Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster
Açıklama:
Kategori: Köşe Yazarları
Eklenme Tarihi: 09 Ekim 2014
Geçerli Tarih: 02 Mayıs 2024, 04:27
Site: Görele Sol Platformu
URL: http://www.gorelesol.com/yazar.asp?yaziID=19365
ABD taşeronluğu mu?
Geçenlerde Orta Doğu sorunlarının tartışıldığı bir açık
oturumda, izleyicilerden biri sordu: “Suriye’ye karşı ABD’nin taşeronluğunu mu
yapıyoruz?” Bu soru bir panelistin hoşuna gitmedi; “taşeron” gibi sözcüklerin
rastgele kullanılmasını eleştirdi; çok sayıda dış politika hatasına rağmen TC
hükümetinin böyle küçültücü bir rolü üstlenemeyeceğini ileri sürdü.
Ben de aynı günlerde, Suriye’de Türkiye’ye roller biçen iki
Amerikalı’nın görüşleriyle karşılaştım. Bunları okurlarımla paylaşmak
istiyorum.
Birinci Amerikalı’nın adı Emile Nakhleh. Uzun yıllar CIA’da
çalışmış; 2006’da Siyasî İslâm Bürosu’nun şefi olarak bu örgütten emekliye
ayrılmış. 23 Şubat’ta Financial Times’ta “Suriye’ye Müdahale Zaman Meselesidir”
başlıklı bir yazısı çıktı. Yazı bir saptamayla başlıyor: “Batı’nın Beşar Esad
rejiminin son bulması için Suriye muhalefetine yardım etme zamanı
gelmiştir;…ancak 2011’deki Libya müdahalesini takrarlama eğilimi bugün yoktur.”
Bu durumda ne yapmalı? CIA emeklisi şunları öneriyor:
“Rejimden kaçan askerî personel ve muhalefet için bir sığınma bölgesi
oluşturulmalı; bölgeye yiyecek, su, tıbbî ve teknik malzeme akımı
sağlanmalıdır. Bölge Türkiye’ye bitişik olacağı için, oluşturulup
desteklenmesinde Ankara kritik bir rol üstlenmelidir.”
Nakhleh devam ediyor: “Suriye güçleri sığınma bölgesine
tecavüz ederlerse, Batı, daha etkili bir direnmeyi sağlamak üzere muhalefeti
silahlandırmalı; başarısızlık halinde, ‘kurtarılmış’ bölgeden başlayarak, belli
sayıda askeri araziye yollamalıdır.”
CIA emeklisi, müdahalenin ilk adımlarında Türkiye’ye “kritik
bir rol” önermektedir; ama, “işgal” söz konusu olduğunda sorumluluğu genel
olarak “Batı’ya” vermektedir. Türkiye’ye önemli görevler düşmesi doğaldır;
ancak burada “taşeronluk” değil; Türkiye’nin Libya’dakinden çok daha ön planda
rol üstleneceği ortaklaşa bir askerî operasyon önerilmektedir.
***
Bush dönemi CIA’sından emekli Nakhleh’in bugünkü ABD
politikasını doğrudan etkilemesi pek düşünülemez. Peki, Obama yönetiminin tavrı
nedir? Hillary Clinton, bir yandan Suriye’de rejim değişikliğini ısrarla
istemektedir; bir yandan da ABD’nin Libya türü bir askerî müdahaleye (en
azından şimdilik) kalkışmayacağını söylemektedir. Bu çerçeve içinde Türkiye
için düşünülen bir rol var mıdır?
Obama-Erdoğan görüşmelerinin içeriğini elbette bilemiyoruz.
Ancak, önemli bir ipucu var: 2009-2011’de ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Politika
Planlama Bölümü’nün başkanlığını yapmış olan Anne-Marie Slaughter’ın
“Türkiye’nin Sınavı” başlıklı bir yazısından (Project Syndicate, 13 Şubat 2012)
söz ediyorum.
Bayan Slaughter bir uluslararası ilişkiler profesörüdür;
ancak, ABD hükümetleriyle de içli-dışlıdır. Geçen yıl Dışişleri Bakanlığı’ndaki
görevinden ayrılıp Princeton Üniversitesi’ne geçmiştir, ama aynı bakanlığa
(yani Bayan Clinton’a) danışmanlık yapmayı da sürdürmektedir. Yazının Obama
yönetiminin en azından yarı-resmî görüşlerini içerdiğini bu nedenle düşünebiliyoruz.
Yazı, esasen, üst perdeden akıl veren yetkili bir
siyasetçinin üslubuyla kaleme alınmıştır. Seçerek, kırparak aktaralım:
“Büyük güç olma hevesine kapılan devletler, bunun
gerektirdiği yükleri de kabul etmelidir. Gücün kaynağında sadece büyüklük,
stratejik konum, güçlü bir ekonomi, becerili diplomasi ve askerî kapasite
yoktur. Harekete geçme iradesi de gereklidir. Bu demektir ki, gerçek liderlik,
bazı çevrelerin hiç hoşuna gitmeyen kararları alma ve uygulama cesaretini
gerektirir. Türkiye’nin uluslararası yıldızı son zamanlarda yükselmiştir.
Başbakan Erdoğan, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’nın pek çok ülkesinde
yüceltilmiştir. Dışişleri Bakanı Davutoğlu, artan etkili bir gücü temsil ederek
dünyayı dolaşmaktadır. Bugünlerde Suriye’de kıyım sürerken Türkiye’nin bölgesel
ve küresel ihtirasları kritik bir sınavdan geçmektedir. Daha Kasım’da bir
tampon bölge oluşturulması görüşünü ortaya atan Davutoğlu, Rusya ve Çin’in
vetosundan sonra [Suriye için] bir konferans örgütlenmesini öneriyor. Hâlâ mı
konferans? Türkiye devamlı olarak konuşmayı önermekte ve gerçekten fark
yaratacak önlemleri almayı hep ertelemektedir.”
“Yağ çekme ve fırçalama” ögelerini birleştiren bu küstah
ifadeler, Türkiye’den beklenen eylemlerle bütünleşmektedir: “Türkiye, yerel
eşgüdüm komiteleriyle sıkı işbirliği kurmalı; Suriye’nin Kuzey Doğu sınırında
Özgür Suriye Ordusu’nun (ÖSO’nun) saldırıya yasak bölgeler oluşturmasını
lojistik, istihbarat, silah, eğitim, iletişim hatta uçak desteği ile sağlamalı;
ÖSO’ya [verilecek]… uçaksavarlar ve tanksavarlar sayesinde Suriye ordusunun
bazı bölgelere girişi böylece önlenmelidir. Bu strateji başarısız olursa,
Türkiye ve Arap Birliği devletleri, kara kuvetlerini Suriye’ye yollamayı
(NATO’nun lojistik ve iletişim desteğini alarak) düşünmelidirler.”
***
Dikkat ediniz: Bayan Clinton’un danışmanının, Suriye’ye
müdahale önerisi hemen hemen tamamen Türkiye’ye dönüktür. “Arap Birliği” askerlerinin,
Suriye’nin Kuzey Doğu sınırına “taşınması” hayalîdir. (Slaughter’in yazısından
sonra Arap Birliği Başkanlığı Irak’a geçmiştir. Suudi’lerin ve Katar’ın “rejim
değişikliği” talebi rafa kaldırılmıştır ve bunu içermeyen Annan Planı
benimsenmiştir.) Önce hava, sonra kara harekâtı tamamen TSK tarafından
üstlenilecek; NATO, “lojistik ve iletişim desteği” dışında elini taşın altına
sokmayacaktır.
Slaughter’in Türkiye’ye biçtiği rol, taşeronluk değilse
nedir? Elbette taşeronun kazançları da gözetilir; pazarlıkla belirlenir; ancak
(sendikasız, sigortasız, güvencesiz işçi çalıştırmak gibi) kirli işleri
üstlenmek şartıyla…
Slaughter yazısında, kendince başarılı insanî emperyalizm
örnekleri vererek, “Suriye’deki kirli, kanlı işi” Türkiye’ye pazarlamaya
çalışıyor: Bosna, Kosova, Sierra Leone, Doğu Timor, Haiti, Fildişi Sahili…
Liste, ABD, Britanya, Avustralya, Brezilya, Fransa birliklerinin “burunları
(hemen hemen) kanamadan” yaptıkları müdahalelerden oluşuyor. Clinton’un
danışmanı, nedense, Irak, Afganistan ve Libya’dan söz etmiyor. Suriye için
Türkiye’ye önerilen askerî müdahale ise, bu sonuncuların benzeridir.
Şubat’ta yayımlanan bu “yarı-resmî” yazı, ABD yönetiminin
bugünkü eğilimlerini ne derecede yansıtmaktadır? “Taşeronluk” hâlâ gündemde
midir? Bedeli müzakere edilmekte midir? Bizimkiler ikna edilmiş midir?
Bilemiyoruz.
Sadece ve sadece Türkiye’nin bu türden kanlı ve kirli bir
maceraya karışmasına karşı çıkmamız gerektiğini biliyoruz; o kadar…