Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster


Üç ayların hidayeti ramazanın bereketi


Açıklama:
Kategori: Köşe Yazarları
Eklenme Tarihi: 23 Haziran 2015
Geçerli Tarih: 07 Mayıs 2024, 19:04
Site: Görele Sol Platformu
URL: http://www.gorelesol.com/yazar.asp?yaziID=21504


ÜÇ AYLARIN HİDAYETİ RAMAZANIN BEREKETİ

Her var olana, lazım olan her şeyi gönderen, Ondan başka sahip,malik bulunmayan, bir olan yüce ALLAH, üç ayların da hidayetiyle, 7 Haziran 2015 seçiminde, mazlum kullarına,  zulüm görenlere, eziyet çekenlere, baskı altında olanlara, korkudan sinenlere, azarlanıp hor görülenlere, iftiralarla sarsılan mazlum kullarına acıyıp hidayet etmiş, ramazan ayının bereketiyle de bereketlendirir inşallah. Yalnız, ramazan ayının feyiz ve bereketini, bütün milletin üzerine bir güneş gibi doğmasını başarabilmek için, siyasilerin gayret göstermeleri ve başarmaları da gerekir.  Ayrıca, siyasi parti yöneticileri de bu konuda milletin beklentilerini boşa mı çıkaracaklar, yoksa milletin sandıkta verdiği karara saygı gösterip ona göre mi hareket edecekler hep beraber göreceğiz. Senelerdir milleti ayrıştırıp, % 50- % 50 diyerek bölmeye çalışmadılar mı? Şimdi bütün bunların bir daha yaşanmaması için, siyasetçilere çok önemli görevler düşmüyor mu? Elbette düşüyor! Fakat ilke diyerek, çizgi çizerek, görevden kaçınılmasını da anlamak mümkün değildir.  Belki bir parti için ilkeler çok önemli olabilir, ülke içine düşürüldüğü durumdan kurtarılması ve milletin çözüm bekleyen sorunlarına çareler aranıp bulunması da çok önemli değil midir? 

Mesela, yıllardır neler yaşandığı, ne haksızlıklar meydana geldiği, ibadet hanelerin seçim arenasına getirildiği, fakirin daha da fakirleştiği, emeklinin ve dar gelirlilerin ne duruma getirildiği, televizyon ekranlarından milletin (...) küfür edildiği, yolsuzlukların tavan yapması, çalmanın çırpmanın bir meziyetmiş gibi millete sunulması, devlete ait arazilerin yandaşlara peşkeş çekilmesi de mi önemli değil? 7 Haziran günü millet, "üç ayların hidayeti"yle sandıklara koşmuş, üzerine düşeni yapmıştır. Şimdi de ramazan ayının bereketinden nasiplenmek istiyor. İnşallah zaman geçirilmeden, kimseyi dışlamadan muhalefet partileri bir araya gelerek hükumeti kurarlar ve milletin beklentilerine sırtlarını çevirmezler. Her ne kadar bazı siyaset adamları sandıktan çıkan sonucu beğenmemiş olsalar da, şok geçiriyor olsalar da, milletin kararına saygı gösterilmeli, seçim meydanlarında verdikleri sözleri yerine getirmek için elini taşın altına koymaktan kaçınmamalıdırlar. Hele hele "yeniden seçim" diyerek milleti yeniden seçim sandıklarına çağırırlarsa, millet kendisiyle alay edildiğini, hatta dalga geçildiğini düşünebileceği ve sandıklarda ne tür bir karar verebileceği de akıllarından çıkarılmamalıdır. Bu kanunlarla seçime gidilirse, sandıklardan nasıl bir sonuç çıkacağı da düşünülmelidir.

Çoğu kez beklentileri arzu ve isteklerle karıştırabiliriz, beklentilerimiz ne istediğimize bağlı da olabilir. Ama bu beklentiler çoğu kez, gerçekleşmiş olsun ya da olmasın, geçmişe özlem duygusuyla çok yakından bağlantılıdır. Ekseri her insan, daha iyi bir gelecek umudu besler, ama daha iyinin ne anlama geldiğini pek bilmez; bilmediği için de araştırmalıdır. Tercih yapmak ve özgür olmak da bazen o kadar kolay olmayabilir. Hatta neden bu kadar zor diye kendinize sorduğunuzda, neden özgür olmak istiyorum diye de sormanın yararı vardır. Tercih, doğru olanı yapmak demektir. Karar ise bir şeyi doğru biçimde, iyi ve güzel olandan yana yapmaktır. O zaman çözümlenmesi gereken bir sorun ya da bir sıkıntılı durum karşısında çaresiz kalmazsınız. İçtenlikle bağlandığınız inançlarınızın ve öykülerinizin çoğu çocukluğunuzdan kalma olduğunu da biliyor olmalısınız? Eğer biliyorsanız, boş yere zaman harcadığınızı fark ettiğinizde eylemlerinizi savunmakta zorlandığınızı da biliyorsunuz demektir. O halde, milletin gösterdiği hedefe doğru mu yürüyeceğiz, yoksa bazı örümcek bağlamış kafaların gösterdiği hedefe doğru mu yürüyeceğimizin kararını verebiliriz. 
 
Kaprislerine kapılanlar, hırslarına yenilenler, kıskançlıklarından çatlayanlar, milletin istek ve beklentilerine sırtını dönenler, bakalım ne yapacaklar, nasıl bir yol izleyip de hükümet kuracaklar hep birlikte göreceğiz. Ağlayan anaların, zulüm gören insanların, horlananların, demokrasi ve insan hakları için çırpınanların, bir daha bu tür olumsuzluklar yaşanmaması için, milletin malına bir daha el uzatılmaması için, hırsızlık ve yolsuzlukların bir daha olmaması için, dini ve manevi değerlerin bir daha seçim meydanlarında istismar edilmemesi için, siyasetçilerin bir araya gelip gelmeyeceklerini hep birlikte göreceğiz. Göreceğiz, ama milletin ayarlarıyla oynayanların kimler olduğunu da görecek miyiz? Yetim malı yiyenleri, haramdan beslenenleri, kendi yakınlarına menfaat devşirenleri, yalanı gerçekmiş gibi seçim meydanlarında dillendirerek milleti kandırmaya çalışanları, "doğru söyleyenleri dokuz köyden kovanları" da görecek miyiz? Görmemiz gereken o kadar çok iyi ve kötü işler var ki, ama yıllardır hepimize onların görmemizi istedikleri şeyleri gördük ve gördüklerimizin, iyi mi, kötümü,doğru veya yanlış mı olup olmadığını araştırmaya da gerek görmedik. Araştırmaya kalkanlara da ne olduğunu sizler biliyorsunuz zaten.
 
Bütün bunlar olurken ve yaşanıyorken, dostlukların ve arkadaşlıkların, komşuluk ve akraba ilişkilerinin, sevgi ve saygının, muhabbetin ve sohbetin lezzetini unutmuş olduğumuzun farkına bile varamadan bugünlere kadar geldik. Geldik de ne oldu? Bütün bunlara yeniden kavuşabileceğimize inanıyor musunuz? Mesela, milletin sandıklarda işaret ettiği yöne doğru  gidip gidilmeyeceğine de inanıyor musunuz? Ama inanmak istiyoruz! Konuşmaya gelince her kes her şeyi biliyor ve yapıyor; herkes politikacı, herkes profesör, herkes sanırsınız ki din adamı, ulema, alim... Ama icraata gelince tısss. Herkesin bir hesabı varsa, Allah'ında bir hesabı vardır. Bu dünyanın fani olduğu düşünülüyor mu? (düşünenleri tenzih ederim) Düşünülüyor olsaydı: Kimi paranın peşinde, kimi mal mülk edinme derdinde, kimi fakirin elindeki ekmeği alma peşinde, kimi de dünyanın sahibi ben olmalıyım derdinde olur muydu? İnsanlar, bu dünyaya imtihan için getirilmiş olduklarını unuttular mı,  yoksa bilmiyorlar mı? İşte Süleyman Demirel. O da imtihanını tamamlayarak Allah'ın rahmetine kavuştu. Hiç bir kimse kendisini, ölümsüz sanmasın. Firavun'da kendisini ölümsüz sanmıyor muydu, Hamanları da kendisine sürekli mal mülk ve para kaynakları akıtmıyor muydu, ama ne oldu? Kızıl Deniz'in dibini boyladı...  
 
Süleyman Demirel'in devlet adamlığına kimse olumsuz tek laf edebilir mi? Onun döneminde her hangi bir iş adamına, her hangi bir gazeteciye veya kişilere, görüşlerinden dolayı, fikirlerini açıkladığı için hakkında soruşturma açılması için talimatlar verdiğine şahit olanlarınız var mı? Halkı tekmeleyenler, askeri ücretlilerin aldıkları paranın kendilerine yeter diye dalga geçer gibi konuşan bakanlar, "ananı alda git" diyerek vatandaşını kovanların varlığına da şahit olanlarınız var mı? Eğer bugün seçmenlerin bir kısmını, sandıklardan çıkan sonuçlara bakıp da, "halâ yanlışların arkasında duruyorlar " diye suçlayanlar varsa, hatta yaşanan bunca olumsuzluklara rağmen hiç bir şey olmamış gibi davranmaya devam ettiği söyleniyorsa, bu durum: milletin ayarlarıyla oynanmış, korkutulup sindirilmiş ya da maddi imkanlarla gözleri kapatılıp, ağızlarına kilit vurulmuş olduğunun bir göstergesi olamaz mı? "Çalıyorlar, ama çalışıyorlar" diye konuşanların ruh hallerinin ne durumda olduğunu düşünebiliyor musunuz? İslam dinine mensup olduklarını söyleyenlerin, bu şekilde "çalmayı" meşruymuş gibi göstermeye çalışmaları sizce akla ve mantığa uyuyor mu? Eğer uyuyorsa: milletin eski ayarlarına geri dönmesi sağlanmalı, gözlerindeki bağlar çözülmeli, ağızlarındaki kilit açılmalı, korkularından da arındırılması gerekir. İşte siyasilere fırsat! Ya millet korkularıyla yaşayacak, ya susturulacak, ya "Allah başımızdan eksik etmesin" diye dua edecek; ya da millet, yukarıda bahsettiğim gibi: "Üç ayların hidayeti"yle hidayete erecek, Ramazanın bereketi"ile de bereketlenecek. Yoksa millete hakaret ederek, aşağılayarak, bir şeyden anlamıyor diye onu  küçülterek bir yere varılmaz, ülkenin önüne konan açmazlardan da bu şekilde kurtulması mümkün olmaz.
 
Bizler, büyük değişimler yaşamaya mahkum bir kuşağız. Ne var ki, nasıl yaşayacağımızı öğrenmiş olsak bile, nasıl başaracağımızı öğrenmekte zorluklarla karşı karşıya kaldığımız da bir gerçektir. Kafa rahatlığının olmadığı, özgür düşüncenin önüne engeller konulduğu, "doğru söyleyenin dokuz köyden kovulduğu" bir zaman da, değişimin nasıl olacağını kim söyleyebilir ki? Bilginin ve tekniğin, aklın ve zekanın dışlandığı, yüzlerin gülmediği, doslukların maddiyata dayandırıldığı, yardımlaşma ve selamlaşmanın kaybolmaya başladığı bir zaman da, nasıl bir gelecek beklenebilir ki? Onun için diyorum ki: bu milletin ayarlarıyla oynayanlara bir daha fırsat verilmemeli, imkan tanınmamalıdır. Aksi durumda yarınlarımız karanlığa mahkum edilebilir. Sonra bizleri ne "üç aylar, ne de ramazan ayı kurtarır"


Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster