Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster


12 Eylül düzen(iniz)dir!


Açıklama:
Kategori: Köşe Yazarları
Eklenme Tarihi: 02 Ekim 2014
Geçerli Tarih: 27 Nisan 2024, 16:57
Site: Görele Sol Platformu
URL: http://www.gorelesol.com/yazar.asp?yaziID=19290


12 EYLÜL DÜZEN(İNİZ)DİR![*]

TEMEL DEMİRER

“Tarih uyanmak için

uğraştığım bir kâbustur.”[1]

12 Eylül’ün kaçıncı sene-i devriyesindeyiz? Bunun bir önemi yok! Aslolan, kara Eylül’ün “müesses nizam” açısından hâlâ yaşamakta, yaşatılmakta olduğudur!

“Eylül” deyip geçmeyin; “bitti” falan demeyin…

Eylül bir söylentiye göre “kara güneş”in ayıdır. Kara güneş, Fransız şair Nerval’in kullandığı bir mecaz. Şarkının “bazen neş’e bazen keder” dediği gibi bir şey. Melankoli, depresif olma hâli ya da “Winter is coming/ Kış geliyor” dedirten…

Eylül eskilerin deyimiyle bir “hülasa” yani, “döküm”, “değerlendirme” ayıdır; Yahya Kemal’in, “Günler kısaldı. Kanlıca’nın ihtiyarları/ Bir bir hatırlamakta geçen sonbaharları/.../ Yalnız bu semti sevmek için ömrümüz kısa.../ Yazlar yavaşça bitmese günler kısalmasa,” dizelerindeki gibi…

Kolay mı? ‘Yeni Türkü’ grubunun ‘Güneş altında tutsaklar/ Geçen sonbahara bakıyorlar’ sözleriyle özetlediği Mamak Zindanı’nın adı 12 Eylül’de Türkiye siyasi tarihine sistematik işkenceyle kazınmıştı.

İşte oraya sekiz yıl boyunca her hafta gidip gelen ve gördüğü şiddete, baskıya rağmen mücadelesini sürdürürken bir oğlu zindanda, diğeri de arananlar listesinde olan ve yaşadıklarını ‘Onca Çileden Sonra’[2] başlıklı yapıtında toplayan Perihan Akçam, “Ne değişti o günden bugüne?” sorusunu, “Bugünkü durumumuz 12 Eylül’ün devamı,” diye yanıtlamakta haksız değildir…

Evet, evet kara Eylül sürmektedir; “yargılandı” yaygaralarına rağmen, hâlâ gündemdedir…

Darbeci Kenan Evren’in, Tahsin Şahinkaya’nın tavırlarını veya Ayten Gökçer’in, “Asker yanlış bir şey yapmaz,” vurgusuyla 12 Eylül’ü savunup, “12 Eylül darbesi çok da kötü olmamıştır… Can güvenliği yoktu. Darbe olmasına üzülmedim… Dünyada en kansız müdahaleler bizdedir. 1-2 kişi gittiyse şükretmek lazım,”[3] demesini hatırlamak yetmez mi?

Tekrarlamakta fayda görüyorum: “Eylül” deyip geçmeyin; “bitti” falan demeyin ve Zeynep Oral’ın, “Sahi sizce 12 Eylül en çok neye, kime, kimlere yaradı?” sorusunun yanıtını arayın…

ASLÎ SORU(N): 12 EYLÜL NEYDİ?

Hasan Fehmi Güneş’in, “Amaç solun kökünü kazımaktı” notunu düştüğü 12 Eylül sıradan bir askeri darbe değildi: Günün Soğuk Savaş şartlarında, NATO’nun bir “cephe ülkesi” olan Türkiye’nin, bir şok tedavisinden geçirilip yeni bir kalıba dökülmesini, yeni bir kimliğe sokulmasını amaçlayan büyük bir harekâttı.

Başta anayasa olmak üzere, çeşitli hukuki, siyasi, ideolojik ve kültürel düzenlemeler sonucunda gerçekten de “yeni” bir Türkiye yaratıldı. Bu, artık “Türk-İslâm sentezi” üzerinde yükselen bir Türkiye idi. Kenan Evren’in yıllarca meydan meydan dolaşarak, müftü çocuğu olduğunu söyleyip Kur’an’dan ayetler okuyarak yarattığı kendi suretinde bir Türkiye...

Daha sonra, 90’lı yıllarda “İslâmcı” Refah Partisi’nin iktidara gelmesi 12 Eylül’ün sonucu, 12 Eylül’ün ürünüdür. 90’lı yılların sonlarında kendi yarattıklarını iktidardan uzaklaştırmak adına yapılan 28 Şubat postmodern darbesi ise aslında 12 Eylül’ün başka bir versiyonu, farklı bir şekilde devamıdır ve AKP’nin zuhur etmesinin koşullarını yaratmıştır. Bugün ülke gayet özel, orijinal bir Türk-İslâm sentezi olan AKP iktidarı altındayken, Tayyip Erdoğan da kendi suretinde bir Türkiye yaratmaya soyunmuştur.

Bu bağlamda AKP’nin neo-liberal politikalarından “Günümüzün yürürlükteki yağma yasaları 12 Eylül 1980 darbesinin ürünüdür,” Oktay Ekinci’nin işaret ettiği üzere…

Şimdi, aslî soru(n) üzerine bir parantez açmak gerekiyor…

Evet 12 Eylül darbesi, Türkiye’nin toplumsal yapısını köklü biçimde değiştiren son derece kanlı bir müdahaledir. Ama bu müdahale sadece bugün fail olarak gösterilen TSK’nın en üstündeki 5-10 üst rütbeli askerin inisiyatifinde gerçekleşmemiştir. 12 Eylül darbesi uluslararası sermayeyi temsil eden kurum (DB, IMF gibi) ve ülke (ABD gibi) yönetimlerinin de desteğiyle Türkiye sermaye sınıfının emekçi sınıflar üzerinde mutlak tahakkümünü sağlamak üzere gerçekleştirilmiştir. Türkiye’deki sermaye çevreleri de (TİSK, TÜSİAD gibi) darbeyi teşvik etmiş, desteklemiş ve hatta yönlendirmişlerdir.

12 Eylül darbesinin gerçek amacı, Türkiye’nin küresel kapitalizme entegrasyonunu sağlamaktır. Bu sürecin teknik mimarı 24 Ocak 1980 kararlarının hazırlayıcısı Turgut Özal’dır. Özal 12 Eylül darbesine kadar MSP’den milletvekili adayı olmuş, MESS başkanlığı, Sabancı Holding’de yöneticilik, Dünya Bankası’nda uzmanlık ve Başbakanlık Müsteşarlığı yapmıştır. 12 Eylül darbesiyle birlikte işçi sınıfı baskı altına alınarak 24 Ocak kararlarının uygulanma koşulları fiilen oluşturulmuş ve ekonomi yönetiminin başına da darbe hükümetinin başbakan yardımcısı olarak Turgut Özal getirilmiştir. 1983 seçimleriyle birlikte geçilen “sözde” demokrasi sürecinde de Özal, kurduğu ANAP’ın başında, Başbakanlık koltuğuna oturmuş ve 1989’da başlayan işçi hareketleriyle birilikte iktidarının sallanması üzerine kendisini Cumhurbaşkanlığı koltuğuna atmıştır. Ancak Cumhurbaşkanlığı da Özal’ı işçilerin dilinden kurtaramamıştır. İşçilerin “Çankaya’nın şişmanı işçi düşmanı” sloganıyla sık sık yad ettikleri Özal, 1993’de ölmüştür.

Özal’ın ardından Tansu Çiller, sonra da Tayyip Erdoğan, Özal’ın mirasını devralacak ve Türkiye’nin küresel kapitalizme entegrasyon sürecini devam ettirecektir. Entegrasyon sadece uygulanan ekonomik politikalara yansımamıştır. Emekçi sınıfların sosyal haklarının ortadan kaldırılması ve yoksullaştırılması anlamına gelen entegrasyon sürecinde muhalefete meyil edebilecek tüm toplum kesimleri (emekçiler, Kürtler, öğrenciler, Alevîler vs.) üzerinde de 12 Eylül anlayışıyla baskıya devam edilmiştir.

Bugün bu ülkenin çocukları “kazayla” bombalanmakta; her ay ortalama 55-60 işçi “kazayla” iş cinayetlerine kurban edilmektedir. “Parasız üniversite” talebini dile getiren öğrenciler; yazılmış ya da yazılmamış kitaplar veya haberler nedeniyle gazeteciler; toplumu bilgilendirme görevini yerine getirdiği için akademisyenler; güvenceli bir iş isteyen işçiler yargılanmakta ve/veya aylarca, yıllarca cezaevlerinde tutulmaktadır. Eğitim, sağlık, sosyal güvenlik hak olmaktan çıkarılmış; günde 2-3 simit karşılığı ücrete iş bulan şanslı sayılır hâle gelmiştir. Tüm bunların anlamı 12 Eylül darbe koşullarının devam ettiğidir.

Sakın ola kimse “es” geçmesin!

24 Ocak Kararları ülkemizde neo-liberal politikaların uygulanışının miladıdır. 24 Ocak Kararları ile ülkenin tüm kaynaklarının ulusal/ uluslararası tekellere peşkeş çekilmesi, reel ücretlerin eritilmesi, kamu işletmelerinin özelleştirilmesi, finansal liberalizasyona geçiş, sosyal hakların tırpanlanması, kamu mallarının piyasada fiyatlanması, parasız eğitim-sağlık haklarının gaspı gibi birçok hedef belirlenmiştir. Elbette bu hedeflerin başarıya(!) ulaşması zaman almıştır. Ancak, 24 Ocak Kararlarında açıklanan hedeflerin hayata geçirilmesi hükümetlerin temel hedefi olmuştur. O tarihten itibaren kurulan tek parti veya koalisyon hükümetlerinin tamamı bu âli menfaatleri(!) önüne hedef olarak koymuştur.

Özetle: “24 Ocak kararları”yla neo-liberalizmin demir yasaları yürürlüğe konulmuştu. 12 Eylül’ü her boyutuyla tartışabilmek için 24 Ocak (1980) gününden başlamak gerekir…

Özetin özeti: 12 Eylül askeri darbesi 24 Ocak 1980’de alınan kararları yaşama geçirmek için yapılmış bir darbedir. En azından 24 Ocak kararlarını destekleyen TÜSİAD Üyesi Rahmi Koç, Odalar Birliği Başkanı İbrahim Bodur gibi ünlü iş adamları gazetelere 24 Ocak kararlarının yıldönümü vesilesiyle vermiş oldukları demeçlerinde 12 Eylül darbesi olmasaydı 24 Ocak kararlarının yaşama geçirilemeyeceğini açık açık dile getirmişlerdir…

Kenan Evren, 7 Ocak 1991 tarihinde yaptığı bir açıklamada, “Eğer 24 Ocak kararları denen kararların arkasından 12 Eylül dönemi gelmemiş olsaydı, o tedbirlerin fiyasko ile sonuçlanacağından hiç şüphem yoktu. Böyle sıkı bir askeri rejim sayesinde o tedbirler meyvesini vermiştir,” demişti.[4]

Tekelci kapitalizmin karşı-devrimi olarak 12 Eylül’ün ABD emperyalizme doğrudan ilintili olmaması mümkün değildi; Murat Yetkin’in, “12 Eylül’ün dış boyutu, tam açıklığa kavuşmayan bir ‘Bizim çocuklar yaptı’ lafıyla ABD’ye yapılan atıf dışında yeterince tahlil edilmiş değil,” hezeyanına karşın!

Örneğin Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya’nın yargılandığı 12 Eylül davasına yollanan MİT’in 12 Eylül 1980 tarihli istihbarat raporunda ABD’nin darbedeki rolüne ilişkin belgede, istihbaratın “Ait olduğu memleket” bölümüne “Türkiye-ABD”; “konu” kısmına ise “ABD Büyükelçiliği’nin faaliyetleri” yazılıyken; istihbarat notunda, “Haberin alındığı tarih ve vakanın oluş tarihi” olarak da “12 Eylül 1980” ibaresi düşülmüştü![5]

Evet, Milli İstihbarat Teşkilâtı’nın (MİT) belgesine göre, ABD’de “Bizim çocuklar işi bitirdi” olarak duyurulan darbenin gerçekleşeceği, Türkiye’deki büyükelçilikte iki gün önceden biliniyordu.

MİT’in 12 Eylül davasında mahkemeye gönderdiği bir belge, 32 yıldır yanıtı aranan bir soruya açıklık getirdi. “12 Eylül 1980” tarihli MİT belgesinde, ABD’nin Ankara Büyükelçiliği’ndeki bütün personelin 11 Eylül 1980 gecesi saat 23.30’dan itibaren büyükelçilikte toplandığı belirtilerek “Büyükelçilikte çalışan bir mahalli personel, 12 Eylül 1980 sabahı yaptığı görüşmede, elçilik mensuplarının askeri müdahale olacağını 2 gün önceden bildiklerini beyan etmiştir,” deniliyordu.[6]

Ha bir şey daha: “Liberal”, “demokrasi havarisi” olarak sunulmaya kalkışılan ve AKP için önemli siyasi referans olan Turgut Özal da, “12 Eylül darbecileriyle işbirliği yapmıştı”![7]

Makalenin devamını okumak için tıklayınız

http://gomanweb.org/index.php/tum-haberler/232-manset-haberleri/12380-temel-demirer-12-eyluel-duezen-iniz-dir


Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster