Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster


ANNEMİ BİR DAHA GÖRMEDİM


Açıklama:
Kategori: Köşe Yazarları
Eklenme Tarihi: 02 Eylül 2010
Geçerli Tarih: 18 Mayıs 2024, 18:16
Site: Görele Sol Platformu
URL: http://www.gorelesol.com/yazar.asp?yaziID=1634


ANNEMİ BİR DAHA GÖRMEDİM

 

ANNEMİ BİR DAHA GÖRMEDİM

12 Mart 1985 yılında Merzifon kapalı cezaevinden tahliye oldum. Bir gün öncesinden Mehmet ağabeyim Merzifon’a gelmiş, birlikte Sivas’a evimize dönecektik. Cezaevi çıkışı ellerim kelepçelendi ve Merzifon adliyesine jandarmalar eşliğinde (savcılığa) getirildim. Savcı daha önceden hazırlanmış kahverengi, kapalı ve mühürlü zarfı imza karşılığında bana teslim etti. Sözlü olarak ta bu zarfı 15 gün içersinde 1 yıl 8 ay 20 gün sürgün olarak yaşayacağım Erzurum ili başsavcısına teslim etmem gerektiğini aksi durumda bu süreyi yine kapalı cezaevi koşullarında geçireceğimi tehditkar bir üslupla anlattı.

12 Eylül faşist diktatörlüğü, salt düşüncemden dolayı beş yıl ceza verdiği ve bu cezayı 12 ayrı cezaevi gezdirerek tamamlattığı yetmezmiş gibi bir de 20 ay 20 gün başka bir kentte işsiz, yatacak yerden yoksun ve açlığa mahkum ediyordu. Tahliye olduğuma sevinemedim. Sevincim kursağımda kaldı. Yutkunamıyorum. Acı duydum, kıvranıyorum. Özlemini çektiğim ve büyüdüğüne tanıklık edemediğim kızıma kavuşamadan yine başka bir kente mahkumiyete sürgüne gidecektim. Oysa ailemin tüm bireyleri ve başta eşim ile annem yolumu gözlüyor beni bağrına basıp, koklamanın hayalini kuruyorlardı.

Savcı, 15 gün süre hakkım olduğunu söyledi. Olsun, bu 15 gün içersinde ailemi ve sevdiklerimi görebilecek ve onlara sarılıp, öpecektim. Merzifon’dan başlayan otobüs yolculuğumuz aktarmalarla eşimin öğretmen olarak görev yaptığı Divriği Höbek köyünde son buldu. Köylüler ve öğrencilerim yolumu bekliyor; köyde bayram havası ve karşılaması vardı. Bende ise 14 gün sonra sürgün için tekrar ayrılacağımın hüznü.

Köylüler, sevenlerim herkes geçmiş olsun demek için sıraya dizilmişler ve sevinçlerini sözle, sarılarak davranışlarıyla ve coşkun bir ifadeyle yapıyorlardı. Gece geç vakitlere kadar sürdü bu durum. Oturduğumuz yerde ortalıkta dolaşan bahçıvan pantolonlu, sarışın kıvırcık saçlı bir kız çocuğu dolaşıyor; herkes onunla ilgileniyor ve seviyorlar. Bir ara “bu kız kimin çocuğu?” dedim. Ortalık buz kesti, gülmekle ağlamak arasında olanlar oldu. Ve konuklardan biri, “Hoca, canın sağ ola bu kızın Deniz” dedi. Saçları kıvır kıvır ve herkesin ilgi odağı bu kızı kucaklayıp, bağrıma bastım. Öptüm, öptüm, öptüm… Orada olanlardan bazıları gözyaşlarını sakladı bazıları da gerçekten ağladı. (Cezaevinde kaldığım süre içersinde ziyaretler yakınlarımıza eza ve cefaya dönüştüğü için kızımı görüşlere istememiş ve bu sebeple görememiştim, büyüdüğüne tanıklık edemedim)

İlerleyen saatlerde eşim, annem ve kızım baş başa kaldık. Annem, odadaki sobanın arkasına oturdu ve torununu kucağına alıp,”yavrum, yıllardır ben senin yolunu gözledim, sağlığım iyi değil, ben gidiciyim; sağ salim bu iki emanetini sana teslim ediyorum” dedi. Annemin sağlığı bozulmuş; ama “oğlumu sağ salim görmeden ölmek istemiyorum “ diye kendisini şartlandırmış. Annemde yüksek tansiyon vardı. Sevgili anneme “anacığım, bu nasıl söz, artık bundan sonra birlikte güzel günlerimiz olacak, sen moralini yüksek tut” gibi sözler söyleyip, boynuna sarıldım.
Annem, cezaevi sürecimin tamamlandığını biliyor, sürgüne gideceğimi bilmiyordu. Savcının bana tanıdığı süre dolmadan bana ceza veren 3. Ordu Sıkıyönetim Komutanlığı Mahkemesinden bihakkın tahliye tarihine dek sürgün cezamı erteletmek için Erzincan’a gitmem gerekiyordu.

Erteletmeyi başaramaz isem, bu süreyi geçirmeden Erzurum Savcılığına o malum zarfı ve kendimi teslim etmem gerekiyordu. Annem, yapacaklarımdan ve süreçten habersizdi. Onu daha fazla üzmek istemiyordum; ama elimde değil, darbeciler ve onların sivil uzantıları(ANAP) yönetimin uygulamaları böyleydi.

Erzincan’a trenle erken saatte gideceğimden, annemin haberi olmadan valizimle evden çıkmayı planladım. Ama annem kapı sesine uyanıp, okulun lojmanından beş adım uzaklaşmıştım ki peşimden seslendi “oğlum, Rıza nereye?”. Yıllardır yolumu gözleyen, gözyaşı döken evlat hasreti çeken Elif anama Ne diyecektim? Aslında sabahın köründe bu gidiş, 20 ay 20 günlük bir ayrılıktı. Beş yıllık ayrılığa ondört günlük aradan sonra yeniden AYRILIK.

Anneme , Divriği’de bir işim olduğu yalanını söyledim; ama elimdeki valiz beni anında yalanladı. Olsun, diyecek başka sözüm olamazdı ve yoktu. Annem, hüzünle ve ağlamaklı bir hal ile baş başa kaldı. Bir daha geriye bakamadım. Dirençli olmalıydım. Onlar benim direncimle moral bulmalıydı; o günlerde öyle düşünüyordum.

Cebimde fazla para da yoktu.Yol parasının dışında çok az param vardı. Sürgün cezamın bihakkın tahliye tarihine ertelenmesi konusunda yardımcı olacak Erzincan’daki avukatların adreslerini de almıştım. 12Eylül öncesi Milletvekilliği de yapmış olan av. Lütfi Şahin ve daha çok devrimcilerin davasına giren bayan av.N. ile görüştüm. Bayan avukat “yarın sabah gel dilekçeni yazalım sen Sıkıyönetim savcılığına götür” dedi. O gece Otelde kaldım ve param azaldı. Sabah avukatın bürosuna gittiğimde o sevecen ve yardımsever avukatın yerinde yeller esiyor ve büro çalışanlarına bağırıp, çağırıyor ve bana da yeni görüşüyormuş gibi yapıyordu.

Talimatlar yağdırdı, bana dışarıda beklememi söyledi. Bir süre sonra sekreteri dilekçeyi yazdı ve elime verdi. Ben tam dilekçeyi okuyup, yarım dönüş yaparken, beni izleyen avukat “Ücreti öde öyle çık” dedi. O yıllardaki duygularımla şoke oldum. “Ücret ne kadar?" dedim. "25 lira" dedi. Zaten üzerimde toplam 45 lira var. İstediğini hemen verdim. Ama geri kalan para ile Erzurum’a gidecek, iki gün yemek yiyecek ve savcı izin vermez ise Erzurum’da konaklayacaktım. Dilekçeyi elime aldım ve avukatın bu davranışına nasıl nasıl üzüldüm. Elimde dilekçe şehir merkezine yaklaşık 10 km lik uzaklıkta olan Askeri savcılığa doğru yürüyerek gidiyorum ve stresten dizlerim bükülüyor. Para harcamamalıyım. Daha Erzurum’a gideceğim.

Dilekçemi ilgili mahkemenin kalemine verdim; sonucunu almak için süre verdiler. Ben o süreyi beklemeden Erzurum savcılığına o gün o malum zarfı teslim etmem gerekiyordu. Erzincan askeri havaalanı mevkiinde bulunan mahkemeden ayrılıp, tekrar yaya olarak Erzincan şehir merkezine dönüyorum. Arada sırada tek tük geçen otomobil veya kamyonlar tozu dumana katıyorlar. Yine yolcusunu askeri mahkeme veya cezaevine bırakmış, boş dönen ticari bir araç durdu ve beni aldı.

Akşam, mesai bitimine az bir süre kala Erzurum savcısının karşısındaydım. Elimdeki zarfı teslim edip, vereceği cevabı bekledim. Zarfı ağırdan alarak açtı, okudu ve yüzüme bile bakmadan “hangi karakolu tercih edeceksin?” dedi. Tercih edeceğim karakola her akşam gelip, imza verecektim. Erzurum gibi bir yerde iş yok, yatacak yer yok… nasıl ve nerde kalırım? Bu soruları içimden kendi kendime sordum; ama savcıya da sordum. Savcı sert bir ses tonu ile “bunu suç işlerken düşünecektin” dedi. “Suçum düşünmek, suçsuz yere yıllardır cezaevindeyim, şimdi de beni cezalandıranlar sürgün ediyor” dedim. Aramızda ciddi sözlü tartışma oldu. Evim yok, kalacak yerim yok, param yok. “Kalamam” dedim. Beni oda dışına çıkardı. Geri çağırdı ve ne yapmayı düşündüğümü sordu. “Memlekete gidip, ailemden, eşim dostumdan para bulup, geri döneceğim” dedim. Savcı, “sana 20 gün izin veriyorum, gününde gelmez isen infazını yakarım, bu süreyi kapalı cezaevinde geçirirsin” dedi. Geleceğime söz verip, yanından ayrıldım. Adliyenin dışına çıktığımda sevincimden uçuyordum. Ne demek, tam tamına 20 gün daha dışarıda özgür olacağım. Yeniden eşime,anneme, kızıma ve sevenlerime sarılacağım.

Param olmadığı için o gece Erzurum’da konaklamak yerine ilk trenden bilet aldım. Yine uzun sayılacak bir yolculuktan sonra Divriği Höbek köyüne geldim. Gece olduğu için herkes uyumuştu. Eşim açtı kapıyı. Hayret, annem uyanmamıştı. Odasına girdiğimde annemi yatağının içinde yüzükoyun ve dizlerinin üzerinde garip bir şekilde gördüm. “Anne anne” diye seslendim ve dokundum, hırıltılı bir ses geldi. Annem üzüntüsünden o gece felç geçirmişti. Hemen mutfağa dalıp, kovadaki soğuk suyu annemin üzerine boca ettim. Annem irkildi, gözlerini açtı, etrafı kolladı ve bir süre sonra sorularımıza yanıtlar verdi. Annem felç tehlikesini o an için atlatmıştı. Sabah ilk işim, Sivas’a hastaneye ulaştırmak oldu. Anneme 20 gün izinli olduğumu ve sevincimi açıklayamamıştım. Daha başka bir acıyla yüzyüzeydim.

Annemi hastaneye yatırıp, eşim ve çocuğumun yanına döndüm. O, 20 gün öyle çabuk bitti öyle çabuk bitti ki. Yine düştüm yollara. Önce Erzincan’a, mahkemenin sonucunu almaya; alamaz isem, Sürgün için Erzurum’a. Karar çıkmıştı. Sürgün cezam bihakkın tahliye tarihine ertelenmişti. Yani 20 aylık bir süre kazanmıştım. Sevinçten uçuyorum. Aldığım bu kararı Erzurum savcılığına teslim edip, Annemin yanına Sivas’a geldim. Evde benim gelmemden dolayı bayram eden yok. Oysa çok sevineceklerini hatta ben gelmeden sofralar kuracaklarını düşlemiştim. Ağabeylerimin saç sakalları birbirine karışmış, herkes sus pus. Annemi soruyorum,yanıt veren yok…

Evet, sevgili annem bu acıya daha fazla dayanamadı ve hastaneden sağ olarak çıkamadı. Oğlunu özgürce bağrına basamadı. Ben de Annemi bir daha göremedim. O sadece emanetlerimi bana teslim etti…
******* ******* *******
12 Eylül faşist askeri cuntası milyonlarca insana ve aileye bu acıları yaşattı. Sözde sivil yönetime geçişte ülkeye bir de ucube Anayasa bıraktılar. 12 Eylül döneminin yarattığı, besleyip, büyüttüğü siyasal yapılar bugün ülkeyi yönetiyor ve tüm kurumlara renklerini verdiler. Darbe ürünü bu dinci sağ siyasal yapılar ve kanaat önderleri, darbecilerin cennetlik olduklarını söylemişlerdi. Darbeci K.Evren’in miting alanlarını doldurup alkışlayanlar, onu köşklerde ağırlayanlar büyük bir pişkinlikle demokrasi havarisi kesildiler.

Bugünlerde meydanlarda referandum konuşuluyor. AKP, meclisteki çoğunluğuna dayanarak hazırladığı Anayasa değişikliğini halkoylamasına sunuyor. Demokrasiyi sadece sandık başına gitmek veya çoğunluğun kararı olarak görenler referandum aldatmacasında da “hakları” göz ardı ediyor. Zira, işlerine öyle geliyor. Bu sahte demokratlar salt yüksek yargıyı “YÖK”te olduğu gibi ele geçiremediği için böyle bir değişiklik yapmayı ve bunu da mecliste olduğu gibi çoğunluğa onaylatmak istiyor.

Bunlar, 12 Eylül’e,darbe ve darbecilere karşı iseler; yine aynı anayasanın 24. maddesini, Çalışanlara grev hakkını,YÖK ve Diyanetin yapısını bu değişiklikler arasına neden dahil etmediler? Yargı reformu söylemi de sahtedir,aldatmacadır. Yargının bağımsız ve tarafsız olmasını istemiyorlar. HSYK da ki bakan ve müsteşarın varlığı korunduğu gibi daha da yetkilendiriliyor. Daha önceki adı DGM olan özel yetkili mahkemeler ve yapıları güçlendirilerek, korunuyorlar.Hayır, onlar 12Eylül Anayasasının demokratikleştirilmesinden ziyade kendi düzenlerini kurmak derdindeler. Yapılan değişikliklerde elbette olumlu olanlar var; ama zehrin hiç zaman teneke kapta sunulmadığı da bilinen gerçektir.

Bu sahte demokratlar, bir taraftan Anayasayı demokratikleştiriyoruz, 12 Eylülcülere yargı yolunu açıyoruz derken, bir yandan da yüksek yargıda görev yapan Alevi yargıçlar ve TSK de ki Alevi subaylar deşifre ediliyor. Alevi köyündeki okulun boya ve badanasını yaptırmanın suç olduğu iddianamelerde yer alıyor. 8 yıllık AKP iktidarında ayrımcılık had safhaya ulaşıyor. Ve bunu alenen yapıyorlar.

12 Eylül’de AKP ye de onun sahte demokrasi girişimine de HAYIR…
 

Rıza Aydoğmuş

Odatv.com


Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster