Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster


Abdulaziz Mecdi Efendi ve Kurtuluşa Giden Yol


Açıklama:
Kategori: Köşe Yazarları
Eklenme Tarihi: 23 Ocak 2015
Geçerli Tarih: 05 Mayıs 2024, 06:38
Site: Görele Sol Platformu
URL: http://www.gorelesol.com/yazar.asp?yaziID=20281


ABDÜLAZİZ MECDİ EFENDİ VE KURTULUŞA GİDEN YOL


13 Kasım 1918 tarihinde, İstanbul halkı bir sabah gözlerini açtıkları zaman İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan savaş gemilerinden oluşan muazzam bir düşman donanmasının Boğazlar'dan geçerek İstanbul önünde demirlediklerini gördüler. Çehrelerin bir ölü gibi sarktığı ve gördükleri dehşetten dillerinin bağlandığı bu günler de, bazı vatansever devlet adamları, ne dillerini ne de gözlerini bağlamışlar, işgal güçlerinin yurdumuzu terk etmelerini ve def olup gitmeleri için mücadele etmekten çekinmemişlerdir. Bu öğle bir mücadeledir ki, bütün işgal güçlerine meydan okumadır, onlarla savaşmayı göze almadır. Türk Kurtuluş Savaşı'na giden yolu aralamadır, açmadır. İşte bu açılan yol, Türk'ün Kurtuluş mücadelesine giden yol olmuş, aydınlık günlerin habercisi olmuştur. ALLAH hepsinden razı olsun ve rahmetiyle muamele eylesin...Türk Milleti'nin esir alınamayacağını, tutsak edilemeyeceğini, vatanın ve milletin bölünmez bir bütün olduğunu, başta Mustafa Kemal ATATÜRK ve silah arkadaşları olmak üzere, dünyaya göstermiş ve ilan etmiştir. O günlerin vatan severlerinden birisi de: Abdülaziz Mecdi Efendi''dir. İstanbul Kültür ve Sanat Ansiklopedisi (Tercüman Gazetesi Kültür Yayınları/1982)


Abdülaziz Mecdi Efendi, 1865-1945- yılları arasında yaşamış, Şair ve politikacıdır. Balıkesir, Girit ve İstanbul'da edebiyat hocalığı yapmıştır. Meşrutiyet'te Kayseri milletvekili, Mütareke'de Meclis İkinci Reis Vekili olan Abdülaziz Mecdi Efendi, 1941'de hayata gözlerini kapamıştır. Abdülaziz Mecdi Efendi, vatansever ve sözünü hiç esirgemeyen bir kişiydi. Mütareke günlerinde İtilaf devletlerinin temsilcileri Babıâli'ye bir nota vererek İttihatçı ve Kuvâ-yı Milliyecilerden isim sırasiyle 430 kişi istediği sırada, memleket hükümetsiz yaşıyordu. Milliyet ve yurtseverliğin timsali olan Abdülaziz Mecdi Efendi arkadaşlarıyle birlikte duruma bir çözüm bulmak için Padişahla görüşmek istedi. Ters bir yoruma yol açan bu girişimleri düzeltmek için de şöyle bir açıklamada bulundu:


"Müracaatımız yanlış anlaşılmasın, Biz, Kanûn Esâsi'ye saygılı olan padişahın hukukuna tecavüz etmiyoruz. Kabine reisi ile Şeyhülislâmı seçme hakkı elbetteki tamamen kendilerindedir. Ancak şu var ki, kâbineye itimat reyi verip vermemek yetkisi de tamamen Meclisindir. Memleketin vükelâ buhranına ve kabine oyunlarına tahammülü yoktur. Onun için Zat-ı şahane evvela milli teşkilatın, o teşkilattan meydana gelen Meclisin ve milletin çoğunluğunun fikrini dikkate almak, iyi düşünmek, durumun önemi ile uygun bir kabine kurmalı...Her şeyden evvel şunu bilmek gerekir ki, Damat Ferit Paşa'nın başkanlığı altında kurulacak bir kabine hiçbir zaman Meclisimizden itimat reyi alamayacaktır. Hatta, Sadrazamlık tevfik Paşa'ya verilirse o da ayni akibete uğrayacaktır."


Abdülaziz Mecdi Efendi'nin bu sert, kesin ve tehdit taşıyan sözlerini derin bir dikkatle dinleyen Başkâtip Ali Fuad Bey, yanlarından ayrılarak Sultan'a durumu bildirmeye gitti. Dönüşünde şu cevabı verdi: "Zat-ı şahane bütün meb'us beyefendilere selâm buyuruyorlar ve diyorlar ki: Ahvâl ve vaziyetin tehlikesini ben de onlar kadar biliyor ve idrak ediyorum. Onun için kabinenin teşkilini, zamanın hâl ve ahvaline uygun birine vereceğim. Fakat, o kişi yanına kimleri alacak, kâbinesi kimlerden olacak? Bunu bilemem; şunu veyahut bunu seç diyerek o kişinin hak ve selahiyetine tecavüz edemem, yapsam yapsam bir şey yapabilirim, kendisine, Meclisteki çoğunluk gurubuyla anlaşmasını tavsiye edebilirim."


Abdülaziz Mecdi Efendi taviz vermeyen tutumunu bir keresinde de işgal kuvvetleri temsilcilerine gösterdi. İtilaf devletlerinin muhafız kıtası Fındıklı'daki Meclis-i Meb'usan binası önünde önlemler almıştı. Durum son derece kritikti. İtilaf devletlerinin aldığı karar duyulacak olursa Mecliste bulunan bir gurup milletvekilleri dağılabilir, böylece de Meclisin varlığı, bir iki milletvekiline dayanırdı. Mecdi Efendi, bunları düşündüğü sırada Meclis muhafızlarından Komiser Münir Bey yanlarına geldi: "Meclis kapısı etrafında ve hatta Fındıklı ve Salpazarı civarında bir kısım şüpheli kişiler dolaşıyor. Bunlara karşı ne yapalım" dedi. Abdulaziz Mecdi Efendi, Manisa'yı işgal eden düşman kuvvetlerine karşı konulmasını isteyen vatanseverlere, o sıralar Manisa Mutasarrıfı olan Hüsnü Bey (Hüsnü Yadis) gibi "Egemenliğimizi paylaşabiliriz" dememiş, onlarla mücadele etmenin yollarını ve çarelerini aramıştır.


Meclisin kapısı, sivil İngiliz polisleriyle, hizmetinde çalışan Rum ve Ermeniler tarafından gözletilmekteydi. Bunlar, Meclis'e girip çıkan milletvekillerini gözden kaçırmayarak kısa bir raporla Salıpazarı'ndaki kahvede oturan şeflerine haber veriyorlardı. Meclis Birinci Reis Vekili Hüseyin Kâzım Bey'le İkinci Reis Vekili Abdülaziz Mecdi Efendi ve bir de Rauf Bey'den oluşan bir heyet Saray'a giderek, Meclis'in geleceği hakkında Padişahı uyarmaya karar verdiler. Padişah, Ali Fuat Bey aracılığı ile, duruma üzüldüğünü, fakat şimdilik elde yapacak hiç bir şey olmadığını bildirmesi üzerine Andülaziz Mecdi Efendi ile Rauf Bey ( Orbay) Meclis'e döndüler. Milletvekillerinden çoğu büyük bir merak içinde onların getirecekleri haberi beklemekteydi. O sırada Meclis'e Polis Komiseri Münir Bey gelmiş: "Efendim!..İki İngiliz polisi ile bir Ermeni tercüman geldi, derhal Rauf Bey'le Kara Vasıf Bey'in kendilerine teslimini istiyorlar"demişti. 


Münir Bey'in getirdiği bu haber bir anda Meclis'i karıştırmıştı. Meclis Reisi Celaleddin Arif Bey savuşup gitmişti. Birinci Reis Vekili Hüseyin Kâzım Bey de Saray'da kalmıştı. Onun için artık Meclis'in bütün sorumluluğu İkinci Reis Vekili Abdülaziz Mecdi Efendi'nin omuzlarındaydı. Abdülaziz Mecdi Efendi, bu durum karşısında ruhunun azametinden bir zerresini kaybetmiyerek aşağıya indi. Rauf Bey ile Kara Vasıf Bey'i alıp götüreceklerini söyleyen İngiliz polislerine şu karşılığı verdi: "Efendiler!..Meclis karar vermedikçe, buradan bir meb'us değil, bir çöp bile alamazsınız. Şimdi arkadaşları oturuma çağıracağım. Bu oturum sonuna kadar, beklersiniz." Abdülaziz Mecdi Efendi, Meclis toplantısını heyacanlı bir konuşma ile açtı. Meclis'de söz alan Trabzon milletvekili Şükrü Bey: "Burada, bir tek kişi kalıncaya kadar ölmeyi göze almalıyız. Bir tek arkadaşımızı harcayamayız" dedi. Milletvekillerinden bazıları Meclis'in Anadolu'da açılmasını ileri sürdü. Karışık ve değişik görüşlerin hararetle tartışıldığı sırada Meclis Komiseri gelerek dışardaki durumu bildirdi:

"Efendim! Vaziyet fenalaşıyor. Şimdi İngiliz Karargâhından, aşağıdaki ingiliz polislerini telefon başına istediler, Rauf Bey'le, Kara Vasıf Bey'i niçin tutuklayıp getirmediklerini sordular."


Reis Vekili Abdülaziz Mecdi Efendi, İngilizler tarafından yapılan bu baskıya asla boyun eğmek istemedi ve arkadaşlarını da direnmeye zorladı. Fakat Rauf Bey, bazı nedenlerle teslim olmak niyetindeydi. Hatta Meclis'in dağıtılmasının Anadolu hareketine  daha yararlı olacağı düşüncesindeydi. Abdülaziz Mecdi Efendi, Rauf Bey'in neler tasarladığını pek bilmediği için ona karşı çıktı. "-Ben...Arkadaşları böylece ellerinden tutup teslim edemem. Bu adamlardan bir senet almalıyım. Hem de öyle bir senet ki, tarihte İngiliz medeniyetine bir ibret olsun...Arkadaşların, gittikleri yerde paraya ihtiyaçları olacaktır. Siz çabuk tahsisatlarını verin, ben şimdi gelirim" dedi. Sonra aşağıya inerek, İngiliz polisine ve tercümanına şu tarihi seneti imza ettirdi: "Mecliste mevcut ve ekseriyeti haiz olmayan âzanın muhalefetine rağmen, Meclis-i Meb'usan'ın sakfı altından, mebus Rauf Bey'le Kara Vasıf Bey'i cebren aldık."  Abdülaziz Mecdi Efendi, bu senedi aldıktan sonra, kapıya bir otomobil getirilmesini emretti, sonra oradaki Türk polislerinden birine, hissettirmeden İngiliz polislerini izlemesini, Rauf Bey'le Kara Vasıf Bey'in nereye götürüldüklerini öğrenmesini söyledi... 


İşte böyle! kimisi vatansever, kimisi İşgal Kuvvetlerini sever, kimisi de İngiliz altınlarını sever...İngiliz altınlarını sevdiklerinden, vatanın işgal edilmesine göz yuman, karşı çıkmayan, hatta yurdun işgal edilmesine çanak tutan vatan ve millet düşmanları...Türk Milleti'nin esaret altında yaşamasına, haysiyet ve namusun İşgal kuvvetlerinin insafına bırakılmasında da bir sakınca görmemişlerdir. Cumhuriyet'ten sonra hiçbir görev kabul etmeyen Abdülaziz Mecdi Efendi, İstanbul Beyazıt'daki evinde dini ve tasavvuf sohbetlerinde bulunmuş ve yukarıda da bahsettiğim gibi 1941 senesinde İstanbul'da vefat etmiştir. 


Kurtuluş Savaşı'na giden yolda, bazı devlet adamları, bazı tarikât şeyhleri ve Mollalar da vardır ki, yurdun işgal edilmesine karşı çıkmamışlar, çıkmadıkları gibi de karşı çıkanlara mani olmuşlar, mani oldukları gibi onları bu düşünceden alıkoymak için de din kisvesi adı altında bir çok sohbetler yapmışlar, camilerde işgale karşı gelinmemesi yönünde vaazlar vermişler, hatta millete: "Kemalin askerlerine karşı direnin" çağrısında da bulunma cesareti göstermişlerdir.  


Mondros Mütarekesine göre Mustafa Kemal'in komutasındaki Yedinci Ordu lağvedilir. Geriye sadece bir Kolordu kalmıştır. Mustafa Kemal'in her an her şeyi yapacağından korkanlar, O'nun komutası altında ne varsa elinden ve yetkisinden almak istiyorlardı. Peki, o ne yapıyordu? Başkumandanlık Erkan-ı Harbiye Nezaretine "çok acele" kaydıyla gönderdiği şifre telgrafında şunları soruyordu:  "Mondros Anlaşmasına göre, Toros Tünellerini işgal eden kuvvetin miktarını İngiliz kumandanlığı tertip ve tespit eder, deniliyor. Bu kuvvet, mesela; icabında bütün Anadolu'yu taht-ı hükmüne geçirecek niyete sahip olursa da müsaade edilecek midir?" Mustafa Kemal, cevap alamayacağı telgraflarını ardı ardına gönderir. Bunlardan biri de şudur. "6 Kasım 1918 tarihinde Mustafa Kemal, Yıldırım Orduları Komutanı sıfatıyla... İngilizlerin kandırıcı muamele teklif ve hareketlerini İngilizlerden daha haklı ve nazik gösterecek ve buna karşılık gönlü hoş tutulacak davranışta bulunarak buyruklarını güzelce uygulamaya yaradılışım el verişli değildir. Oysa Başkumandanlık Erkan-ı Harbiye Yüksek Başkanlığının görüşlerine uymadığım takdirde bir çok sıkıntılar altında kalmam doğal olduğundan, kumandayı hemen teslim etmek üzere yerime atayacağınız kişinin en kısa zamanda gönderilmesini özellikle istirham ederim."  (1)

                                                                                                          

Yüzyıllık projelere ve planlara imza atan yabancı devletler: Bizans İmparatorluğu'nu yıkan Osmanlı İmparatorluğu'ndan, intikam almak ve Doğu Roma İmparatorluğu'nu canlandırmak gibi idealist bir ikiyüzlülük sergileyen, maddi çıkardan başka Tanrısı olmayan sözüm ona yabancı  din adamları ve Fenerli beyler güruhu, çok çabuk cephe değiştirerek, devlete ihanet edebilecek bir yaradılış sergilemişlerdir. Meşhur üstatlar ise, Türk'ün İstiklâl Savaşı'nın ardından neden Avrupa'ya kaçtılar ve neden İstanbul'a geri dönmediler dersiniz? Elbette dönemezlerdi. Zira onların her biri Türk'ün milli tarihine, milli varlığına ve âli menfaatlerine ihanet ederek her türlü casusluğu yapmaktan çekinmemişlerdir.


Mondros Mütarekesinden sonra, Osmanlı Ordusu dağıtılmış, silahlarına el konulmuş olsa da, kocaman bir ülkeyi kolayca ele geçirmek ve büyük bir milleti kolayca dize getirmek pek mümkün olmayacaktı. Emperyalist İtilaf Devletleri İstanbul'da ve Anadolu'da nüfuzlarını güçlendirmek için kendilerine yerli işbirlikçi bulmak amacıyla işe girişirler. Böylece bazı cemiyetler kurdurarak hedeflerine kolayca ulaşmayı planlıyorlardı... Devlet azası SAİT MOLLA hemen ortaya atılıp kendi hesabına pay çıkararak, İngiliz temsilcisi Ryan'a, "İstediğiniz işi ben yaparım" diyerek cemiyeti kurmaya talip oldu...Türk Kurtuluş Savaşı verilirken, Sait Molla "İngiliz Muhipler Cemiyeti"ni kurmuş ve sonra da Abdullah Cevdet, İngiliz ajanı Rahip Frew ile birlikte, Cemiyetin açık amacını, "biricik yolumuz, Anadolu'da İngiliz manda ve himayesinin gerekliliğini savunarak, bunu gerçekleştirmeye çalışmaktır..." diye ifade etmişlerdir... 


Ayrıca, (Dürrizade) Şeyhülislam Abdullah Efendi'den de bahsetmeden geçmeyelim. Şeyhülislam Abdullah Efendi, Milli Mücadele'ye katılan Mustafa Kemal ve arkadaşları hakkında idam fermanına imzasına koymuş bir Şeyhülislamdır. Bu Şeyhülislam'ın "ANADOLU HAREKETİ" aleyhinde verdiği dört adet fetva da vardır. Fakat, Şeyhülislam Abdullah Efendi'nin imzaladığı fetvaya karşı Milli Mücadele'ye katılan gerçek din adamları da bir fetva vererek, Türk milleti yurdu düşmanlardan temizlemek için göreve davet ediliyordu. A. Nedim Çakmak "İşgal Günlerindeki işbirlikçiler" kitabında, İngiliz askeri istihbaratının İstanbul şubesinin 26 Şubat 1920 tarihli bir raporunda: "Propaganda amacıyla Şeyhülislam'a 40 bin lira verildi" diye yazıyor. Şeyhülislam Abdullah Efendi, 22 Temmuz 1922 Saltanat Şurasında "Sevr Andlaşması" nı da imzalama gafletinde bulunmuş, hükümetin istifası üzerine Şeyhülislamlıktan ayrılmıştır. Daha sonra da, Milli Mücadele'nin Anadolu'da zaferle sonuçlanması üzerine yurt dışına kaçarak Hicaz Emiri Şerif Hüseyin'in yanına sığınmış, 1923 yılında 56 yaşında Mekke'de ölmüştür. 


Kuyruk acısı olan, Emperyalist Devletler'in, Türkiye üzerinde yıkım planları ve kirli emellerinin olduğunu hiç bir zaman, hiç bir Türk evladı unutmamalı, içimizdeki satılık ve kiralık adamların olduğunu, olabileceğini de aklından çıkarmamalı ve her daim de hatırlamalıdır. Ayrıca, Türkiye Cumhuriyeti ile adeta dalga geçer gibi"90 yıllık reklam arası sona erdi" diyenleri de unutmamalı ve aklından çıkarmamalıdır. Emperyalist yıkım güçleri, her zaman Sait Molla gibilerini, Derviş Mehmet gibilerini, Şeyh Sukuti gibilerini bulup, Türk Milleti'ni aldatmaya, kandırmaya, dönüştürmeye çalışabileceklerini bilmeliyiz ve aklımızdan da çıkarmamalıyız. Başka ne marifetlere imza atmıştır Sait Molla: İngilizler Sait Molla'ya büyük maddi imkanlar vererek "İngiliz Muhipler Cemiyeti"ni kurdurmuş, Cemiyet başkanı olarak: "İstanbul'un işgalini sevinçle karşıladıklarını ve tek üzüntülerinin böyle bir hareketin bu kadar geciktirilmiş olmasından kaynaklandığını..." dile getirmiştir. Ayrıca, Sait Molla Papaz Farew ile hazırladıkları idam listeleriyle İngilizler adına cellatlık yapmak görevini de üstlenmişlerdir. Peki Derviş Mehmet ne yapmış? Yunan askerlerini Menemen Boğazında durdurmak için Derviş Mehmet'ten yardım isteyen yiğitlere: "Ben Yund Dağı'na kadar bu köylerin Şeyhi'yim, bizim tarikatımız kurşun atmayacak... Mehdi gelmeden caiz değildir" Demiş, Ama Kubilay'ı şehit etmiştir. Bir tarikat Şeyh'i olan Şeyh Sukuti ne yapmıştır? "Hürriyet ve İtilaf Fırkası" (işgalcilerle işbirliği partisi) ni kurmuş, Yunanlıların 13 Ağustos 1922 tarihinde, Ege Bölgesi'nde muhtariyet ilanı için İzmir'de tertip ettikleri mitinge katılmış, orada kürsüye çıkarak ve İslam ahalinin fuzuli vekaletini takınarak, Yunan hükümetine suret-i adiyede beyan-ı teşekkürler irad-ı nutuk etmiştir. (2)          


Bunlar gibi hain ve satılıkları her zaman ülkemizde bulabileceklerini, millete yine acılar yaşatabileceklerini Türk Milleti olarak bilmeli ve unutmamalıyız, gelecek kuşaklara da aktarmalıyız ki, ülkemizin varlığı, milletimizin birliği bozulmasın, bozmaya çalışanlara da fırsat verilmesin, topraklarımız bir daha tehlikelere maruz kalmasın.  Onun içindir ki, Türk Milleti olarak çok uyanık olmalıyız,  bizleri yaldızlı laflarla, güzel kelimelerle, çeşitli kıyafetlere börünüp aldatmaya ve kandırmaya çalışanlara da kanmamalıyız, onların her söylediklerini de doğru sanmamalıyız. Büyük ATATÜRK'ün gösterdiği hedeflere, gösterdiği yoldan gidersek bizi kimse aldatabilir mi, kandırabilir mi? Eğer kanmazsak ve aldanmazsak, bilim de, fen de ve teknikte, sanayii de, ulaşamayacağımız hedef kalır mı?"Gâvur ekmeğini yiyen gâvurun kılıcını çalar. Ve, Gâvurun tembeli keşiş, Müslümanın tembeli derviş olur." Ata sözünü de unutmayalım. (Ata Sözleri Sözlüğü) Emin Özdemir


(1) Ali Kaya- Kalpaklı Mucize/ Işık Yayınları

(2) A.Nedim Çakmak- İşgal Günlerinde İşbirlikçiler/ Kum Saati yayınları


Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster