Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster


Dış güçlere ve Serv şovalyelerine simsarlık eden sahtekarlar


Açıklama:
Kategori: Köşe Yazarları
Eklenme Tarihi: 24 Mayıs 2015
Geçerli Tarih: 03 Mayıs 2024, 11:50
Site: Görele Sol Platformu
URL: http://www.gorelesol.com/yazar.asp?yaziID=21285


DIŞ GÜÇLERE VE SEVR ŞOVALYELERİNE SİMSARLIK EDEN SAHTEKÂRLAR

 

Bir toplum için en büyük talihsizliklerden birisi de, bazı siyasilerin; 

a) Araçları, amaç yerine koymaları ve hatta bazen araçların hatırına amaçları feda edecek kadar gaflet ve dalalet içinde olmaları, yönetimi altında olan halka yalan söylemeleri ve halkı kandırmaları                                     

b) Ülke sorunlarını önem ve öncelik sırasına koymamaları, temel konuları bırakıp tefarruatla uğraşmalarıdır.

Yani: Parti ve hükümet araç; ülkeye ve millete adaletli hizmet amaçtır.

Demokrasi araç; halkın fiilen yönetime katılımı ve etkin bir denetim mekanizmasının oluşturulması amaçtır.

Laiklik araç; Ülkede din ve vicdan özgürlüğünün sağlanması, din istismarının veya dini baskıların önünün alınması, farklı din ve düşünceden bütün insanların birlikte barış içerisinde yaşaması, din hizmetleriyle devlet hizmetlerinin ayrılması amaçtır.                                  

Cumhuriyet araç; Ülkenin varlığı ve bekası, devlet millet kaynaşması, milli birlik ve bütünlüğe yönelik tehditlere karşı her türlü hazırlığın yapılması amaçtır.

İlke ve inkilaplar, kanun ve kurallar araç; toplumun huzur ve güven ortamına ulaşması, refah ve kalkınmanın yaygınlaşması, çağdaş yaşam şartlarının ve standartlarının yakalanması amaçtır.


Türkiye BOP bahanesiyle İsrail'e eyalet yapılmaya, Orta Doğu karanlığına çekilmeye veya federasyonlara ayrılmaya mı çalışılıyor diye milletin kafasında sorular oluşmakta, oluşan soruların en önemlisi de, BOP'un bir araç olabileceğidir. Bugün halâ "başörtüsü" konuşuluyorsa, ahlaki yozlaşma, ekonomi yönden yabancılaşma ve etnik kutuplaşma ve bu kutuplaşmanın toplumu felakete sürükleyebilecek boyutlara ulaşması, insanların gelecek endişesi taşımasına sebep olmaz mı? Milletin bir ve beraberliğini, ülkenin bölünmez bir bütün olduğunu, savunanlar, "daha fazla demokrasi, daha fazla özgürlük" diye çırpınanlar da bu endişeden payına düşeni almaz mı? Kendi şahsi ve şeytani hesapları için ortalığı karıştırmaktan çekinmeyenler, camilerde "vip" saflarda kıyama duranlar, inançlı görünüp, inançsız, insafsız ve ahlaksız düşünceler üzerine kurulan yanlış ve zalim uygulamalar içinde olanlar görüldükçe, insanların geleceklerinden endişe duymamasının önüne nasıl geçilebilir ki? Hatta, "Dış Güçlere ve Sevr Şovalyelerine Simsarlık eden Sahtekârlar"ın varlığının devam ettiği görülüyorsa, insanların endişelenmesi gayet normal değil mi dir? Hürriyet gibi, adalet gibi kutsal kavramların hangi cani emellere alet edildiğini görmek de bu endişeleri artıracaktır. Tarihin ibretli sayfaları ve birçok satırları, enrikalarla, kışkırtıcı olaylarla, dolu değil midir? Tarihinden bi haber olan, tarihi olaylardan ibret almayanlar, Alparslan'ın Romen Diyojen'e söylediklerine bakmalarında yarar vardır. Alparslan, Romen Diyojen'e sorar: "Hiç tarih okur musun?" Diyojen, "Hayır okumam; neden?" diyerek karşılık verince Alparslan, "Çünkü tarih okumayan ve tarihini bilmeyen bir milletin sonu, senin gibi olur." der.Böyle bir milletin, dünyanın geleceği üzerinde etkili roller almasının nasıl mümkün olacağını da hep beraber düşünmeliyiz.               


Otranto boğazında bayraklarını dalgalandıran, azmine ne kaleler, ne Alp dağları, hatta ne de Pireneler bir engel teşkil edebilmiştir. Batılı güçlerin, bu durumdan ziyadesiyle ürkmeleri ve onun için de bu dev cüsseyi zayıflatmak, onu güçten düşürmek, o vücudu yıpratmak ve dayanağını çürütmek gerektiğini düşünerek, içimizde ne kadar dönme ve devşirme vatan haini ne kadar simsar ve sahtekar varsa kiralamazlar mı, ya da satın almazlar mı, sonra da kendi milletine tuzaklar kurdurmazlar mı? Meşhur üstadlar, Türk İstiklal Savaşı'nın ardından neden Avrupa'ya kaçtılar? Ve neden bir daha İstanbul'a geri dönmediler? Dönebilirler miydi?Elbette dönemezlerdi. Zira onların her biri Sevr şovalyelerine simsarlık ederek, Türk'ün milli tarihine, milli varlığına ve âli menfaatlerine ihanet etmiş ve her türlü casusluğu yapmaktan da çekinmemişlerdir. Osmanlı imparatorluğunun tasviyesi 1897 Basel'de birinci siyonis kongresinde karar altına alındığını bu millet bilmiyor veya unutmuş olabilir mi?  Bu kongrede alınan kararlardan Venizelos haberdar edilirken, Amerikalı fabrikatör Bernard Baruh Venazelos'a: "Artık Türklerin ölümü yazgıdır. Yunan ordularını en iyi silahlarla donatacağım. Fabrikalarımda imal edilen her türlü modern mühimmatın ihtiyacınızdan fazlasını vereceğim. Sen yalnızca saraya ve parlamentoya hakim ol! Ve daima büyük idealimizin gerçekleşmesi gereğini tekrarla ve bunu en mütavazi bir vatandaşa dahi benimset. Anadolu'daki Yunanlıların kurtarıcısı olduğunu durmadan tekrarla ve Fener Patrikhanesi'ni Rumların genelkurmay merkezi haline getir. İstanbul'daki localara seni desteklemeleri için emir verilmiştir. Osmanlı zabıtası artık ölmüştür. Biz Basel'de alınan kararları harfiyen uygulamakla sorumluyuz. Gücümüzü göstermek için artık zaman gelmiştir. Yunanistan Anadolu harekâtına her durumda girmelidir..." diyerek, Türk Milletinin top yekün imhasına kararlı olduklarını ilan ediyordu.

Ayrıca, Yunanistan Başbakanlığına geçmeden bir süre önce gizlice papaz kıyafeti giyerek Girit'ten İstanbul'a gelen Venizelos, Fener'de bir Rum'un evinde kalmış ve Patrikhane'ye yeni talimatlar vermiştir. (1)


Bugün birileri, dün olduğu gibi yine "Fenerli Beyler"den talimatlar almıyor mu, hatta bazı devlet başkanlarından da talimatlar aldıklarını kendi ağızlarıyla itiraf etmiyorlar mı? Irak Devlet Başkanı, Saddam Hüseyin, Libya Lideri, Muhammed Kaddafi'nin katledilmesi, hangi devletlerin talimatları gereği yerine getirilmiştir, bu millet bilmiyor olabilir mi? Sevr antlaşmasına imza atanları, Türk topraklarının parçalanmasına da imza atmış olduklarını bilmiyorlardı demenin imkanı var mı ki? Hatta, 1898'de Haydarpaşa limanı imtiyazı Almanlara verilirken "Novoye Vremya gazetesi" "imparatorluğun paylaşılmasında aslan payını Almanların aldığını" yazıyordu. Sevr antlaşmasına imza atanlar, başka devletlerin de paylarına düşeni alsınlar diye Sevr'i imzaladıklarını bilmiyor olabilirler miydi? Bilip bilmediklerini anlamak için, tarihe bakmak yeterli olacaktır. Fazla uzaklara bakmaya da gerek yok: Orta Doğu'da yaşananlara bakarsanız her şeyi görürsünüz ve ne olduğunu zaten anlarsınız. Hatta Afrika ülkelerindeki ölümlere, kıyımlara, zulümlere bakınca da her şeyi daha iyi anlamış olursunuz. Bölgemizde yaşanan olayları ve yapılmak istenilenleri, ülkemizdeki olumsuzlukları halâ görmeyen ve anlamayan varsa, o nasıl bir insandır, nasıl bir kafa yapısına sahiptir diye düşünülmesi gerekir ve sonra da onun kafa yapısının incelenmesi de gerekmez mi? 16 Mart 1920'de, İtilaf devletlerince İstanbul işgal edilince, Fener Rum Patrikhanesi, işgal kuvvetlerinin İstanbul'a gelişini kutlamak için bütün Rum okullarının müdürlerine, okullarını üç gün tatil etmelerini emreder. 13 Kasım 1918'de aralarında Yunanlıların ünlü zırhlısı Averoff'un da bulunduğu bir itilaf devletleri filosunun İstanbul'a gelmesi Rumları çılgına çevirmiş, şehirde ve adalarda büyük destek gösterileri düzenlenmişti. İstanbul'un işgaliyle hapiste yatan ne kadar Rum ve Ermeni adi suçlu varsa serbest bırakılarak İngiliz istihbaratı'nın emrine verilir. Toplam yedi Türk polisini şehit eden "Sevr Şovalyeleri"ne simsarlık eden bu katiller sürüsünün isimleri:                                                                                                                                                  


Hrisantos, Zafiri, Todori, Çakır Yorgi, Karabacak, Anesti Kaplan, Kommit, Milto, Milti Kaptan, İselyanos, Karaoğlan, Panayot, Apostol, Bahari, Yorgi...Bu katiller sürüsü, pusuya düşürdükleri Kuvayi Milliyecileri öldürdükçe ödül alıyorlardı. (1) 10 Ağustos 1920'de ise, Sevr Antlaşması imzalanıyor.  Heybeliada Rum okulunu hizmete açanlar, Heybeli ada Rum okulunun niçin kapatıldığını unutmuş olabilirler, ama Türk milleti hiçbir şeyi unutmaz, hatta Türk Bayrağını asılı olduğu gönderden indirerek yerlere atanları da, "Türküm demek bana zulüm geliyor" diyenleri de unutmaz. Millete unutturmaya çalışsalar da tarih unutmayacaktır.Bugün, Mustafa Kemal ATATÜRK'E küfür ederek saldıranları da, hakaret edenleri de, dinsizlikle suçlayanları da Türk milleti unutmayacaktır. 



(1) Keşiş Güç/ Uğur Yıldırım



Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster