Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Gizle
Açıklama:
Kategori: Köşe Yazarları
Eklenme Tarihi: 25 Şubat 2015
Geçerli Tarih: 19 Mayıs 2024, 17:01
Site: Görele Sol Platformu
URL: http://www.gorelesol.com/yazar.asp?yaziID=20557
Merhaba,beni tanımayanlar için
Her ne kadar beni tanıyanlar olsa da,tanımayanlar için…
1 Ocak tarihinde Mersin’de Mahmudiye Mahallesi 161 sokakta
doğdum… Kim bilir, belki de anneciğim çocuk gelin olmasaydı, babamın görev yeri
İstanbul’da dünyaya gözlerimi açacaktım. Hamile olarak Mersin’e gelen annem ve
doğumdan sonra da; bizi yaşayacağımız kente götürmek üzere gelen babacığımın
kucağında 20 günlük bebekken, Mersin’den ayrılıp şimdi yaşadığım ve hatta
ömrümün sonuna dek yaşamayı düşündüğüm aşık olduğum kente, İstanbul’a geldik.
Bu yüzdendir “Akdeniz’in bereketli, bana göre tılsımlı
suyundan beslendim ve turunç kokumu doğduğum topraklardan aldım” diyorum
kendimi tanımlarken.
Önceleri ev hanımı, çocukları büyüyünce iş hayatına atılan
güzel, yetenekli, işkadını bir anne ve asker bir babanın ilk kızıyım. Yürekleri
kocaman, gönülleri geniş, vizyoner 3 kız kardeşim oldu ilerleyen yıllarda…
Kardeşlerimden Handan İstanbul, Nalan Osmaniye ve en son Nazan aramıza
Erzincan’da katıldı, kısacası biz Türkiye’yiz.
Babamın mesleği ve görevi nedeniyle tek şehirde veya aynı
okulda sürmedi, süremedi okul yaşamım. Farklı şehirler ve hatta o şehirlerde
farklı okullar, öğretmenlerim ve arkadaşlarım oldu. Bu yüzdendir ki;
gülümseyerek gözlerin içine bakmanın çabuk iletişim kurmaya yaradığını ve
çevremde olanların duygularını anlayabilmeyi erken yaşta öğrendim. Kimi zaman
bunu bir zenginlik olarak kabul etsem de, kimi zaman o çok sevdiğim
arkadaşlarımdan veya öğretmenlerimden, hatta çok seyrek de olsa sek sek, körebe
oynadığım mahallemden ve mahallelimden ayrıldığım için üzülürdüm. Ordu evleri,
ordu sinemaları tek eğlence merkezlerimizdi çünkü. İzole yaşıyorduk aslında.
Askeri servislerle okula gider, orduevlerinde saçlarımız kesilir, asker
terziler giysilerimizi diker ve Askeri Lojmanlarda otururduk. Komşularımız ve
arkadaşlarımız da aynı çevreden olurdu tabi.
Aklım erdiğinde; okuluma, öğretmenlerime, arkadaşlarıma
alıştım, inşallah artık burada kalırız bir süre daha diye geceleri
yalvarışlarım ve dua etmişliğim de vardır. Hatta gizli gizli ağladığım da
olmuştur. Gizli gizli diyorum çünkü babamın görmesini istemezdim gözyaşlarımı.
Hem onu üzmek istemez, hem de ağladığımda, gözünde güçsüzleşeceğim gibi bir
inancım vardı. Ağlamak babam için güçsüzlüktü kısacası.
Anaokuluna ve ilkokula İstanbul’da ayrı okullarda başladım,
Osmaniye’de 7 Ocak’tan sonra, Atatürk ilkokulundan mezun oldum. Erzincan Sümer
Ortaokulu’nda başlayan yolculuk, (arada 2 okul daha var) Merkez Ortaokulu’nda
noktalandı. Erzincan Lisesi’nde başladığım lise hayatım Mersin’de Tevfik Sırrı
Gür Lisesinde sonlandı. Gazetecilik okumak istiyordum ve ailemin muhalefetine
rağmen Ankara’da A.İ. T. İ. A. Gazetecilik Halkla İlişkiler Yüksek okulunu
kazandığım da dünyalar benim olmuştu.
Okuluma kayıt olmak üzere birlikte çıktığımız Ankara
yolculuğumuz boyunca babam; Ankara’nın nasıl başkent olduğunu, Atatürk’ü ve
devrimlerini anlattı bir bir.
Tandoğan'da Askeri Orduevine yerleştik önce, tabii Ankara’da ilk gördüğüm yer
Anıtkabir’di.
Ankara’da okul yıllarıyla birlikte kısacık Yurt Haberler
Ajansı deneyiminden sonra Politika Gazetesi’nde stajyer muhabir olarak mesleğe
adım attım. Ustalarla tanıştım, Oya Baydar, Aydın Engin, Aydın Şenesen, Nahit
Duru, Süleyman Coşkun… Politika Gazetesi
yayın hayatına son verirken müdürüm Süleyman Coşkun’un tavsiyesi ile Ankara
Rüzgarlı Sokak’ta Yeni Ulus Gazetesi’nde çalışmaya başladım. Yeni gazetemin
patronları Kurtul Altuğ ve Erdoğan Tokatlı idi ve okul arkadaşlarımdan Derya
Sazak ve Cengiz Kuşçuğlu ile birlikte çalışacaktım. Canım ağabeyim, sevgili
büyüğüm Selahattin Duman’ın da desteği ile ilk sayfamı Yeni Ulus Gazetesinde
yapmış ve ilk imzalı haberimi yine aynı gazetede yazmıştım. Yeni Ulus
Gazetesi’nde sendika ve dernek haberleri yapıyor, grevleri takip ediyor, bir
yandan da dönemin Ankara Belediye Başkanı Ali Dinçer’in etkinliklerini takip
ediyordum. Sevdiğim okulda okurken, sevdiğim işi de yapmanın mutluluğunu
yaşıyordum.
Aynı yıllarda ilk evliliğimi de Ankara’da yapmış oldum ve
hatta ilk çocuğum, ilk göz ağrım, ağladığında burun direğinin sızısının ne
olduğunu öğreten sevgili kızım Aslı’yı da Ankara’da doğurdum. O yıllarda
ülkenin her yeri kanıyor ve kaynıyordu. Patlama, grev, kargaşa, gözaltı,
saldırı, kaos her dakika dilimizde yaşayan kelimelere dönüşmüştü. Okullarımızda
boykot, miting ve jop kullanımı artmış ve hatta ölümler başlamıştı. Derken 12
Eylül 1980 ve Askeri Darbe… Parlamento
ve hükümet feshedilmiş ve tüm üyelerinin dokunulmazlığı bir gecede kaldırılmıştı.
Dönemin Genel Kurmay başkanı Kenan Evren Yüce Türk Milleti;
diye başlayan konuşmasında ana hatlarıyla: Devletin başlıca organlarıyla
işlemez duruma gelmesi, Atatürkçülük yerine irticai ve diğer sapık(!) ideolojik
fikirler üretilerek sistemli bir şekilde ve haince, ilkokullardan
üniversitelere eğitim kuruluşları, siyasi partiler ve yurttaşların saldırı ve
baskı altında tutulmalarını neden göstererek, devlet yönetimine el konmuş
olduğunun altını çizmişti!
Ve bu girişilen harekâtın amacının ülke bütünlüğünü korumak,
milli birlik ve beraberlik sağlamak, muhtemel iç savaşı önlemek olduğunun
vurgusunu da yapmıştı.
İşte bu sıkıyönetim günlerinde memur olan eşimin sürgün
yemesi üzerine, ailemin yaşadığı ve doğduğum kent olan Mersin’e 3 kişilik aile
olarak zorunlu bir dönüşümüz oldu. Ankara yıllarımız sonlanıyordu.
Bildiğim tek iş Gazetecilik ve dışında olsam da reklamcılık
ilgimi çekiyordu. İşte o günlerde Mersin’in en eski, en büyük ve gerçekten
okunan gazetesinin “Son Haber Gazetesi” olduğunu öğrendim. Doğruca gazeteye
gidip sahipleri muhteşem insan İhsan Tufan ile tam bir Cumhuriyet kadını Nimet
Tufan, kızları İpek Tufan ve oğulları deli fişek, canım ağabeyim Tankut Tufan
ile tanıştım. Kendimi tanıttım ve çalışmak isteğimi dile getirdim. Gazetenin
bir köşesinde bana ayrılan masaya oturduğumda çok sevinçliydim. Fakat bu sevincim
çok uzun sürmedi. Yerel gazetecilik zordu ve özveri istiyordu. Son Haber
Gazetesi’ de basın ilan kurumundan almış olduğu ilan gelirleriyle yaşıyordu.
Her ne kadar Nimet abla Cumhuriyet Gazetesi’nin temsilcisi olsa da, oradan
aldığı geliri de olsa Son Haber’in gelirleri ancak gazeteye emek veren aileye
yetiyordu. Dışarıdan gelenlere gönülleri gibi, kapıları da açıktı ama acı
gerçek asgari ücret dahi ödeyebilecek güçleri yoktu.
İşte o günlerde Tankut Abimle birlikte kısa adı “MEREK” olan
Mersin Reklam Ajansı’nı kurduk, Yaşat İşhanı’nın yüksek katlarından birinde. Ve
Türkiye’de ilk kez yayınlanan “Festival Gazetesi’ni de o tarihlerde çıkardık.
Çünkü o yıllarda en büyük Uluslararası Fuar ve Festival alanı Mersin’de idi ve
Uluslararası Tekstil ve Moda Festivali Mersin’de yapılıyordu ve tanıtıma
ihtiyacı vardı.
Dün gece Fatma Beni arayıp “Hatice, Tankut seninle konuşmak
istiyor” dediğinde saate bile bakmadım ve hemen aradım. Ağabeyim “benim sitemde
köşe yazılarını görmek isterim” dediğinde çok sevindim ve “yazarım tabii”
dedim.
Doğduğum topraklardan sevdiğim, değer verdiğim ve özlediğim
bir ses beni gazetesinin köşesine çağırıyordu.
Merhaba yeniden Merhaba…
Ve işte yazımda sözünü ettiğim Türkiye'nin ilk
"Festival" Gazetesi'nin başlığını ekliyorum Karikatürist, mizahçı
sevgili dost insan Mehmet Duru'nun arşivinden. (Ki kendisini o günlerde
tanıdım.)