Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster
Açıklama:
Kategori: Köşe Yazarları
Eklenme Tarihi: 22 Mayıs 2015
Geçerli Tarih: 28 Nisan 2024, 00:27
Site: Görele Sol Platformu
URL: http://www.gorelesol.com/yazar.asp?yaziID=21273
TUHAF İŞLER
Anayasada ve yasalarda
gerekli düzenlemeleri yapmadan cumhurbaşkanlığı seçimini halka yaptırırsanız bu
gün yaşadıklarımızın olması kaçınılmazdır.
Cumhurbaşkanının
parlamentoda 367 oyla seçilme zorunluluğu ortaya çıkınca alel acele bir
düzenleme yaparak halkın seçmesini yasalaştırdılar. Üzerinde hiç kafa yormadan,
gelecekte ortaya çıkacak siyasi sakıncaları hesap etmeden telaşla bu yönteme
geçtiler.
Şimdi yaşadıklarımıza
bakar mısınız?
Ortada bir anayasa var
ve bu anayasa cumhurbaşkanının görev yetki ve sorumluluklarını tanımlıyor. Buna
rağmen Cumhurbaşkanı seçime giden bir Türkiye’de meydan meydan gezip iktidar
partisine oy istiyor.
Tuhaf değil mi? Bu
gücü nereden alıyor? Bu yetkiyi kimden alıyor?
Seçimle geldiği için
ülke halkı kendisine böyle bir yetki vermiş! Halkoyuyla seçilmiş olmayı böyle
yorumluyor. Oysa hukuk devletlerinde her şey yasalarla tanımlanır. Şu anda
cumhurbaşkanına verilmiş böyle yasal bir yetki yoktur.
Cumhurbaşkanlarına
böyle bir yetki vermek istiyorsanız bununla ilgili hukuki düzenlemeleri yapmak
zorundasınız. Anayasanızı değiştirir, gerekli yasal düzenlemeleri yaparak bunun
hukuki zeminini oluşturursunuz.
Seçime çok az bir süre
kalmasına rağmen Türkiye’de rejim tartışması yapılıyor. Parlamenter sistem mi,
başkanlık sistemi mi?
Parlamenter sistemse,
anayasanın açık hükümlerine rağmen Cumhurbaşkanı’nın seçim meydanlarında iş ne?
Başkanlık sistemiyse Başbakan’ın meydanlarda ne işi var; bırakalım da başkan
üstlensin her şeyi!
Tuhaf işler bunlar.
Bu seçimlerin en çok
konuşulan konusu Cumhurbaşkanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı oluyor. İkisi de
seçimlerde hiç konuşulmayacak konular. Birisi dinin kutsalı diğeri devletin
kutsalı…
Gelin görün ki 2015
yılı seçim kampanyası bu iki kutsal değer üzerinden yürütülüyor..
Her iki kutsal değere
de yazık ediliyor.
Hukuk devletlerinde
her şey yasalara göre işler, ancak kabile devletlerinde her şey reisin iki
dudağı arasından çıkan sözlere bağlıdır.
Hukuk dediğimiz de
yasalardır. Herhangi bir konuda bir karar verilecekse kara kaplı kitaba bakılır
önce, yani yasalara… Yasalar dışında hiçbir değerin hükmü yoktur. Bizde
yasaların verdiği yetkiler ortadayken kendi yorumuyla icraat yapanlar için
müracaat edilecek bir merci yoktur. Bunun yasalarda yeri yok çünkü!
Parlamenter sistemi
beğenmiyor olabilirsiniz, hatta gönlünüzden padişahlık bile geçebilir; bunları
isteme hakkınız vardır ancak hukukun üstünlüğü diye bir kavramı tanıyorsanız
öncelikle bunun hukuki alt yapısını hazırlamak zorundasınız.
İşte hukuk devleti ile
kabile devleti arasındaki fark da buradadır. Kabile devletlerinde reis her
istediğini yapar ve onun bu icraatlarını meşrulaştırmak için arkasından yasalar
yapılır. Yapılmasa da olur ya!
Bizim ki de biraz
öyle; biz başkanmış gibi ülkeyi yönetelim de 400 vekil alırsak başkanlık
sistemine geçecek yasal düzenlemeleri yaparız. Yapmasak da olur ya!
Maksat başkanlık
sistemine mi geçmek veya sistemi bir başkana göre düzenlemek mi?
Tuhaf işler oluyor,
bunların hukuki bir açıklaması olamaz; bunlara hukuki bir açıklama getirmeye
çalışanların düşüncesi olsa olsa kişisel yorumlarını hukuki yorumlarmış gibi
sunmaya çalışmaları olur.
İşte karmaşa ortada,
ülke yönetiminde yer alan iki makam birbirilerine bindirilmiş bir durumda
medyam maydan dolaşıyorlar ve her iki koldan muhalefete saldırıyorlar.
Sonra da buna adil bir
seçim diyecekler.