Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster


Kıvılcım,1 Mayıs ve Yangın


Açıklama:
Kategori: Köşe Yazarları
Eklenme Tarihi: 25 Nisan 2014
Geçerli Tarih: 02 Mayıs 2024, 08:18
Site: Görele Sol Platformu
URL: http://www.gorelesol.com/yazar.asp?yaziID=17631


Kıvılcım,1 Mayıs ve yangın (İstemi Alp Köse)

2013 Haziran Direnişi sonrası Türkiye’de hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını, 33 yıl sonra ayağa kalkan bir halkın var olduğunu ve bunun “yangına dönüşebilecek bir kıvılcım” olduğunu çok söyledik. Haziran kitlesinin sınıfsal çözümlemesini yaptığımızda örgütsüz ve sınıf bilinciyle hareket etmeyen kent emekçilerinin var olduğunu gördük. AKP’de cisimleşen sermaye düzeninin karşısında olan, yurtsever, aydınlanmacı, eşitlikçi ve özgürlükçü bir toplamın varlığından ve bu toplamın beklentilerinin ancak sosyalizmde yaşam bulabileceğinden söz ettik. Bu süreç içerisinde sosyalizm daha açık bir biçimde konuşulmaya başlandı. Özellikle “Gezi Komünü” olarak niteleyebileceğiz deneyimi yaşayan ve çoğunluğu hayatında ilk kez bir eyleme gelen aydınlanmacı yurtseverler, sosyalizm olgusuyla belki yeni tanıştı, belki de ilk defa sosyalist pratiğe tanık oldular. Metaforik bir anlatımla, üzerinde “Sosyalist Türkiye” yazan pankartın arkasında “uygun-adım” yürümeye başladılar. Günümüzün akıl dolu kentli emekçileri, kadınları, gençleri, öğrencileri ve aydınları bu pankartı bırakmamak üzere sahiplenirken, “eski solcu(!)”lar ise “İyi güzel diyorsunuz da Türkiye’ye sosyalizm gelmez.” ezberine sığınmaktan öteye gidemediler beklendiği gibi. Bir bakıma doğru denilebilir, çünkü sosyalizmi bir yerden getirmeyeceğiz; sosyalizm dediğimiz yapıyı kuracağız, örgütlülüğümüzle, ortak akıl ve emekle planlayıp inşa edeceğiz.

Kimi zaman bir durumu açıklamaya çalışmak yerine doğru soruyu sormak daha anlamlı olabilmektedir. Bu noktada da öncelikle şu soruyu sormamız gerekmektedir: “Sosyalist Türkiye nasıl kurulur?”

Suç örgütü AKP’nin, Türkiye’yi yönetme yetkinliğinin ve meşruluğunun (tanınırlığının) olmadığını uzun zamandır söylüyoruz. AKP’nin tüm yönetici kadrosunun; iktidarı kaybettiklerinde; 1.çıkar amaçlı suç örgütü kurmaktan, 2.savaş suçlusu olmaktan, 3.insanlık suçlusu olmaktan dolayı bu halka hesap vereceğini biliyoruz. Yargılanmamak için AKP’nin ölümüne saldıracağını, iktidarda kalmak için her türlü hile-hurdayı, yolsuzluğu yapacaklarını zaten biliyorduk. Son tahlilde öyle de oldu; 30 Mart Seçimleri’nin ardından hiçbir biçimde yanılmadığımızı, AKP’nin daha da saldırganlaştığını şu günlerde görüyoruz. 21 Nisan tarihli soL gazetesinin kapağında olduğu gibi “kitaba ve ekmeğe gözaltı”ların yaşandığı; e-bilet uygulamasıyla taraftarların fişlendiği, sendika ve meslek örgütleri temsilcilerine daha 1 Mayıs gelmeden polisin saldırdığı bir ortamda Sosyalist Türkiye’nin “demokrasi”yle kurulamayacağını görüyoruz. Demokrasi, Cumhuriyet filan yok artık Türkiye’de, bitti, gitti, unutun… Bu durumda verebileceğimiz bir tek yanıt kalıyor geriye: “Sosyalist Türkiye, Devrim ile kurulacak.”

“Devrim”in ne olduğuna gelince, sözlük anlamıyla şu karşılığı verebiliriz: “Yerleşik toplumsal düzeni değiştirme ve yeniden biçimlendirme; yavaş bir gelişme olan evrime karşıt olarak, toplumsal yaşayışta ve siyasal durumda birdenbire gerçekleştirilen, köklü ve temelli bir değişme.” Ben ise bir komünist olarak Türkiye’de Devrim’i, “Sosyalist İktidar’ı kurmak” olarak nitelendiriyorum. Bu tanımları formülize edip yerine koyduğumuzda ise şu sonucu görüyoruz: “Sosyalist Türkiye, Sosyalist İktidar ile kurulacak.”

Sosyalist İktidar’a giden yolda eldeki verilerle harekete geçmek gerekiyor. Ortada toplumsal meşruluğu olmayan bir hükümetin bulunduğunu, var olan Meclis’in bir bütün olarak Türkiye İşçi Sınıfı’nı yani sermaye-emek çelişkisi içerisinde yer alan bütün işçi ve emekçileri hiçbir biçimde temsil etmediğini biliyoruz. Suç örgütü AKP’nin her fırsatta tüm gücüyle saldıracağını, dar bölge seçim sistemiyle de Sermaye Meclisi’ndeki işgalini yaygınlaştıracağı, olağanüstü yetkilerle donatılmış İstihbarat Teşkilatı’nın ise, AKP’nin her türlü kirli işini yapabileceği görülüyor. Böylesine bir ortamda ise yalnızca sermaye sahibi bir avuç azınlığı temsil eden, halkın temsilcilerinin yer almadığı meclisin de bir hükmü ve bağlayıcılığı kalmıyor. İşte bu noktada halkın kendi meclisinde Sosyalist İktidar’ı kurması ve bunun için örgütlenmesi gerekiyor. Haziran Direnişi sonrasında halkın doğrudan ve katılımcı demokrasi pratiğiyle tüm Türkiye’de var ettiği “taban örgütlenmesi olarak forum dinamiği”ni ele aldığımızda ise, aşağıdan yukarıya bir örgütlenme eğiliminden söz edebiliyoruz. Her ne kadar CHP-Cemaat ittifakı statükocu yapısından dolayı halkın eylemselliğini ve dolayısıyla forum hareketini sönümlemiş olsa da, böyle bir deneyim yaşandı ve bilinçlere yerleşti. 2013 sonunda ise çok sayıda aydının çağrısıyla, aradığımız yanıt olan “halk meclisi” niteliğine sahip “Sol Cephe”nin temelleri atıldı.

Herhangi bir partinin örgütlenmesi veya partiler ittifakı olmayan Sol Cephe; Türkiye İşçi Sınıfı’nın sahiplendiği yurtsever, aydınlanmacı, eşitlikçi ve özgürlükçü ilkelere sahip bütün yurttaşları birey olarak kapsıyor. Bu kavramların ne anlama geldikleri çok açık. İşte bu noktada Sol Cephe’nin; Türkiye’nin bütün yerelliklerinde örgütlenerek, delegasyon sistemiyle toplanacak Sol Cephe Türkiye Meclisi’ni ve bu meclis içerisinde Sosyalist İktidar’ı kurması gerekiyor. “Yarını bugünden kurmak” biçiminde de yorumlayabileceğimiz Sol Cephe, halkın tanınır olan tek meclisi olacağından, suç örgütü AKP’nin işgal ettiği Sermaye Meclisi’nin ve aldığı kararların da hiçbir hükmü kalmayacak.

Lenin’in Şubat Devrimi sonrasında yazdığı Nisan Tezleri’nde “Geçici Hükümet”le ilişkiyi reddederek ifşaata başlaması ve halk örgütlenmesi olan Sovyetleri göstererek ortaya attığı “bütün iktidar Sovyetlere” söyleminde olduğu gibi, bütün iktidarı Sol Cephe almalıdır.

Türkiye’de işçi ve emekçilerin yeterli örgütlenmeye sahip olmadıkları doğrudur ancak sınıf bilinciyle hareket etmediği doğru değildir. Sınıf bilinciyle hareket edilmekte ancak örgütlenmenin kitleselleşememesinden dolayı İşçi Sınıfı, yeterince etkin olamamakta, böylesine bir ortamda 1 Mayıs yaklaşmaktadır. 1917 Şubatı’ndan Ekim’e kadar geçen sürede Bolşevik Parti ve Sovyetlerin hızla örgütlendiğini biliyoruz. Birkaç gün sonra, Türkiye İşçi Sınıfı’nın “artık yeter!” diyeceği, suç örgütü AKP’nin aşırı dozda saldırganlaşacağı, pek çok olayın çıkacağı ve aynı zamanda “Haziran Kıvılcımı sonrasında ilk” olacak bir 1 Mayıs yaşayacağız.

Türkiye’de kapitalizm artık dikiş tutmuyor ve AKP saldırmaktan başka bir şey yapamayacak. Akıldan ve stratejiden yoksun olan suç örgütünün 1 Mayıs’ta alanlara çıkmak isteyen kitleleri bastırmaya çalışacağını, polisin ve olağanüstü yetkilere sahip İstihbarat Teşkilatı’nın olayları “körükleyeceğini” öngörebiliyoruz.

Hepsinden daha önemlisi, bir kıvılcım körüklendiğinde yangın çıkacağını biliyoruz.

Aylardan Nisan. Bütün İktidar Sol Cephe’ye!

*****

Sol Cephe: 1 Mayıs'ta alanlara, AKP'den hesap sormaya..

Sol Cephe yaklaşan 1 Mayıs'a çağrı yaptı. 1 Mayıs'ta alanlara, AKP'den hesap sormaya başlıklı açıklamada İstanbul'da 1 Mayıs alanının Taksim olduğu belirtildi.

Sol Cephe yaklaşan 1 Mayıs'a çağrı yaptı. 1 Mayıs'ta alanlara, AKP'den hesap sormaya başlıklı açıklamada İstanbul'da 1 Mayıs alanının Taksim olduğu belirtildi. Çağrıda ayrıca Sol Cephe'nin ülke sathında katılacağı, yerel mitinglerin en güçlü olacak sayılara ulaşmak kaygısı ile planlanması gerektiği dile getirildi.

Sol Cephe'nin açıklaması şu şekilde:

1 Mayıs'ta alanlara, AKP’den hesap sormaya

Yerel seçimlerin ardından 1 Mayıs'a gidiyoruz. Yakın tarihin en şaibeli seçimi olan 30 Mart'tan birinci parti olarak çıkmak AKP açısından zafer değildir. AKP gayrimeşru bir yapıdır. Cinayetten hırsızlığa, katliamdan savaş kışkırtıcılığına, rüşvetten anayasa ihlaline kadar sayısız suçun sorumlusudur.

1 Mayıs'ta AKP'nin suratına suçları haykırılmalıdır.

AKP suçlarının ve ülkeyi bir krizin içine yuvarlamış olmasının kaynağı, bu partinin Türkiye'ye biçmek istediği giysidir. Türkiye en azından geçtiğimiz Haziran'dan bu yana, yobazlığı, sömürüyü, aşağılanmayı, kadın düşmanlığını, diktatörlüğü, emperyalizme hizmeti reddetmektedir.

1 Mayıs'ta AKP'ye “bu daha başlangıç, mücadeleye devam” denecektir.

AKP zafer kazanmadığı için, halktan korktuğu için Taksim tartışmasını bir saplantıya dönüştürmüş bulunuyor. Başbakanın meydan okumaları karşısında İstanbul kutlamalarının merkezi kuşkusuz Taksim 1 Mayıs alanı olmalıdır. Sol Cephe İstanbullu emekçilere ve yakın kentlerde yaşayan halkımıza şunu hatırlatmayı görev bilir: İstanbul 1 Mayıs'ının devlet terörüne sahne olmaktan çıkartılabilmesinin tek koşulu kitlesellik olacaktır. AKP'nin bile elini kaldırmaya cesaret edemeyeceği bir kitlesellik!

Gericiliğe, emperyalizme karşı, bu daha başlangıç sloganının özgüveniyle tüm ülkede alanları dolduran, tehditlerin, saldırıların caydıramadığı milyonlar, on milyonlar diktatörlüğün sonunu yakınlaştıracaktır. 1 Mayıs AKP'ye kapıyı göstermenin zamanıdır.

Diktatörlüğün bugüne dek defedilememesinin nedeni bellidir. Mücadele eden, çocuklarını ölüme yollarken bile azmini yitirmeyen halkımız örgütsüzdür. Sol Cephe 1 Mayıs hazırlıklarında, kutlamalarda ve işçilerin, emekçilerin bayramının ertesinde halkımızı örgütlenmeye çağırmaktadır.

1 Mayıs 2014'te Sol Cephe ülke sathında kutlamalara katılacaktır. Sol Cephe olarak çağrımız, mitinglerin yerel düzeyde aşırı bölünmesinden kaçınılması yönündedir. Her bir kutlama, en güçlü olabileceği sayılara ulaşmak üzere bölgeler düzeyinde gerçekleştirilmelidir. Sol Cephe'nin mitinglere katılım biçimine her yerellikteki Meclisleri karar verecektir.

1 Mayıs'ta alanlara!

Faşizme karşı omuz omuza!

*****

Korku…Aşkın Süzük

İşçi sınıfının “Birlik, Dayanışma ve Mücadele” günü 1 Mayıs’a dönük hükümetin gösterdiği refleks başka neyle açıklanabilir ki?

Korku...

Türkiye’de 12 Eylül Darbesi’yle bir korku cumhuriyeti kurulmuştu. Arkasından AKP hükümeti eliyle ve “Yetmez ama evet” desteğiyle “İleri Demokrasi”ye geçilirken, meselenin 1980’de gerçekleştirilen darbenin eksik kalan misyonunun tamamlanmasıyla ilgili olduğu açıktı.

Bu misyonla hareket eden hükümetin icraatlarının artık tek bir doğrultusu var: Korku cumhuriyetini kurumsallaştırmak.

Önceki gün DİSK, KESK, TMMOB ve TTB’nin oluşturduğu 1 Mayıs Komitesi’nin yapacağı basın açıklamasına engel olundu ve Taksim’de sendikacılara polis terörü estirildi.

12 Eylül 1980’den sonra ilk kez 1 Mayıs çağrısının yapılacağı basın açıklaması yaptırılmadı, sendikacılar gözaltına alındı. Üstelik, sendikacılara kentin göbeğinde dakikalarca işkence yapılarak...

Gezi eylemlerinin tekrar başlaması hükümeti alabildiğine korkutuyor. Korkan hükümet korkutmaya çalışıyor. Yandaş basın korku ve dehşet senaryoları kuruyor. 1 Mayıs için Kayseri’yi seçen Hak-İş gibi yandaş sendikalar görevlerini yerine getirip 1 Mayıs’ı cılız ve gözlerden uzak kentlerde kutlamaya hazırlanıyor.

Hükümet sözcüleri Taksim’de büyük bir kalabalığın toplanmasına asla izin vermeyeceklerini beyan ediyor. Başbakan ise hızını alamıyor, 1 Mayıs’ta sadece Taksim’i değil, Türk-İş’in başvuru yaptığı Kadıköy’ü de gelecek yıllarda yasaklayacaklarını açıklıyor.

Korkmakta haklılar. Çünkü son yıllarda Gezi eylemleri dışında toplumsallaşabilen ve hükümetin meşruiyetini aşındıran eylemlerin aktörü emekçilerdi. TEKEL direnişinin, kabusları haline geldiğini biliyoruz. Bu gerçek, tapelerle de ortaya çıkmıştı. 2013 yılına damgasını vuran ise Yatağan işçilerinin eylemi oldu. Geçen hafta, başkente taşıdıkları direnişlerine yönelen polis şiddetinin derecesi de yine aynı korkuyla ilgiliydi.

1 Mayıs öncesi yaratılmaya çalışılan atmosferin bir başka boyutunun ise bir “alan inatlaşması” görüntüsü oluşturmak olduğu anlaşılıyor. Geçen yıl, hükümet bunda kısmen başarılı da olmuştu.

Seçim yılında düzen siyasetinin tuhaf denklemleri ve karanlık hesaplarına boğulan memlekette, işçi sınıfının tavrını ortaya koyması ve sesini yükseltmesi gerekirken 1 Mayıs’ın bir “alan inatlaşması” ve polis şiddeti ile hatırlanmasına izin verilmemelidir.

Hâlâ vakit var.

1 Mayıs, İstanbul Taksim’de tarihsel anlamının yanı sıra TEKEL direnişinin ve Yatağan işçilerinin sesinin “Gezi Ruhu” ile birleştiği bir gün haline getirilmelidir.

Ekmeği ve onuru için yaşayan ve mücadele eden tüm emekçilerin el ele kol kola bayramlarını kutlamalarının en doğal hakları olduğu anlatılmalıdır.

Çalınan milyarlarca doların sermaye düzenini daha da sağlamlaştırdığı ve bu kirli çarkın en fazla patronların işine geldiği gösterilmelidir.

Daha dün Yap-İşlet-Devret modeliyle yapılacak olan “Çılgın Projeler”i yapan şirketlerin borçlarına sessiz sedasız Hazine garantisi getiren hükümetin aslında kimin için işbaşında olduğu ortaya konmalıdır.

1 Mayıs çalışmaları bu eksende kurulmalı, işçinin birlik, mücadele ve dayanışma gününün altı doldurulmalıdır. Ülke dikta heveslisi bir iktidar tarafından her geçen gün karanlığa sürüklenirken 1 Mayıs’ı kutlamanın bir hak olmanın ötesinde “memlekete sahip çıkma” ile ilgili olduğunun altı çizilmelidir.

Korkusunu korkutarak saklamaya çalışan hükümetin 1 Mayıs öncesi yaptığı hesaplar ancak bu şekilde boşa çıkarılabilir.

Evet hâlâ vakit var.

*****

Sesimi duyan vali...Ahmet Abakay

Bayağı sevindim.

İstanbul Valisi sesimi duydu ve önerimi yerine getirme çabasına girdi.

Geçen haftaki yazımda, 1 Mayıs İşçi Bayramı’nın Taksim’de kutlanması tartışmalarının başladığını, DİSK, KESK, TMMOB ve TTB temsilcilerinin belirtilen günde Taksim’de olacakları kararı aldıklarını belirtmiştim.

Yasakçı Vali’nin geçen yıl 30 Nisan günü düzenlediği basın toplantısında yasaklama gerekçesi olarak, burada inşaat olduğunu, 30-40 metre çukurlar bulunduğunu, bu çukurlara insanların düşeceği endişesini taşıdığını, bunun için izin verilmeyeceğini açıkladığını hatırlatmıştım.

Ben de yazımda, Vali Bey’e, artık Taksim’de inşaat, çukur olmadığını, bu gerekçenin geçersiz olduğunu belirterek, öneride bulunmuştum; “Daha zaman var. Bir gece Taksim’e birkaç iş makinası sokun, birkaç çukur açtırın. Namusu kurtarın.”

Akıl vermiştim yani.

Bu yazımdan iki gün sonra Taksim’e gerçekten iş makinası gönderildi ve orada bazı kaldırımlar sökülmeye, çukur açılmaya başlandı.

“Taksim Meydanı’nda inşaat çalışmasına başlandığı” haberi medyada hem de fotoğraflı şekilde yer aldı.

İşte örnek Vali, örnek yönetici böyle olur. Halkın taleplerini dikkate alır.

Arkadaşım Sunay Gedik, bana gönderdiği mesajda, “bak, Vali sesini duydu” diye yazdı.

Ancak görülüyor ki, 1 Mayıs olayı Vali Mutlu’yu da aşan bir özelliğe sahip.

Çünkü Vali’nin amiri olan Zat yeni bir açıklama yaptı.

Sadece Taksim Meydanı değil, Kadıköy’de de kutlamalara izin vermeyeceklerini açıkladı.

Hafız, konuşmasında dedi ki:

“Miting mi yapacaksın? Git Yenikapı’da, Maltepe’de yap. Ama gelip vatandaşımızın, esnafımızın camını, çerçevesini indirebilecek şekilde, yok Taksim, Yok Kadıköy Meydanı’nda, yok şurada yok burada. Bu mümkün değil. Kesinlikle bunlara fırsat vermeyeceğiz.”

Ben devlet yöneticilerine öneride bulunmaya devam edeyim.

Arkadaşın yaptığı bu açıklama eksik. Daha sonraki konuşmasında, şunları da eklemesi ülke birliği ve halkın güvenliği için iyi olur:

“Ne Taksim’i, ne Kadıköy’ü gidin mitinglerinizi, kutlamalarınızı Toros’larda, Erciyes Dağı’nın eteklerinde yapın. Dostum İbrahim Tatlıses’in söylediği gibi Urfa’nın etrafı dumanlı dağlar, gidin orda yapın. Hatta kadınlı-erkekli eğlencenizi, alemlerinizi, kutlamalarınızı gidin Suriye’de Esed’le yapın. Gidin Gobi çölünde, Lut gölünde, bunlar da kesmiyorsa cehennemin dibinde yapın. İtirazı olanla da sandıkta görüşelim.”

Bakın, benden söylemesi, böyle bir konuşma halkımız arasında acayip tutar.

Aslında sadece Vali değil, Onun Amiri’nin de benim önerilerime sıcak bakacağına, sesimi duyup, gereğini yapacağına inanıyorum.

Önerim şu:

Yol yakınken, pek çok olaydan sorumlu kişi olarak, istifa edin, gidin yüce adalete teslim olun. Çünkü her geçen gün suç artıyor. Yazık size!

Bu işe kafa yoranlara, hukukçulara sordum. Diyorlar ki, suçu çok ama, eğer kendiliğinden adalete teslim olursa “iyi hal” nedeniyle cezada indirim yapılıyormuş.

Öyle diyorlar.

Örneğin Roboski bombalamasının sorumlusu olarak sizi görüyorlar. Tasarlanmış, toplu cinayete giriyormuş, cezası çokmuş.

Sarısülük’ten, Ali İsmail’e, Medeni’den küçük Berkin’e kadar işlenen 7 cinayetten, çok sayıda yaralamadan, sadece sizin kahraman dediğiniz polisler değil sizin de birinci derecede sorumluluğunuz varmış.

Öyle diyorlar.

Yolsuzluk, rüşvet, kara paralar, ailecek para eritme eylemleri de suç ama işin çok boyutu varmış.

Daha bir sürü suçlama var. Özellikle, MİT, Genelkurmay, Dışişleri Bakanıyla yapılan konuşmalar var ya? Hani, “Suriye’den kendi topraklarımıza 7-8 füze fırlatırız” konuşması var ya? O uluslararası mahkemeye gidermiş.

Suriye’de dinci terör uygulayan muhalif gruplara silahtan sarin gazına kadar çok malzemenin Türkiye’den gönderildiği belgelenmiş.

Bu da savaş suçuna girermiş. Öyle diyorlar.

Ama eğer kendiliğinden teslim olursa, iyi halden içeride rahat eder diyorlar.

Hiç olmazsa mahkeme salonlarına sizi öyle demir kafesler içinde getirmezlermiş.

Bu işi bilen, buna kafa yoranlardan öğrendim bunları.

Bunları bana söyleyenler, bayağı okumuş, yazmış, diplomalı, aklı başında kişiler.

Gitsin kendisi teslim olsun diyorlar.

Vali Bey sesime kulak verdi. Söylediğim aklına yattı.

Siz de bu önerilerimi bi düşünün.

Bir de işin bu tarafından bakın. Ne kurtarsanız kardır.


Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster