiyan efkar-ı umumiyesi, o kadar müteessir olmazdı. Halbuki
fatihler, Türkler oldukları için, uyuşmuş olan Hristitan efkarı sarsılmış ve
bunun neticesi olarak eski zihniyet, eski düşünüş yerine yeni zihniyet, yeni
düşünüş kaim olmuş, tabir-i diğerle medeniyetin inkışaf ve talisine yarayan
yeni fikirler doğmuştur.
İstanbul'un
fethinden 450 küsür sene sonra, Türkler ikinci bir devre-i tarihiye
açmışlardır. Devre-i ahire ile asr-ı hâzırı ihtiva eden bu müddet esnasında,
Avrupa'da muhtelif fikirler tesadüm etmiş (çarpışmış) ve muhtelif kuvvetler
çarpışmıştır. İslamiyetin serhad (sınır) muhafızı olan Türkler, bu sahte
medeniyetten ve bu sahte medeniyet namına söz söyleyenlerden usanmış olduğu
için, Harb-i Umumiye girerek Çanakkale Boğazı'nı kapatmıştır. Zira, Çanakkale
Boğazı kapanmamış olsa idi, Çarların Rusyası galip gelerek, sahte
medeniyetçilerle beraber, daha müstebid, tabir-i diğerle daha medeniyet düşmanı
kesilecek idi. Türkiye, kendisine verilen söze inanarak Mondros
Muahedenamesine, hulus-u niyet (iyi niyet) ile, vaz-ı imza etmiştir. Fakat bu
muahedename bir tuzak idi. Küçük milletlerin hukuku)?!) için çalışanların
fikrince, İslamiyetin en büyük bekçisi olan Türkiye, ortadan kalkmalı idi. Bu
ameliye beynince yahud bu mu ameleyi bitirince, Alem-i İslam-ı boğmak kolay bir
iş idi. Anadolu'nun ve Trakya'nın temdin (!!) vazifesi Yunanistan'a havale edildi.
Sahte medeniyetçiler akıllarınca, iş yoluna girmiş idi. Fakat bunların ne kadar
yanıldıklarını vekayi (olaylar) bilahare isbat etti. Yunanlıların İzmir'e
ayak bastıkları gün, Türklük ve İslamlık titredi. Bir serdar lazım idi. Türk
milletinin sinesinden Mustafa Kemal çıktı. Sivas, Erzurum ve Ankara kongreleri
Türk milletinin şu'urunu yeniden ihya etti. Bu şu'ur aynı tehdide ma'ruz kalmış
olan memalik-i İslamiyeye ve kezalik bilcümle mazlum memleketlere sirayet etti.
Bu mucizeyi meydana getiren kimdir? Başlarında Mustafa Kemal ve arkadaşları
bulunan Türk milletiyle ordusu. Türklerin gayreti ve himmeti sayesindedir ki
mazlum milletler:
1- Bir avuç
gayyur (gayretli) ve fedakar adamların delaleti ve himmetiyle, memleketleri
için büyük ve faideli işler görülebileceğini.
2- Bu suretle
hakiki hürriyet ve tam istiklal elde edilebileceğini ve bunun için çalışmak
lazım geldiğini anlamışlardır.
İstibdad, zulm,
sefalet altında inleyen bir milyar halkı böyle düşündüren, istikballerine daha
büyük bir emniyetle baktıran, bu inkilabı yapan Türklerdir. Tarihin beş
devresinin ikisini açan, fikrin terakisine ve dolayısıyla hürriyete ve
medeniyet-i kazibeye (yalancı medeniyete) değil, medeniyet-i hakikiye hizmet
eden, mazlum milletlere yeni ruh üfleyen, Türklerdir. Tarih, Çanakkale'yi
kapatmak ve Yunanlıları denize atmak suretiyle, Türkler kadar vas'i mikyasda
(büyük oranda) "Fikir"in terakkisine hizmet eden hiçbir milletin
hizmetlerini kayd etmemiştir. İşte bu ulvi ve mukaddes hizmetlerinden dolayı,
Türklerin "Medeniyet Tarih"indeki mevk'ileri pek yüksek ve pek
şereflidir.
Ayrıca bazı Türkçe
metinlerde, kimi zaman kış ortalarında yapılan harekatlardan söz edilmekte,
kaçan düşmanların Tonyukuk Irmak geçitleri buz tutmadığı zaman yüzerek ya da
salla geçildiği belirtilmektedir. "Türk" denizciler 1516'da
Cezayir'de, 1534'de Tunus'da, 1551'de Trablusgarp'taydılar. Bu limanları
Akdeniz'deki etkinlikleri için önemli üsler haline getirdiler. Mağribi forsa
takımları kölelerden oluşuyordu; Cervantes 1575-1580 yılları arasında forsa
olmuştu. Haremlerinde Provence, Kalabriya, Kastilya kızlarından geçilmiyordu.
En güzelleri, kimi zaman, Konstantinopolis'e, padişaha gönderiliyorlardı.
Jozephine de Beauharnais'nin kuzeni Aimee de Rivery kaçırılmış ve Martinik'e
gönderilmişti. Buradan da imparatorluk sarayına geçecek ve devrimci sultan II.
Mahmud'un güçlü ve nüfuzlu annesi Valide Sultan olacaktı. (1)
1908 yılının
temmuz ayına gelindiği vakit ise, Türk milleti ve tarihi için facialar çığırına
girişin en korkunç olaylarıyla başlıyordu. Yani Farmasonların meydana
getirdikleri olaylar! Farmasonlar yalnız Rumeli'ye değil, Osmanlı sarıyının en
önemli mevkilerine kadar her tarafı kontrolleri altına almışlardı. Doğunun ve
batının meraklı gözleri İstanbul'a çevrilmişti. Büyük Britanya'nın Anglo-Siyon
nazırları Türklerin İslam alemindeki yüksek itibar ve prestijini kırma
yollarını arıyorlardı...Yunan farmasonlarının üstadlarından E. venizelos ırk
itibariyle Giritli Levanten Yahudilerindendir. Hacı Sami'yi yardakçılarıyla
Anadolu'ya göndererek T.B.M.M.'nin 1 Kasım'da açılış merasimini yapmak için
Ankara'ya gidecek olan Mustafa kemal'i Nallıhan boğazında dinamitle öldürmek
işini finansa ettirenlerin başında farmason üstadı Venizelos'la Atina'daki
İtalyan büyükelçisi gelir. Farmasonların Mustafa Kemal Paşa'yı tasfiye etmek
için ısrarlı bir şekilde çalışmış olduklarının, Hacı Sami Anadolu'ya geçmeden
bir sene önce Girit'e giderek Girit'teki Venizelistlerle uzun uzadıya olayın
icra şeklini görüştüğü ve yanına Giritli farmason korumalardan on kişinin
verilmesini istediği, ele geçen belgelerle teyit edilmiştir. Ayrıca, Kemal
Atatürk'ün farmason doktorların yanlış teşhisleriyle günden güne güçten düştüğü
bir sırada, Türkiye farmasonlarının genel başkan vekilinin Moskova'ya gittiği
de belgelerde yazılıdır.
Asırlarca
İspanya'da, Portekiz'de ve diğer batı memleketlerinde sefil, horgörülmüş, fakir
ve bayağı bir hayvan muamelesi gören bir avuç nankör Yahudi; hürriyetin,
adaletin, kardeşliğin, eşitliğin eşsiz sembolü olan Türk milletinde aldığı
rahat nefesin, gördüğü cömertliğin ve kendisine bahşedilen uçsuz bir yaşam
hakkının şükran karşılığını işte böyle uygulamaya koyarak başarılı olduğu
iğrenç niyetleri, "Tel Aviv'de dünyanın en büyük mason locasının temeli
atılırken, Tel Aviv başhahamı İ. j. Untermen, mabedin ilk temel taşını
yerleştirirken söyledikleridir: "Bu mabet bütün dünya milletleri için yeni
bir kıbledir. Milletler kendi batıl dinlerini terk ederek bu mabede
yakınlaşmaya kendilerini mecbur göreceklerdir. Artık müslümanlığın ve
Hristiyanlığın dayandığı akide ve küflü inançlar yıkılacak, insanlar sayemizde
hak ve hakikatin nuruna kavuşacaktır." İslamın en büyük hasmı, ezelden
ebede kadar İsrailoğulları'dır. Türkler İslam'ın önderi olduğu zamanlarda onu
bu şereften mahrum etmek, bu mevkiden indirmek için çaba harcayan da yine
İsrailoğulları'dır. Diyebiliriz ki, her fitnenin başında "o" vardır.
O, Kur-an'ın bir mucize olarak bize bildirdiği gibi, yeryüzünde olmuş ve olacak
bütün fitne, fesat, ihtilal ve savaş ateşlerinin körükleyicisidir... (2)
Şu son yıllarda,
Irak'tan Suriye'ye, Tunus'tan Mısır'a, Libya'dan Nijerya'ya, Endonezya'ya,
Fransa'dan İngiltere'ye, Almanya'dan Türkiye'ye, Meksika'dan Hindistan'a,
Rusya'dan Çin'e kadar, her yanda, dünyada şimdiye kadar görülmemiş felaketler,
kıyametler, tufanlar ya da depremler, katliamlar art arda yaşanmıyor mu?
Binlerce ölü, milyarlarca hasar, korkunç ekolojik yıkımlar: yok olan ormanlar,
ölen insanlar, kırıp geçirilen hayvanlar, mahvolan ürünler, kirlenmiş sular,
rüzgarların ya da sellerin aşındırıp götürdüğü ekilebilir topraklar...
dünyamızın nereye doğru gittiği konusunda her birimize birer ibret vesikaları
olacak nitelikleri taşımıyor mu? Son zamanlardaki hava şartları, dünyamızdaki
küresel ısının artmasının bir sonucu değil de nedir acaba? Her yıl, ekilebilir
toprakların aşağı yukarı altı milyon hektarı çölleşmeyle kayboluyor.
Her yıl, 10 ile 17
milyon hektar arasında orman da yok oluyor. Bütün bunlar olurken, insanoğlu ne
yapıyor, nasıl bir önlem alıyor?
Başta mazlum
milletler olmak üzere, her yıl daha fazla insan kıyımlara, daha çok ölümlere,
daha çok mazlum hale gelmiyorlar mı? Peki bütün bunların sorumlusu olarak doğa kanunlarını
göstermek ne kadar doğrudur dersiniz? Her yer betonlaşırken, hayvanların yaşam
alanları rant uğruna talan edilirken,
bütün suçu doğa kanunlarına atmak ne kadar doğru olur? Ormanların kralı olan
bir aslanın, bir kaplanın ya da bir zürafanın siz hiç doğa kanunlarına aykırı
hareket ettiğini gördünüz mü? Mesela, balıkların ve su aygırlarının da denizleri
ve gölleri kirlettiklerini de gördünüz mü? Ama insan denen varlığın yaşadığı
her alanı kirlettiğini, yıkıp yaktığını, talan ettiğini görmemek mümkün
değildir. Hatta hem kirlettiğini hem de ekolojik dengenin bozulmasına neden
olduğunu da görmemek mümkün değildir. “Mazlum milletlere ruh üfleyen Türkler”
keşke “temizlik imandandır” diyerek içinde yaşadığı dünyaya da ruh
üfleyebilseydi…
(1) Türklerin
tarihi/ Jean Paul Roux
(2) Ey Türk işte
düşmanın/ Cevat Rifat Atilhan