Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster
Açıklama:
Kategori: Köşe Yazarları
Eklenme Tarihi: 24 Kasım 2014
Geçerli Tarih: 02 Mayıs 2024, 06:23
Site: Görele Sol Platformu
URL: http://www.gorelesol.com/yazar.asp?yaziID=19757
SEVGİLİ(MİZ) FİLİSTİN -TEMEL DEMİRER
“İçimde mis kokulu,kızıl bir gül gibi duruyor zaman”
‘Sevgili(miz) Filistin’ hakkında konuşmak, söylenip de
anlatılanlardan çok, söylenemeyip de anlatılamayanlardan söz etmeyi gerektirir
ki, bu da dillendirilmemiş anılara müracaat etmemizi ‘olmazsa olmaz’ kılar…
Şimdi sizlere aktarmayı deneyeceklerim, sararmış bir not
defterindeki solgun satırlara aittir ve hiç yayınlanmamış, dillendirilmemiş
şeylerdir…
Bir dostun hikâyesinden satır başlarını aktaran notlar,
İzmir’de başlar…
* * * * *
İzmir sıcağının insan tenine terle yapıştığı bir gün…
“Filistin’e gideceksin” derler Ona… “Hazırlan ve kimsenin
haberi olmasın”…
Üniversite öğrencisidir. Aynı üniversiteden genç bir
kadınla, sevgilisiyle aynı evi paylaşmaktadır.
Yola düşeceği günün sabahı, “Okula gidiyorum” der
sevgilisine, kucaklar sımsıkı ve sorar “Bir şey gerekli mi?” diye…
“Ekmek al eve gelirken” yanıtını verir gülümseyerek genç
kadın…
Vedalaşırlar, birbirlerini bir daha yıllarca
görmeyeceklerinden habersiz…
* * * * *
Çayırağası Turizm ile önce Antep’e. Orada geçen birkaç
günden sonra da Ceylanpınarı’na…
Orada Faysal Dunlayıcı (Kani Yılmaz) ile kucaklaşma…
Ardından karşı taraf Suriye (daha doğrusu Rojava)…
Kolay değildir karşıya geçmek, mayınlıdır, gecedir,
zaptiyeler nöbettedir…
Sonra Halep, oradan da Şam…
Önce “Mektip Ardıl Muhtelle”, sonra da “Madam’ın Evi”…
“Mahçup”la kısa bir tanışma… Erbakan ve Küçük Doktor ile
uzun bir dostluk…
* * * * *
Ve hayatı, aşkı, kardeşliği, eşitliği savunmayı öğrendikleri
kamp(lar)…
“Kleş(Klaşinkof)’in kesik uçlusu makbuldür”; “Amam mayna
dikkat edin”; “Doçkaların sesi kulak tırmalar pamuğu unutmayın”; “Diktiryofa
sımsıkı sarılın”; “İngiliz Sterling’i ısınınca şişip, tutukluk yapabilir”;
“Skarpiyon kent eylemlerinde kullanışlıdır”; “Molotofa terebentin katmayı
unutmayın”; “RBC’yi kullanırken arkanızda kimse olmasın”; “Çabuk hareket edin,
hızla karar verin”; “Çizmenizde hep bir bıçağınız olsun”; “El bombalarının
pimine özen gösterin”; “Çok mecbur kalmadıkça seri atıştan kaçının”… vb’i
uyarılar arasında kimler yok ki orada?
Kızıl Tugaylar, Halkın Fedaileri, Nikaragualılar,
Filistinliler, Carlos ve arkadaşları, Kübalı ve Sovyet eğitmenlerle daha
niceleri…
Onları bir araya getiren şey, renk/ dil/ din farkı tanımayan
bir sınırsızlıkla hayatın düşmanlarına karşı birlikte mücadele azmi. Buna
enternasyonalizm de diyebilirsiniz; Dünya Devrimi’ne bağlanmış Ortadoğu
Devrimci Çemberi de…
Ancak hayatı, aşkı, kardeşliği, eşitliği ölüm pahasına
savunmak kolay değil. Bir şeyin gerçeğiyle, romantizmi arasında hep derin bir
açı oluyor…
* * * * *
Sonra Lübnan İç Savaşı ve Mahmud Derviş’in ‘Beyrut
Kasidesi’ndeki, “Beyrut/ gecemiz/ Yalnızlığımız,/ Tanrı yalnızlığımızda/ Tanrı
içimizde oluşana kadar,” dizeleriyle betimlediği kent…
Ve zehirlenen Yaser Arafat, suikastle katledilen, Türkiyelilerin
has dostu Ebu Cihad,sonra da George Habbaş, Ahmed Cibril…
Ve Siyonistler’in desteklediği Falanjistler (Hezb al-Kata’eb
al-Loubnaniyya) ile savaş…
Baelbek’ten Rasbaelbek’e (Bekaa Vadisi)… Lübnan’a müdahale
eden Suriye ile Şutura çatışmalarına… Beyrut’taki Cemiya El Arabiya’dan
Cenup’taki (Güney’deki) Bind-il Cebel’e uzanan koşuşturmacalar…
Tam o günlerde sırtında sağlıkçı çantasıyla koşuşturmaların
ortasındaki İtalyan Patricia…
Saçları ala garçon tarzında kesilmiş bir Milano’lu Troçkist.
Cemal Süreya’nın, “Şık olmalı kadın dediğin!/ Gelişi Gülüşü/
Bakışı Duruşu/ İsyanı” dizelerindeki gibi cesur, atılgan ve güzel.
Nâzım Hikmet’in, “Hayallerimiz yüzlerindedir/ sevdiğimiz
kadınların,/ Görelim görmeyelim karşımızda dururlar/ gerçeğimize en yakın ve en
uzak” dizelerinde tarifini bulan içtenlikle, bir dağ çiçeği verdi Ona bir gün
genç adam, İzmir’deki içtenliğiyle...
Aldı çiçeği Patricia ve gülümsedi; “Hayallerimiz
yüzlerindedir/ sevdiğimiz kadınların” diyen usta ne kadar haklıymış!
O günün ardından Fairuz’un ‘Habbek Ya Lübnan Ya Vatanı’yı
birlikte söyleyip, Akdeniz’i Küba’sını Lübnan’da yarattıktan sonra Türkiye’ye
dönmeyi ve dövüşmeyi düşlerlerdi…
Sonra birgün, Bind-il Cebel’deki bir roket saldırısı; bir
alay kömürleşmiş ceset…
“Hangisi Patricia?” diye sordu Halkın Fedaileri’nden
Husro’ya; ağlayamayacak kadar kaskatı kesmiş…
“Hepsi, hepsi Patricia” dedi Husro…
* * * * *
Evet işte tam da bunun için Orhan Veli’nin, “Hüzün ki
neşedir/ Bana hep senden gelir,” dizelerindeki üzere Filistin Sevgili(miz)dir…
Orada yatanlar kalbimizin sol yanındaki ince sızıdır…
O genç için Filistin, Ortadoğu Devrimci Çemberi hep Patricia
ve Husro’ydu ve öyle de kaldı…
Şah zulmüne karşı dövüşen Husro dedim… İri yarı güleç bir
Fars komünisti’ydi; Bind-il Cebel’den sağ çıkan O, Hamadan’da düştü…
Evet, Antonio Porchia’nın, “Acı bizi takip etmez. Önümüzde
gider,” demesi boşuna değildir…
* * * * *
Bitmedi bitmesine de; bırakın böylece yarım kalsın…
Bundan sonrakiler sevdaya dahil yani şahsi “şeyler”…
* * * * *
Filistin bir kuşağa aşık olmayı, isyanı öğretti…
Bunun ne demek olduğunu anlamak için, kaçırdığı uçağı Ürdün
çöllerine indiren Klaşinkof’una sarılmış Leyla Halid’in o ölümsüz fotoğrafına
bakın…
Biz(ler)i Filistin’le buluşturan devrimci savaş anlayışının
enternasyonalist yoldaşlığıydı; kolay mı?
Siyonist ajan Efraim Elrom’u kaçırıp cezalandıran Mahir
Çayan (ve THKP-C’si) ile Filistin’de yeni doğan bebeğine ‘El Mahir’ adını veren
anayı anımsayın…
Askeri eylem için Ürdün’den Batı-Şeria’ya geçip, yaralı
Filistinli yoldaşını “Bırak beni” emrine karşın sırtında taşıyıp selamete
ulaştıran Deniz Gezmiş’i (ve THKO’sunu) anlamaya çalışın…
Filistin’de ölümsüzlüğü kucaklayan devrimciler saymakla
tükenmeyecek kadar çoktur!
Kolay mı? Ortadoğu’da yaşananlar, Filistin, Siyonist
saldırganlık silahlı mücadeleyi savunan devrimcilerin en önemli gündem
maddelerindendi.
Örneğin Yusuf Aslan, ‘El-Fetih’e Niçin Gittim?’ başlıklı
yazısında, “Bugün Ortadoğu’da Amerikan emperyalizminin ileri karakolu olan
İsrail’e karşı Arap halkları antiemperyalist bir savaş yürütmektedir. Bu savaş
Asya’da, Afrika’da, Latin Amerika’da ve bütün dünyada emperyalizmin baskısı
altında ezilen halkların yürüttüğü devrimci kavganın bir parçasıdır.
Emperyalizme karşı yürütülen savaş, bütün dünya halklarının
ortak savaşıdır. Vietnam’da, Ortadoğu’da, Latin Amerika’da emperyalizme karşı
sıkılan her kurşun, aynı zamanda Türkiye halkının kurtuluşu için
sıkılmaktadır,” derken İslâmcılar da, Filistin için dövüşen sosyalistlere
“terörist” diyorlardı; tam o günlerde şimdilerde Cumhurbaşkanı olan Erdoğan da
“Beckenbauer” lakabıyla yeşil sahalarda uzun şortla top koşturuyordu…
Evet o günlerde her genç devrimcinin hayalini süslerdi
Filistin…
Bu uğurda devrimciler ‘60 yıllarda Filistin’e destek için
yollara düştü.
İlk düşen 19 yaşındaydı; Çelik’ti…
Sonra da 21 Şubat 1973’de Lübnan’daki Nahr el Bared
Kampı’nda Siyonist katillerle çatışarak düşen Bora Gözen, Kerim Öztürk, Cafer
Topçu, Ahmet Özdemir, Yücel Özbek, Şükrü Öktü, Gürol İlban ve diğerleri…
Hatırlatalım: Ahmet Çelik (1969), Ali Kiraz (1972), Hüseyin
Gökdemir (1981), Kemal Ergin (1981), Mustafa Keskin (1982), Ahmet Çolak (1982),
İmam Ateş (1982), Mustafa Çetiner (1982), Veli Çakmak (1982), Mehmet Atmaca
(1982), İsmet Özkan (1982), Kemal Çelik (1982), Abdullah Kumral (1982), Süleyman
Tuğcu (1982), Emin Yaşar (1982), Şeri Aras (1982), Mustafa Marangoz (1982),
Şahabettin Kurt (1982), İrfan Ay (1982), Semih Özbay (1983), Süleyman Kılıç
(1983), Hanna Maptunoğlu (1984), Vedat Erdal (1984), Selahattin Kaya (1984),
Kuvvetin Külekçi (1984), Cevat Saim Çelen (1986), Ali Saban (1987), Cevdet
Kılıç (1987), Semih Özal (Faik) (1995)… Vd’leri…
İş bu nedenle ‘Sevgili(miz) Filistin’, kuşağımız için öfke
ve cesaret kaynağıydı; “Mehmet Eroğlu’nun, “Umudun iki güzel kızı vardır: Öfke
ve cesaret. Öfke olanlara dayanmak, cesaretse değiştirebilmek için,”
ifadesindeki üzere…
* * * * *
Mahmud Derviş’in, ‘Toprak Kasidesi’ndeki, “Ben mezbahanın
tanığı/ Ve haritanın/ Ben basit sözcüklerin çocuğu/ Çakıl taşlarının
kanatlarını gördüm/ Gördüm silahların çığlığını/ Bizde, yüreğimizin üstüne
kapatılan kapıyı/ Yerlerimize konulan haczi...”; Adnan Yücel’in, ‘Sabahın
Yüzünde Filistin Yarası’, “Bu gece sabaha karşı/ Filistin mevzilerinde patlayan
şafak/ Şafak değil bir silah/ Her ölüm bir destan/ Her yürek dünyayı tutan bir
ah/ Ve bütün gecelere inat” dizelerindeki Filistin; İtalyan Patricia’nın, Amerikalı
Rachel Corrie’nin toprağıdır…
Bu nedenle de hepimizin, tüm insan(lık)ın yurdudur…
Duymuşsunuzdur: Barış eylemcisi Rachel Corrie, İsrail
Ordusu’nun Gazze şeridinde Filistinlilerin evlerini yıkmasına engel olmaya
çalışırken bir buldozer tarafından ezildi…
O, dünyaya talipti. O, adaletin, vicdanın bekçiliğine
talipti. O, dünyalıydı. Gücünü, kendi gibilerin gücüyle birleştirirse başka bir
dünyanın mümkün olabileceğine inanıyordu…
Yaşadıklarını, düşündüklerini, hissettiklerini anasına
yazdığı mektuplarda şöyle dile getirmişti:
“Gerçekten de dünyada böyle bir zulmün kıyamet koparmadan
geçiştirilebilmesine inanamıyorum. Canımı yakıyor, geçmişte de yaktığı gibi,
dünyanın böyle korkunç bir hâle gelmesine göz yumuşumuza tanıklık etmek...
Yukarıda sıraladığım onca durum ve dahası usul usul, çoğunluk örtük ama son
derece güçlü bir biçimde, belirli bir insan gurubunun hayatta kalma yeteneğini
elinden almaya yönelik. Burada gördüğüm, bu... Bunun sona ermesi gerek.
Hepimizin her şeyi bir yana bırakıp hayatımızı, bunun sona ermesi için
çabalamaya adamanın iyi bir fikir olduğuna inanıyorum.”
Patricia’nın, Corrie’nin vd’lerinin ‘Filistin’e Gitmek’[5]
eylemi kimilerininkinden çok farklıdır.
Çünkü bizimkilerin gittiği Filistin, kanlı canlı bir isyanın
resmidir…
Bizimkiler için ayrı bir yeri olan Filistin tarihi,
enternasyonalist bir mücadele tarihiyken; madalyonun bir yüzünde işgal edilmiş
Filistin, diğer yüzünde ise işgalci İsrail durur.
Filistin tarihimizin bir parçası, acılarını paylaştığımız,
vicdanımızı sızlatan bir özgürlük, bir insanlık mücadelesi; 1970’lerde İsrail
işgaline karşı FKÖ kamplarında yüzlerce Türk ve Kürt sosyalist gönülden ve
inanarak mücadele verdiği bir tarihi pratiktir…
Filistin deyince akla bir isim ve bir örgüt gelir. Yaser
Arafat nam-ı diğer Abu Amar ve FKÖ...
Çekirdeğini 1959’da Yaser Arafat tarafından kurulan El
Fetih’in oluşturduğu FKÖ bir şemsiye örgüttü. Filistin’in efsanevi şemsiye
örgütü kuruluş yıllarında çok renkli ve eğilimlidir.
Ulusalcı El Fetih, Marksist FHKC ya da Demokratik Cephe,
Müslümanlar, Hıristiyanlar. O yıllarda Hamas ya da İslâmi Cihad’ın ismi bile
yoktur ortalarda.
1964’ten beri esas olarak silahlı mücadeleyi öne çıkaran
Yaser Arafat, Yom Kippur Savaşı’ndan sonra diplomasiye ağırlık vererek FKÖ’ye
sürgün hükümeti niteliği kazandırdı. Ekim 1974’te örgüt, Arap Birliği, İslâm
Konferansı Örgütü ve BM tarafından Filistinlilerin tek meşru temsilcisi olarak
tanındı. 13 Kasım 1974’te BM Genel Kurulu’nda Yaser Arafat 91 dakikalık bir
konuşma yaparak birden dünyanın gündemine oturdu
FKÖ, ilk merkezi olan Ürdün’den, 1970 yılında, tarihe Kara
Eylül diye geçen kanlı bir savaştan sonra çıkarılarak Lübnan’a taşındı. Ancak
1982’de İsrail’in Lübnan’ı işgal etmesine tepki göstermeyerek büyük itibar
kaybetti ve Lübnan’dan da çıkarıldı. Bu sefer çok uzağa, Tunus’a taşındı.
Direniş tarihi, 1967 sonrası Ürdün’deki yapı, Lübnan’a göç,
Sabra ve Şatilla başta olmak üzere katliamlar, El Fetih’in efsanevi El Karameh
direnişi; bu süreç içinde tüm kadro yapıları ve örgütlenme anlayışı, Tunus
sürgünü ve eve dönüş...
Beyrut Kasidesinin unutulmaz şairi Mahmud Derviş olmadan
Filistin’i anlamak da, anlatmak da kolay değildir…
Derken, İntifada(lar) devreye girer… İntifada(lar) da
Hamas’tan söz edilir…
16-18 Eylül 1982 tarihinde Lübnan’daki Sabra ve Şatilla
mülteci kamplarında kalan Filistinli ve Lübnanlı mültecilere İsrail destekli
Lübnanlı Marunî Falanjist milisler tarafından açılan ateş sonucu 3 bine yakın
kişinin hayatını kaybettiği günlerde FKÖ’nün bıraktığı boşluğu, adını ilk kez
1983’te duyuran Hamas (Filistin’deki İslâmi Direniş Hareketi) doldurdu.
FKÖ seküler bir örgüttü ama Hamas, Gazze’deki mülteci
kamplarında faaliyet gösteren Mısır’ın kadim Müslüman Kardeşler örgütünün
bağrından çıkmıştı. Örgüt kısa sürede Gazze’de kök saldı ve İsrail ablukası yüzünden
dünya ile ilişkisi kesilmiş olan bölgede sadece siyasal hayatı kontrol etmekle
kalmadı, toplumsal ihtiyaçları da gidermeye çalışan bir sosyal hizmet kurumu
gibi çalıştı, okulları, hastaneleri, ve gençlik gruplarını yönetti.
“Yıllar sonra, Hamas’ın kuruluşunda İsrail’in payı olduğu
iddia edildi. İsrail’in amacı, FKÖ’nün gücünü kırmaktı.”[6]
* * * * *
Bugünlerdeki yaygın yanılgı ile Filisin’i Hamas’la
özdeşleştirmeye kalkışmak kabul edilebilir değildir…
‘El Vatan’ın, “Ciddi bir değişim yaşıyor. Örgüt şu an için
füzeleri durdurup kültürel faaliyetlere odaklanma kararı aldı,” diye
betimlediği Hamas, derinlerinde İsrail’in izi olan İslâmi bir totaliterliktir…
Fehmi Hüveydi’nin, “Hamas’ın tarifsiz acılara yol açan
ablukayı bırakıp Gazze toplumunu İslâmileştirmekle uğraşması akıl almaz bir
durum,” diye betimlediği tabloda Hamas’ın 2007’den beri iktidar olduğu Gazze’de
muhalefet, silah ve şiddetten rahatsız. Filistin Halk Partisi’nin siyasi büro
üyesi Velid Avad, Hamas’ın hayatın her alanına karışarak özgürlükleri
kısıtlamasına dikkat çekiyor.
Anlatılanlar, “Bir dokun bin ah işit” türünden. Filistin
Halk Partisi Siyasi Büro üyesi Velid Avad’ı rahatsız eden mesele, Hamas’ın
sırtını silaha ve şiddete dayıyor olması. Bu durum, demokrasi sorununu
doğuruyor. Silahın meşruiyet kazandığı bir ortamda, demokratik yöntemler
ziyadesiyle görmezden geliniyor: “Amaçların, silah yoluyla gerçekleştirilmeye
çalışıldığı bir ortamda demokrasiden bahsedilemez. Hamas’ın yaptığı da bu.”
Gazze’yi yöneten Hamas, “kamu ahlâkını koruma” adı altında
kadınlara motosiklet, nargile yasağı gibi tartışmalı uygulamalarına bir
yenisini eklerken; kadın giysisi ve çamaşırı satan mağazalara vitrin
mankenlerinin edepli olması, çamaşır ya da gecelik sergilememesi, vitrinde
renkli ya da koyu cam kullanılmaması, içerde giysi deneme kabini ve güvenlik
kamerası bulunmaması talimatı verdi.
Polis sözcüsü El-Batnici, edep ve ahlâkın korunmasıyla
insanın kendini sokakta evdeki gibi rahat hissetmesini amaçladıklarını söyledi.
Geçenlerde polisin mağazalardaki “ahlâka uymayan sözler” yazılı tişörtlere el
koyduğu haberi gelmişti.
Fethi Derviş’in ifadesiyle, “Hamas hükümeti Gazze’nin
İslâmileştirilmesi hamlesi çerçevesinde, kadın avukatları başörtüsü takmaya
zorlarken; Hamas’ın Gazze’de bir ‘İslâm emirliği’ kurmakta olduğuna işaret eden
bazı gelişmeler yaşandı. Hamas hükümet okullarında İslâmi kıyafet giyilmesini
şart koştu, polis ‘genel ahlâkı korumak ve sosyal güvenliği sağlamak’ amacıyla
sahillerde bazı icraatlarda bulundu.
Bu icraatlara göre Filistinli kadının tek başına denize
gitme veya yanında akrabası yoksa özel araçlara binme imkânı olmayacak. Bu
durum bireysel özgürlüklere saldırı olduğu gibi, Filistinli kadının sosyal
kurtuluş mücadelesinde elde ettiği kazanımlardan geri dönüşe de işaret,”ediyor…
Ayrıca Hamas’ın kontrolündeki Gazze Şeridi’nde Yüksek
Mahkeme Başyargıcı Abdulrauf Halebi, kadın avukatlara mahkemeye çıktıklarında
başörtüsü takmaları talimatı verip, kadın avukatların başlarını örtmesinin yanı
sıra siyah cüppelerinin altına uzun ve koyu renkte palto giymeleri gerektiğini
söyledi.
Bunların yanında Hamas güvenlik güçleri, Gazze’de bir kadın
gazeteciyi başörtüsü takmadığı gerekçesiyle gözaltına aldı. Gazze’de Filistin
gazetesi ‘El Ayyam’ için çalışan gazeteci Esma el Gül, Gazze’deki Şati mülteci
kampı yakınlarında arkadaşlarıyla plajdayken, sivil giyimli bazı kişiler
kendisine “neden başörtüsü takmadığını” sordular.
Gözaltındaki sorgusunda, “yüksek sesle gülmek” ve “kamuya
açık bir yerde başını kapatmadan dolaşmakla” suçlandığını söyleyen El Gül,
ölümle tehdit edildiğini, bu nedenle evinden çıkamadığını da söyledi.
Gazze Şeridi’nde, Hamas polisinin bir erkekle sahilde
dolaştığı gerekçesiyle genç bir kadını gözaltına almaya çalışması, Hamas’ın
iktidarını bölgede şeriat kurallarını dayatmaya yönelik olarak kullandığı
yönünde tepkilere yol açtı. Haber ajansı AP’nin haberine göre polisin kadınla
beraber yürüyen kişiyi ve iki arkadaşını gözaltına alıp dövdüğü, daha sonra da
bir daha “ahlâk dışı” davranışlarda bulunmayacaklarına dair bir belge imzalamaya
zorladıkları belirtildi.
Özetle Gazze’den Hamas’ın İslâmi ideolojisini hayat tarzı
olarak dayattığı haberleri geliyorken; kız öğrenciler örtünmeleri için baskıya
uğruyor.
* * * * *
Tekrar ediyorum: Filistin asla Hamas değildir!
Filistin’e sırt dönenler; Onu sırf Hamas zannedenler
yanılıyorsunuz!
Filistin ezilenlerin enternasyonal davasıdır; Ona sırt
dönemezsiniz; “es” geçemezsiniz!
Eğer bunu yaparsanız; Murathan Mungan’ın, “Her şeyin
farkında olup da,/ hiç bir şey yapmayan insanlarız biz!”
Bertolt Brecht’in, “Kardeşlerinizi boğazlıyorlar, göz
yumuyorsunuz./ Çığlıklar duyuluyor ama siz susuyorsunuz./ Aramızda dolaşıp
kurbanını seçiyor zorbanın teki,/ Sessiz kalırsak bize dokunmaz diyorsunuz./
Bok yiyorsunuz!/ Ne tuhaf yer burası, sizler nasıl insanlarsınız!”
Şükrü Erbaş’ın, “Canı cehenneme rahat uyuyanın/ Kapısını
örtenin perdesini çekenin.../ Yüreği yalnız kendiyle dolu olanın/ Duvarları
ancak çarpınca görenin/ Canı cehenneme başkasının yangınıyla/ Evini ısıtıp
yemeğini pişirenin,” dizeleriyle betimlenmeyi hak edersiniz!
Çünkü Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın, “Bu bir
soykırım. Ailelerin tamamının öldürülmesi İsrail’in Filistinli halkımıza karşı
soykırımıdır,” diye haykırdığı koşullarda Filistin, halkçı bir isyandır!
Kolay mı?
İsrailli insan hakları örgütü ‘B’Tselem’, 21 Kasım 2009
tarihli ‘Haretz’ gazetesine verdiği ölüm ilanı tipindeki tam sayfa ilanla 20.yaşa
girdiklerini belirterek, İsrail-Filistin çatışmasının 20 yıllık bilançosunu
şöyle ortaya koyuyordu:
İki taraftan toplam 8 bin 900 kişi ölürken, bunların yüzde
83’ü Filistinli. İsrail işgal topraklarında 1537’si çocuk 7 bin 398
Filistinliyi öldürdü. Filistinliler ise 139’u çocuk 1483 İsrailliyi öldürdü.
Bunların 488’i polis ve asker…
2008 yılı 27 Aralık’ta sonunda başlayıp 22 gün süren Gazze
harekâtı ise 20 yılın en kanlı tablosunu yarattı. İsrail’in Gazze operasyonunda
315’i çocuk 1387 Filistinli ölürken, İsrail tarafında dördü dost ateşiyle olmak
üzere toplam 13 asker öldü.
İsrailliler 20 yılda 4 bin 300 Filistinlinin evini tapusu
olmadığı gerekçesiyle yıktı. Gazze saldırısında ise 6 bin 240 ev harap oldu.
Hâlâ 335 Filistinli İsrail hapishanelerinde yargılanmaksızın esir tutuluyor.
İsrail açısından en kanlı yıl, 47’si çocuk 269 siville toplam 420 İsraillinin
öldüğü 2002’deki ikinci İntifada oldu.
Elbette bu kadarla da sınırlı değil…
İsrail’in Gazze’ye yönelik kara ve havadan yürüttüğü
operasyonun 29’uncu gününde, 5 Ağustos 2014 sabahı ateşkesin yürürlüğe
girmesiyle Gazze’de bombardıman durdu, İsrail askerlerini çekti. Fakat evlerine
dönen Filistinliler kelimelere sığmayacak yıkım görüntüleriyle karşılaştı.
Dördüncü gününe girilen saldırılarda İsrail, Gazze’yi
bombalamaya devam ediyor. Gece boyunca süren saldırılarda İsrail’in 300’den
fazla hedef vurduğu belirtilirken; İsrail’in sivilleri vurduğu hava
saldırılarında en korunmasız hedef çocuklar. Dört günde ölen 81 kişiden 23’ü
çocuk.
İsrail bombardımanı altındaki Gazze’nin Şifa Hastanesi’nde
görevli Doktor Belal Dabour’a göre, hastaneye günde 30’u çocuk en az 100 yaralı
geliyor. Ama unutamadığı, oğlunun cansız bedeni ile karşılaşan ve onun son
fotoğrafını çeken doktor arkadaşı…
Bayramı ateş altında geçiren Gazze Şeridi 29 Temmuz 2014
sabahına karşı İsrail operasyonunun başından bu yana en şiddetli bombardımana
sahne oldu. Filistinli doktor Bassel Abuwarda, “Daha önce bu kadar ağır bombardıman
görmedim. Yüzde 100 öleceğim. Herkese elveda” diye tweet atarak takipçilerine
duyurdu.
Filistin Devleti’nin Ekonomi Müsteşarı Taysir Amro ise
yaklaşık bir ay süren saldırıların Gazze’ye en az 4 milyar dolarlık zarar
verdiğini belirtti. 1.817 Filistinli öldü. BM’ye göre yüzde 86’sı sivil… 268
bin kişi BM okullarına, 200 bin kişi de akrabalarının evine sığındı…
* * * * *
Hâl “böyle”yken; Butinaya Şaban, “Filistin halkının
mücadelesine dünyanın dört bir yanından destek artarken Arap medyası duyarsızca
üç maymunu oynamaya devam ediyor,” diye ekliyor…
İsrail işgali altındaki Doğu Kudüs’te, Yahudi
yerleşimlerinin giderek çoğaldığı bir mahallede yaşayan Filistinli bir aile
evlerini aşırı sağcı Yahudilerle paylaşmaya mahkûm ediliyor! ‘Haaretz’ gazetesinin
haberine göre, Doğu Kudüs’te Filistinlilere ait evlerin yerine Yahudi
yerleşimleri inşa eden Amerikalı işadamı Irving Moskowitz’e karşı 11 yıldır
hukuk mücadelesi veren Filistinli Hamdallah ailesi, mahkeme kararıyla evlerinin
bir odasını aşırı sağcı İsraillilere vermek zorunda bırakılıyor…
Gazze’nin umutsuzluğunu annesini, kuzenini ve en son 14
yaşındaki yeğenini hava saldırısında kaybeden Ejmeia, kırık bir tebessümle
“İsrail bizi küçültmek istiyor. Barış olmayacak,” diyerek anlatıyor…
Ve Uluslararası yardım kuruluşları ‘Save the Children/
Çocukları Kurtarın’ ile ‘Medical Aid for Palestinians/ Filistinlilere Tıbbi
Yardım’ın birlikte yayımladıkları bir raporla Gazze’deki içme suyuna insan
dışkısı ve gübre karıştırıldığı duyurulurken; ishal hastalığı nedeniyle tedavi
gören Filistinli çocuklarının sayısının beş yılda ikiye katlandığı belirtildi.
Yardım kuruluşları, İsrail’in beş yıldır uyguladığı abluka nedeniyle bölgeye
tıbbi malzeme yardımı yapılamadığına da dikkat çektiler.
Nihayet İsrail kuşatması altındaki Gazze, yüzde 45.2 ile
dünyada işsizlik oranının en yüksek olduğu bölge. BM Mültecilere Yardım Ajansı
UNRWA’nın raporuna göre Gazze’deki iki kişiden biri işsiz!
Tam da bu tabloda İsrail zindanlarındaki El Fetih
liderlerinden Mervan Barguti,[26] cezaevinden kaleme aldığı bir mektupta,
İsrail-Filistin barış çabalarını “ölü” olarak niteleyip, İsrail işgaline karşı
yeni bir kitlesel direniş çağrısında bulunarak, “Barış süreci başarısız oldu,
bitti, umutsuzca bir cesedi hayata döndürmek için çabalamaya değmez,” diye
haykırıyor.
* * * * *
Robert Fisk’in ifadesiyle, “Savaş çığırtkanı İsrail için en
büyük tehdit kendisi”yken; Mervan Barguti’nin haklılığı bir kez daha
kanıtlanıyor…
Tarihçi Prof. Dr. Beshara Doumani’ye göre, İsrail’in politikası
belirli aralıklarla Gazze’yi işgâl etmesini gerektirirken; Gideon Levy
haykırıyor: “İsrail barış istemiyor.”
Bunlar yani Sedat Ergin’in deyişiyle, “İsrail’in dünyaya
karşı affedilmez sorumsuzluğu” ayan beyan ortadayken; Fehim Taştekin,
“Siyonizm’e laf etmek kimin haddine”; Naomi Klein, “Tel Aviv’de yaşayanların
Filistin’de ne olduğu konusunda hiçbir fikirleri yok. Çünkü Filistinlileri
çeviren, saklayan duvarlar, çitler var. Duvarın arkasındakileri göstermek için
gerçek bir politik aktivizm gerekiyor”; Larry Derfner, “İsrail ordusu
Gazze’deki vahşet ve yıkıma dair bir raporu inkâr etmemizi istiyor. Dehşet
verici hikâyelerle dolu 100 sayfalık raporun mu, yoksa ordunun ‘kendi
oğullarının’ söylediğini inkâr etmemizi bekleyen yanıtının mı daha rahatsız edici
olduğu konusunda kararsızım,” diye uyarıyorlar…
* * * * *
Kolay mı?
Siyonist İsrail cisimleşmiş ırkçılıktır!
Bu gerçek İsrail’de hükümetin vatandaşlık için “Yahudi
devletine sadakat yemini” şartı getirme kararı üzerine ‘Şas Partisi’nin ruhani
lideri Haham Ovadya Yosef’in, “Yahudi olmayanların varlık sebebi Yahudilere hizmettir”
sözüyle kanıtlanır!
Filistinli ile evlenmeye sınırlama getirilen yasanın
kabulüyle çoğu İsrailli Arapla evlenen 135 bin kişinin oturma hakkının da
tartışmaya açılmasıyla somutlanır!
Joel Beinin’in, “Irkçılık artık İsrail toplumsal kültürünün
meşru ve hatta temel bir parçası hâline geldi,” dediği koordinatlarda işte kimi
örnekler…
Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman, İsrail’in nihai
hedefini, “Hedefimiz Arapsız İsrail” diye açıklarken; “Sadık olmayan İsrail
vatandaşlığından çıkarılsın,” der!
İsrail’de bir grup haham eşi, Yahudi kadınlara, Arapların
gittiği yerlerden kaçınmaları çağrısı yaparken; reformcu Haham Kariv ise,
“İsrail toplumu derin bir ırkçılık çukuruna düşüyor,” uyarısını dillendirir!
İsrail’in Filistinli köyleri tecrit için diktiği duvar Arap
erkeklerin Yahudi kızlarla flörtünü engellerken; 10 yılda 60 kız Batı Şeria’ya
kaçarken Pisgat Zeev yerleşiminde Arap-Yahudi aşkına karşı özel bir tim
kuruldu!
Dünyanın dört yanındaki Yahudilere kucak açan İsrail’in,
işgal ettiği Batı Şeria’dan Filistinlileri sürme planı ortaya çıktı. İsrail
ordusunun yeni düzenlemesi, İsrail’den resmî ikamet izni alamamış
Filistinlileri bölgeye “yasadışı sızan” kişi diye niteleyip 72 saatte sınır
dışı etmeyi ya da yedi yıla kadar hapisle yargılamayı içeriyor!
Filistinlilere yönelik ayrımcı uygulamalarıyla ünlenen
İsrail, bu “Apertheid” politikalarını seyahat alanına da taşıdı. Artık
Filistinliler, Batı Şeria içinde sadece kendilerine ayrılmış otobüslere
binebilecek!
İsrail Meclisi ‘Knesset’te Arap partileri meclis dışında
bırakacak bir yasa tasarısı gündeme geldi!
İsrail hükümetinin koalisyon ortaklarından aşırı muhafazakâr
Şas partisinin manevi lideri olarak da bilinen haham Ovadia Yosef, İsrail
Radyosu’ndaki ayin konuşmasında “Tanrı İsrail’den nefret eden Ebu Mazen (Abbas)
ve yanındaki bela Filistinlilerin başına bir salgın musallat etsin,” dedi!
İsrail Eğitim Bakanı Gideon Sa’ar, eğitim sisteminde bir
dizi reform yapmayı amaçlarken, öğretim yılında okullarda, öğretmenler sınıfa
girdiğinde öğrencilerin ayağa kalkması ve okullarda üniforma zorunluluğu da
öneriliyor. Planlanan değişikliklerle, Siyonist mirasın kuvvetlendirilmesi ve
askere gitmenin teşvik edilmesi amacıyla, Siyonizm ve Yahudilik için özelliği
bulunan ya da önemli savaşların yapıldığı alanlara sınıf gezileri düzenlenmesi
öngörülüyor!
* * * * *
Sadece ırkçılık da değil; Siyonizm bir seri katildir,
katliamcıdır…
İnsan hakları örgütü ‘B’Tselem’, İsrail’in 2009 başında
Gazze’ye yaptığı saldırıda resmi verilerin çok daha üstünde Filistinli sivilin
öldüğünü, saldırılarda ölen 1400 Filistinlinin yarıdan fazlası sivil, bunların
252’si ise 16 yaşından küçük çocuklar olduğunu açıkladı!
Netanyahu’nun koalisyon hükümetinde Ekonomi Bakanı olan
‘Evimiz İsrail Partisi’nin lideri Naftali Bennett, “Esir Filistinliler
öldürülmeli” demesine, “Bu yasadışı” itirazları üzerine, “Çok Arap öldürdüm,
bunda yanlış bir şey yok,” yanıtını verdi!
Sadece Bennett mi? Değil elbet!
Ariel Şaron’u diğer insanlık suçu işlemiş İsrailli sivil ve
askeri liderlerden daha özel kılan, 1953 yılında bir Filistin köyünü basarak 60
sivilin katledilmesinin bizzat emrini vermesi; elbette 1982 yılındaki Sabra ve
Şatillla katliamları da unutulmamalı…
İsrail’in Kanal 2 televizyonu, 1990’lı yıllarda Ebu Kabir
olarak anılan adli tıp kurumundaki uzmanların, çoğu kez akrabalarının iznini
almaksızın İsrailli asker ve sivillerle, Filistinlilerin ve yabancı işçilerin
cesetlerinden deri parçaları, kornealar, kalp kapakçıkları ve kemik
topladıklarını bildirdi.
İsrail ordu yetkilileri Kanal 2’nin haberini doğrulayarak
“bu uygulamaların on yıl önce sona erdirildiğini ve artık yapılmadığını”
söyledi. Haberde, Abu Kabir Adli Tıp Enstitüsü’nde başpatolog olan Yehuda
Hiss’in, maiyetindeki doktorların cesetlerden korneaların alınmasını nasıl
gizlediklerini anlattığı şu sözlerine de yer verildi: “Göz kapaklarını
birbirine yapıştırıyor, göz kapaklarını açacaklarını bildiğimiz ailelere ait
cesetlerden kornea almıyorduk”!
* * * * *
Sadece ırkçı, katliamcı değildir Siyonizm; aynı zamanda
sınır tanımayan ve “Biz Yahudiler Musa peygamberi neden suçluyoruz biliyor
musunuz? Bizi 40 sene çölde dolaştırdı, bula bula Ortadoğu’da petrol olmayan
tek yere getirdi,” diyen Golda Meir’in sözleriyle betimlenen saldırganlıktır…
Mesela… İsrail’in önde gelen insan hakları örgütlerinden
B’tselem’in istatistiklerine göre 1440 Filistinlinin öldüğü ‘Dökme Kurşun
Harekâtı’nın sona erdiği 19 Ocak 2009’dan 30 Eylül 2012’ye kadar İsrail
askerleri Gazze’de 271 sivili katletti.
Bu süre zarfında Filistinlilerin 1500’ü aşkın roket
saldırısında sadece 3 İsrailli öldü. Kudüs Vakfı Başkanı Yusuf Munayyer’in
aktardığı bilgilere göre de 2011’de İsrail ordusu füze, tank, havan topu ve
makineli silah atışlarıyla Gazze’de 108 kişiyi öldürdü, 468 kişiyi yaraladı.
Ölenlerden 15’i, yaralılardan da 143’ü kadın ve çocuktu.
İsrail sadece Eylül 2012’de Gazze’de 55 Filistinliyi öldürüp
257’sini yaraladı. Yusuf Munayyer’in tespiti kritik: “Gazze’den atılan
roketlerin ezici çoğunluğu ölüme ya da yaralanmaya yol açmıyor. Roketler
genellikle kayıplara yol açan İsrail saldırıları üzerine ateşleniyor”
Öte yandan İsrailli eski askerler, ordunun Batı Şeria ve
Gazze’de Filistinlilere yönelik akıl almaz muameleleriyle ilgili sessizliği
bozdu. ‘Sessizliği Bozma’ adlı İsrailli örgüt, askerlerin itiraflarını ‘İşgal
Toprakları’ adıyla kitaplaştırdı.
İlk kez 27 askerin kimliklerini gizlemeden konuştuğu
belirtildi. Bir askerin ifadesine dayanılarak Givati Tugayı’nın Mayıs 2008’de
Gazze’nin Han Yunus kampında yaptığı bir operasyon şöyle anlatılıyor: “Askerler
bir Filistinlinin evinin kapısını çalıyor, hemen yanıt verilmiyor.
Kapıyı havaya uçurmak için ‘tilki’ denilen bomba
yerleştirilirken içerde evin kadını kapıya uzanıyor. Tam bu sırada bomba
patlıyor ve kadının paramparça olan cesedi duvara yapışıyor. Akşam yemeği için
masaya oturmuş çocuklar annelerinin başsız, uzuvları kopmuş, parçaları duvara
yapışmış cesediyle karşılaşıyor”
Nihayet ‘Kuds ül Arabi’nin başyazısında belirttiği gibi,
“İsrail askerlerine öğretilen ve kuşaktan kuşağa geçen dört temel kriter,
öldürmek, doğramak, yıkmak ve çalmaktır. Bu vahşi talimatları, İsrail’in
1948’den son Gazze saldırısına kadar uzanan Araplara yönelik savaşlarında
gördük. İsrail askerleri Haziran 1967 savaşında Mısırlı esirleri soğukkanlılıkla
öldürdü. İsrail uçakları Bahr el Bakar okulunu bombaladı. Lübnan’ın Kana
köyünde iki defa katliam yapıldı. İsrail ordusunun barışçıl vaazlar vermesi
öngörülen bir hahamı, 2010’daki Gazze saldırısı sırasında Filistinlilere karşı
öldürmek dahil her tür şiddetin uygulanması gerektiğini söyledi”
* * * * *
Durum buyken; karşımızda işgalci Siyonist bir hukuk(suzluk)
durmaktadır tüm keyfi azgınlığıyla!
Mesela… İsrail devleti, işgal altındaki Filistin
topraklarındaki yerleşimleri ve buralarda üretilen malları boykot edenleri
cezalandırmayı öngören bir yasa çıkarttı”… Yasayla birlikte işgale destek veren
bir akademik kurumu ya da işgal altında yetiştirilen bir ürünü boykot eden ya
da boykot edilmesi çağrısı yapan kişi ya da şirketler mahkemelerde yargılanıp
tazminata mahkûm edilebilecek. Yasanın en can alıcı noktasını mahkemelerin
boykot çağrısıyla verilen zarara dair delil aramadan ceza kesme yetkisine
kavuşması oluşturuyor!
Mesela… İsrail’de Kirya bölgesindeki özel askeri bir
mahkeme, iki yıl önce elleri kelepçeli ve gözleri bağlı 27 yaşındaki Eşref Ebu
Rahmi’yi yakın mesafeden ateş edip yaralayan Yarbay Omri Burberg ile başçavuş
Leonardo Korea’yı suçlu bulurken, ceza vermeye gerek bile duymadı!
Mesela… Gazze operasyonu sırasında 9 yaşında bir Filistinli
çocuğa, silah zoruyla bomba olması muhtemel şüpheli bir çantayı açtıran iki
asker, cezaları tecil edilince serbest kaldı. Oysa İsrail Yüksek Mahkemesi,
ordunun insanları kalkan olarak kullanmasını yasaklamıştı!
Mesela… İsrail mahkemesi, 2003’te bir gösteri sırasında
İsrail’e ait bir buldozer tarafından ezilerek öldürülen Amerikalı barış
eylemcisi Rachel Corrie’nin ailesinin orduya açtığı davayı reddetti. İsrail’in
kuzeyindeki Hayfa bölgesindeki mahkemenin hâkimi Oded Gerşon, ordunun ve
buldozeri kullanan İsrail askerinin ihmalinin söz konusu olmadığı sonucuna
vardığını belirtti.Corrie’nin Filistin yanlısı gösteri sırasında, askerin
kullandığı buldozerle ezilerek öldürülmesine dair davada İsrail mahkemesi,
“Savaş zamanında yaşanan olay üzücü bir kaza ama devlet sorumlu değil,”
kararını verdi!
Mesela… Gazze’de ellerinde beyaz bayrak olan anne-kızı
öldüren İsrailli askere sadece 45 gün hapis cezası verildi. İsrail yargısı, BM
raporunda “savaş suçu” olarak nitelenen olayla ilgili kararında askeri
cinayetten değil, “emir almadan silah kullanmak”tan suçlu buldu!
* * * * *
Sömürgeci Siyonizm bunlar ve de şu örnekteki üzere daha da
fazlasıdır!
Filistin topraklarındaki İsrail işgalinin Filistin
ekonomisine maliyeti yıllık 6.8 milyar dolar olarak hesaplandı. BM’nin
yardımıyla Filistin Yönetimi Ekonomi Bakanlığı ile Kudüs Uygulamalı Araştırma
Enstitüsü’nün hazırladığı 35 sayfalık rapora göre Filistinliler güvenlikle
ilgisi olmayan kısıtlamalar yüzünden su kaynaklarını, Ölü Deniz’deki mineral
yataklarını ve tarım alanlarını kullanamıyor. Raporda İsrail, Filistin
kaynaklarını kendi çıkarları için sömürmekle suçlanıyor. Rapora göre Gazze’ye
abluka 1.9 milyar dolar, su kaynaklarına getirilen sınırlamalar 1.9 milyar
dolar, doğal kaynaklara yönelik kısıtlamalar 1.8 milyar dolar, ithalat ve
ihracata getirilen kısıtlamalar 288 milyon dolar, seyahat kısıtlamaları 184
milyon dolar kayba yol açıyor. İsrail, Batı Şeria’nın yeraltı su kaynaklarını
Filistinlilerden 10 kat daha fazla kullanıyor.
620 bin Yahudi yerleşimcinin işlediği arazi 6.4 bin hektar
iken 4 milyonu aşkın Filistinlinin Gazze ve Batı Şeria’da işleyebildiği toprak
miktarı 10 bin hektar. Filistinliler elektrik ve suyu yüzde 50 daha pahalıya
tüketiyor. İsrail yıllık değeri 900 milyon doları bulan maden ve taşocaklarını
da kendisi işletiyor. İsrail’in Ölü Deniz’de işlettiği tuz ve mineral
yataklarının ekonomik değeri yıllık 150 milyon dolar. Uluslararası kozmetik
markası Ahava da Ölü Deniz’den çıkarılan ürünleri kullanıyor. Filistinlilerin
Ölü Deniz’deki turistik kaybı ise 143 milyon dolar. Filistin Ekonomi Bakanı
Hasan Ebu Libdeh, 43 yıllık işgalin İsrail ekonomisine zarar verdiği savını
reddederek “Bu dünyadaki en ucuz işgal. İsrail’in iyi niyetli barış ortağı
olmayı reddetmesinin nedeni de işgalden kazanç elde etmesidir” dedi…
Daha uzun söze ne hacet?!
* * * * *
Stephane Hessel’in, “Yaratıcı olmak direnmektir. Direnmek,
yaratıcı olmak,” sözünü kanıtlarcasına, teslim alınamayan ‘Sevgili(miz)
Filistin’ hep vardı, var olacaktır da!
Bizse, hep Onun yanında; Onunlayken; bu yolda düşmanımız
asla Yahudiler değil; sömürgeci emperyalistler, işgalci Siyonistlerdir…
Söz konusu güzergâhta “İlkemiz basittir: Bütün insanlar
eşittir, ırkçılık bir rezilliktir.
O yüzden Siyonizmin olduğu her yerde Filistinlilerle, anti-semitizmin
olduğu her yerde Yahudilerle birlikte olmalıyız. Ne din için, ne millet için;
sadece insanlık için…”
Aşkın, hayatın ve devrimin Filistin’i için…
Kolay mı?
En zor günlerde bile Ahmet Telli’nin, “Sessizce çekip
gidiyorum şimdi, sessiz ve kimliksiz,/ Belki yine gelirim, sesime ses veren
olursa bir gün,” dizelerini kulağımıza fısıldayan O; biz(ler)e daima, “Saraylar
saltanatlar çöker/ kan susar birgün/ zulüm biter./ menekşelerde açılır
üstümüzde,” dizelerini anımsatır Adnan Yücel’in…