Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster


Vatikan imamları!


Açıklama:
Kategori: Köşe Yazarları
Eklenme Tarihi: 23 Kasım 2014
Geçerli Tarih: 04 Mayıs 2024, 07:28
Site: Görele Sol Platformu
URL: http://www.gorelesol.com/yazar.asp?yaziID=19741


VATİKAN İMAMLARI!

 

Çok kıymetli okurlarım! Bu yazımda sizlere,"Vatikan İmamı" isimli kitaptan bazı bölümler sunmak istiyorum. Bir Fransız Binbaşının el yazmalarından yola çıkılarak hazırlanmış ve (Akis Kitap, Gökhan Ulay) tarafından kaleme alınmış olan"Vatikan İmamı" isimli kitap, benim bir hayli dikkatimi çekti. Umuyorum ki okuyunca sizlerin de dikkatlerini çekecektir.  

Kitapta yazdığına göre olay 1877-1878 yıllarında geçmektedir. Yani 93 harbi çıkmadan hemen öncesi. Bu yıllarda ve daha önceki yıllarda, Türk Milleti'ni hedef alan uygulamalar hep olmuştur, olduğunu da tarih kitaplarından okuduk ve okuyoruz. Ancak, yabancı yıkım güçleri, bizlerin en hassas noktalarını bildiklerinden bu noktalar üzerinden bazı faaliyetler gerçekleştirmişlerdir. Bunun için de: Protestan Alman Prensliklerin de katılımıyla Cenevre Protestan  Akademisi''nde "Vatikan İmamları" isimli bir hafiye teşkilatı kurmuşlar. Bu teşkilatlarda yetiştirdikleri adamları müslüman din adamı kisvesiyle belirledikleri ülkelere gönderip, kimini İmam, kimini kuran kursu hocası, kimini bu kursları denetleyen sözde Şeyh, Mürit diye seçtikleri ülkelere gönderip, işbirlikçilerinde yardım ve destekleriyle oralarda görev almalarını sağlamışlar. İçlerimize kadar hatta köylerdeki camilere imam olarak kendilerini tayin ettirmeyi başaran bu adamlar, çok iyi Türkçe konuştukları, dinimiz islamı da çok iyi bildiklerinden hiç bir kimsenin de dikkatini çekmemiş, onlardan şüphe dahi edilmemiş, bırakın şüphe etmeyi küçücük çocukları bilmedikleri ve daha önce hiç görmedikleri din adamı kılıklı sözüm ona sahtekârlara din bilgisi almaları için teslim ederken araştırıp sorgulama ihtiyacı da duymamışlar. 

Vatikan'ın, islamiyeti ve Türkçeyi öğreterek Türkiye'ye gönderdiği imamların öğrettiği islamiyet, Hz. Muhammed S.A.V.'in getirdiği islamiyete benziyor mu benzemiyor mu takdirini sizlere bırakarak, ben sözlerime devam etmek istiyorum. İslam dinini bozmak ve yıkmak isteyen Vatikan Papazları, kendi yetiştirip eğittikleri din adamlarını (Misyoner) Türkiye'ye göndermeden önce, içimizdeki din cahillerinden de destek ve yardım görmeseler böyle bir planı uygulayabilirler miydi diye de ayrıca düşünülmesi gerekir değil mi? Adamlar kendilerinden o kadar emin olmalılar ki köylerimize kadar gelip medreseler açmışlar, açtıkları medreselerde islamı anlatmışlar, islam dinini öğretmişler! İslam Dini konusunda son derece duyarlı olan milletimiz, maalesef anlatılanların doğru mu, yanlış mı olduğuna bakmadan öğrendiklerine inanmışlar, bunlarla da amel etmişler. Cahil ve eğitimsiz olan insanlarımız, öğretilen islamı Vatikan papazlarının yetiştirdiği misyoner imamlar olduğunu fark edememişler, hiç de şüphelenip, "bu adamlar kimdir, neyin nesidir" diye araştırmaya bile gerek görmemişler, çocuklarını da buralara din öğrensinler diye göndermekte bir sakınca görmemişlerdir. Oysa müslümanların her konuda çok uyanık olmaları gerekmiyor mu, hele hele din konusunda daha da uyanık olmaları gerekmez mi? Neyse! Din kisvesi altında yapılan bazı konuşmalara, bazı vaazlara, hatta bazı yanlı ve taraflı vaazlara da kanmamaları gerekir, bu gibi adamların da her söylediklerine inanmamalıdırlar. 

 

Vatikan imamları, kendilerini Cami imamı, Şeyh, imam Efendi ve hatta Tekke Şeyh'i, Kur-an kursları denetçisi olarak tanıtıp, çevrede o şekilde anılmalarını da sağlamışlar. Saf ve temiz yürekli müslümanlar nerden bilsin bunların sahtekâr misyoner imamlar olduklarını? İslam dinini çok iyi ezberlemişler, dilimizi de çok düzgün konuşuyorlar, kendileri de halka karşı çok mutedeyn davranıp, onların bütün dini sorunlarıyla da ilgilendiklerinden müslüman halk bunlara inanmış ve güvenmişler. (Suudi Arabistan'da Vehhabi mezhebi butür imamlar yüzünden kurulmadı mı?) Camilerde namaz kıldırıp vaazlar veren sözüm ona bu sahtekârlar, Giresun halkına kendilerini Evliya gibi sevdirip saydırmışlar. Butür sahtekârlar, Türk Kurtuluş Savaşı yıllarında da ortaya çıkmışlar, kendilerini din alimi, tarikat Şeyh'i gibi tanıtıp müslümanları, "Kemalin askerlerine karşı savaşın" diye kışkırtmışlar, hatta "Padişah'tan emir gelmeden savaşmak caiz değildir"diye de alçakca propaganda yapmaktan çekinmemişlerdir. Tarih boyunca, İslama ve Müslamanlara en büyük kötülüğü butür din adamlarının yapmış olduğunu da unutmamak gerekir.


Dedik ya! bu olay 1877-1878 yıllarında meydana gelmiş diye. Hem de nerede meydana gelmiş biliyormusunuz? GİRESUN'da! Kitap, Fransız bir binbaşının hatıralarını anlatmaktadır. Kitapda adı geçen yer, Giresun Şebinkarahisar ile Sivas Suşehri arasında bulunan bir Tekke. Bu Tekkenin önemi ise: Özellikle Anadolu'nun doğusunda faaliyet gösteren grupların bölgede yirmi yıldır faaliyetlerini yürütmekte olduğu bir yerde olmasıdır. Yukarıda biraz bahsettiğim gibi, ölen Şeyhin yerine Tekke'nin başına Şeyh olarak geçen mürit, geçerken de, İslam dinini kabul etmiş. İslam dinini kabul ettikten sonra ise,müritlerine verdiği emirle, Vatikan İmamı olarak bölgede görev yapmakta olan diğer bazı imamları öldürterek onlara bir göz dağı vermeyi de ihmal etmemiş. Fakat bu Tarikat Şeyh'ini amaçlarına ihanet ettiğini, adamlarının öldürüldüğünü Akademi'ye rapor eden bölgedeki bir kısım ajan imamlar, Tarikat Şeyhinin öldürülmesi için, "Cenevre protestan Akademisi'nden yardım talep etmişler. Akademi de, yardım için bölgeyi avucunun içi gibi bilen, Türkiye'de beş yıldır askeri eğitmen olarak görev yapan Binbaşı'yı görevlendirmişler. Asıl adı "Arsene Frenort" olan binbaşı, Giresun Limanı'na siyah cüppeli olarak ayak basmış ve kendisini Ahmet Hoca olarak halka tanıttığı için de hiç kimsenin şüphesini çekmeden görevini yerine getirmek için emrindeki sivil giyimli bir grup askerlerle beraber Giresun sokaklarında gözden kaybolmuş...  

Tekkenin başına geçen Adıyamanlı'nın asıl adı: "Patrik Mülah." Ama herkes onu imam efendi diye çağırıyor! Hoca Efendinin asıl adı da: "Gerard Beure" ama onuda Hoca Efendi diye çağırıyorlar! Şeyh Efendinin asıl adı ise: "Antonio." Onuda Şeyh Efendi diye çağırıyorlar!


Teşkilat (Vatikan Papazları)  Her biri din adamı olabilecek kapasitede İslam öğrenimi görmüş ve gönderilecekleri ülkelerin dillerini kendi anadilleri gibi konuşabilecek seviyede dil eğitiminden geçirilmiş akademisyenlerden oluşan adamlardan seçiyorlarmış. Bu adamların amaçları ise: Ortaçağ'ın sapkın Katolik inançlarını ve geleneklerini halka aşılamak; böylelikle halkı inandığı dinden uzaklaştırıp başka arayışlar içine girmelerini sağlamakmış...Kitapda yazılanlara göre: Karadeniz kıyısında, Kerassun diye bir yerde merkez kuran üç kişi, akademi yönetimini memnun bırakmış. Ancak son yıllarda teşkilatın başına bir bela musallat olmuş! Bölgeye gönderilen ilk Vatikan İmamlarından biri, ölen Şeyhinin yerine tekkesinin başına geçmiş. Tekke'nin başına geçtikten sonra da bölgedeki üç lider ajana İslamiyeti benimsediğine dair haber yollamış ve onları da İslâm'a davet etmiş. Lider ajanlar da ona bu saçmalıkları bırakıp yoluna dönmesini söylediklerinde ise, elindeki bütün gücü Vatikan İmamlarını yok etmek için kullanacağı tehdidinde bulunmuş. "Adıyamanlı denen bu haydut"

Bu Hoca'ya Adıyamanlı denmesinin sebebi de, kitapta yazdığına göre, Adıyaman'dan Giresun'un Şebinkarahisar bölgesine göçme bir Şeyhin müridi... 


Ne olduysa bundan sonra olmuş. Son on yılda çeşitli kasaba ve köylerde görev yapan seksen dokuz misyoner öldürülmüş. Adıyamanlı müritlerin kurdukları pusuya düşerek hayatlarını kaybetmişler. İşte bu Adıyamanlı denen haydutu öldürtmek için Vatikan Papazları binbaşı'yı Giresun'a gönderme karırı alıyorlar. Binbaşı'yı Giresun'a göndermeden önce, Seyfioğlu mehmet adına Giresun'a bir mektup da gönderiyorlar. Mektubu gönderdikten sonra, Türkiye'ye oradan da Giresun'a, maiyetinde bulunan askerlerle birlikte Kümbet'e geçerek, kendisini de Çorum'dan el öpmek için gelen birisi olarak  tanıttıktan sonra Adıyamanlı İmam ile buluşup görüşüyor...Adıyamanlı İmam (Patrik Mülah) kendisini anlatırken: "Diyarbakır Medresesi'nde Kur-an okutuculuğu ve Arapça hocalığı yaptıktan sonra Sivas'taki "Buruciye Medresesi"ne tayin edildiğini, oradan da Tokat'da bir dergaha gönderildiğini, o gün bugün de dergahlardaki müritlerimizin ve cinci- muskacı hocalarımızın teftişinden sorumluyum" diyerek sözlerini sürdürür... Binbaşı, Adıyamanlı ile konuştuktan sonra onun suçlu olup olmadığı şüphesine kapılmasına rağmen, aldığı emir gereği onu pusuya düşürerek öldürür.


Öldürdükten sonra da Giresun'a gelir ve Hoca Efendi ile buluşur, (Gerard Beure) fakat Adıyamanlı'yı öldürdüğünü ne Hocaya ne de başkasına söyler.İkisi beraberce Sokakbaşı'ndan aşağıya yürüyerek Hacı Hüsrev Mahallesi'ne bağlayan Kapukahve Sokağı'ndaki eve gelirler...Hoca Efendi, Binbaşı'ya: "Siz İstanbul'da Osmanlıların asker yönünü gözlemlediniz. Bizim ilgi ve uzmanlık alanımız ise onların manevi dünyaları, kendimizi dolaylı olarak ALLAH'ın vekilleri sıfatıyla kabul ettirdiğimiz din ehli kişiler olduğumuzu, onların bilinç altlarına yerleştiririz. Vakit namazlarını, camilere kendilerinin atadığı Misyoner İmamların arkasında kılmaktan da geri kalmazlar" Ayrıca, Cami kapılarında yardım adı altında paralar toplanmasını, mahallelere cami ve Mescid yapılmasını, bunun içinde halktan yardım toplanmasını organize ettiklerini söyler. 


Sonra Binbaşı, bu Vatikan imamlarının gerçek niyetlerini öğrenmiş. Gerçek niyetleri ise, bölgede bir Rum Pontus devleti kurulması için ön hazırlık yapmak, kendilerinin Kur-an kurslarında okuttukları öğrencileri bu doğrultuda kullanmak...Bunları öğrenen Binbaşı, Vatikan İmamlarına tuzak kurarak teker teker öldürür. Öldürmesinin sebebi de, Fransa bölgede bir Pontus devletinin kurulmasını istemediği, Fransa bölgeyi işgal ederek, aynen Fas-Cezayir de yaptıkları gibi bir devlet kurmak istemesidir. Hem bu amaca hizmet hem de Vatikan İmamları'nın kendi çıkarlarını ön planda tutmalarının sebebini öğrenmek için Giresun'a gönderilen Fransız Binbaşı, daha sonra Giresun'dan ayrılarak Fransa'ya döner. Binbaşının Fransa'ya dönmesinden yirmi gün sonra da 93 harbi patlak verir. Doksan üç Harbi'nin başlamasının ardından kendisine gelen İstanbul Büyükelçiliği görevini kabul eder ve İstanbul'a yerleşir. On yıla yakın bir süre bu görevi ifa ettikten sonra emekli olan Binbaşı, anılarını bir kitap haline getirmek üzereyken, Paris'deki evine gelen postacı kılığına girmiş olan ajanın eline tutuşturduğu bombalı paketle öldürülerek anılarının kitaphaline getirilmesini önlemiş olurlar.


Kitapta çok ilginç olaylar ve gelişmeler var. Ancak ben buraya bir kısmını almayı uygun gördüm. Saygılarımla...Takdir sizlerin.


Kurtuluş yıllarında işbirlikçiler/ A. Nedim Çakmak


Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster