AKP’nin solunda mevzilendirilen liberaller, sosyalist solu şiddet ile özdeşleme düşüncesini pek sevdiler. Bu sevgi, 1 Mayıs 1977 olayından devletin değil de birbirini öldürmek için sabırsızlanan solcuların sorumlu olduğu iddialarıyla başladı. O sırada, bana çok tuhaf gelen görüşler öne sürüldü. Mesela, televizyon ekranından “ben silah işlerinden çok iyi anlarım” diyen Ömer Laçiner, “kendi aralarında çatışsınlar diye bunların üzerine ateş ettiler” gibi tuhaf ifadelerle, sosyalistlerin ne kadar aptal olduklarını kanıtlamaya çalıştı. Sosyalistler, Fransız Devrimi’ndeki “enragés”ler (kudurganlar) gibiydiler: Her yöne saldırıyor, hiçbir şey bilmiyor, birbirlerini bile öldürüyorlardı; üstelik din düşmanıydılar.
AKP hükümetinin halka göstermek istediği “cahil terörist” tipini sosyalistlere atfetme konusunda, yobaz ve sıradan köşe yazarları, soldan gelen solumsu liberallerle elbette yarışamazlar. Siyasette her ihtiyaç kendi şahsiyetini yaratır.
Tartışma alevlendi, sonra söndü. Şu sıralarda yeniden alevleniyor. Hükümet yeni bir ayaklanma bekliyor ya, bunun için futbol taraftarını içeri atıyor, üniversiteleri karakol olarak tahkim ediyor; işte o nedenle, masum halkın arasına “marjinaller” girmesin diye, liberallerine yeni bir “sosyalist terörist” tipi ısmarlamış bulunuyor. Eskiden solcu olan liberaller, hep bir ağızdan, “polis az şiddet kullandı”, “molotof kokteyli atan solcular”, “ortalığı yakıp yıkacaklarına seçimlere girsinler”, “mahkemeler bunlara az ceza veriyor”, “halk zaten bunlardan nefret ediyor”, “kanallarını, gazetelerini kapatın” diye bağırmaya başladılar. Zamanlaması muhteşem bir koro; çok eğlendirici.
Böyle şeyleri anlayışla karşılamak lazım, herkes görevini yapıyor. Bunlarla tartışmanın da faydası yok aslında. Sosyalizm ve şiddet çok eski bir konudur. Bizi II. Enternasyonal’in bölündüğü yıllara kadar götürür. Konuya ilişkin teorik tartışmaların, Karl Kautsky’nin “Terörizm ve Komünizm” başlıklı broşürüyle (1919) başladığını söylemek mümkündür. Meraklısı bunları okuyabilir. AKP’nin taktik manevraları için liberallerin inisiyatifiyle başlatılan kampanyalarda nefes tüketmek gereksizdir. Ayrıca şu ülkede aileden, okuldan, sokaktan devlete kadar şiddetin olmadığı tek bir alan gösterebilirler mi?
Öteki tarafta ise “sahte sol” diye dehşet bir kavram duruyor. “Sahte vatansız sola karşı vatansever sol” adlı bir internet sitesi bile var. Bu kavrama tam 34 sene sonra, ilk kez bir sosyalist gazetenin en önemli köşesinde rastladım. İrkildim. 1979’u hatırladım. Bu “sahte sol” söyleminin, özellikle 1986-88 yıllarında sosyalist solun örgütlenme çabalarının önünde ne büyük bir engel oluşturduğunu, hatta insanları zaman zaman nasıl utandırdığını da hatırladım; pek çok kişi hatırlar. Biraz güçlendiğini fark eder etmez, “ben sahiciyim, benim dışımda herkes sahtedir” demek, aşırı subjektif, dışlayıcı, birlik falan şöyle dursun yüz yüze bakmayı bile engelleyici, çok hatalı, literatüre göre söylemek gerekirse “aşırı sekter” bir tutum olmuyor mu?
“Sosyalistler terörist midir” vs. diye liberallerle oturup tartışmak gerekmez; dedik ya, herkes kendi işini yapıyor. Fakat soldan gelen bu “sahte” yorumu, içinde bulunduğumuz şu kritik aşamada, hem yorumu yapan için hem de muhatapları için anakronik, tehlikeli ve ciddidir. Ciddiye alınması, açıklığa kavuşturulması gerekir.
Bir de sosyalist solu halktan kopuk, dili anlaşılmaz, kafası karışık, ne yapacağını bilemez halde görenler var. Bu arkadaşlara göre sosyalist, AKP’ninki gibi halka hitap eden bir dil geliştirmeli, onlar gibi kapı kapı dolaşarak anlatmalı, halkla iç içe olmalı; seçim dümenlerini, kıvrak politikacı numaralarını öğrenmeli; taşra politikasının cari icaplarına uyarak kırk dereden su getirip, en azından burjuva partileri kadar marifet göstermeli, matruş bir surat ve kravatlı takım elbiseyle dolaşmalı ki Meclis’e girebilsin. Ben böyle diyenleri seviyorum aslında, onları kendime yakın buluyorum, çünkü anneme benziyorlar. Merhume, hep şöyle derdi: “Evladım, bir türlü istikametini bulamadın, çocuğum. Komünizmin akideleri fevkalade, lakin tatbiki kabil değil (ilkeleri güzel ama uygulanamaz).”
Özetle, AKP’ye yakın duran solumsu liberallerle tartışmanın tamamen faydasız ve anlamsız olduğunu anlamak; orta ve uzun vadede köprüleri yıkarak vahim sonuçlar doğurabilecek sorumsuz ve bulaşıcı saldırıları asla göz ardı etmemek; bunun dışında, “eleştirenimiz bol olsun” diyerek her söylenene kulak verip şapka çıkarmak bence iyi olur.
Penguen: 'Gaz bombaları hala sıcak, fazla demokratiklemiş olamayız'..
Haftalık mizah dergisi Penguen'in bu haftaki kapağının konusu Erdoğan'ın açıkladığı "demokratikleşme paketi" oldu.
(soL - Haber Merkezi) Erdoğan'ın demokratikleşme paketine Penguen kapaktan yanıt verdi.
Derginin bu haftaki kapağına "Biber gazı bombaları hala sıcak, fazla demokratiklemiş olamayız" ifadesine yer verildi.
İşte Penguen'in bu haftaki kapağı:
Paket ve 'ortam sürekliliği'
Metin ÇulhaoğluDün Erdoğan tarafından açıklanan yeni “demokratikleşme paketi” konusunda en genelde söylenebilecek şey şu olsa gerek: Açıklanan içeriğiyle paket, ne AKP iktidarının birtakım “demokratik” açılımlara niyetli olduğunun/zorlandığının göstergesidir, ne de kendi kafasındaki “Cumhuriyetin” çok daha ileri merhalelerine doğru atılan radikal bir adımdır…
Daha açık olsun diye başka türlü söyleyelim: AKP’den “demokratikleşme” beklentileri olanlar da, AKP’nin izlediği çizgiden laiklik, Cumhuriyet’in değerleri vb adına büyük rahatsızlık duyanlar da, bu paketin içeriğine gereğinden fazla önem, anlam ve radikallik atfederlerse hata etmiş olurlar.
O zaman, nedir bu paket?
“İleriye” (kimilerine göre “geriye”) radikal ve özgüvenli bir çıkış değil, temelde bir durumu idare etme, vaziyeti kurtarma, mesafeleri kapatma ve kimi çevrelere mesaj verme paketidir. Bu nedenle paketin okunmasında “sendromatik” (“semptomatik” değil) bir yaklaşım daha yerinde olacaktır. Çünkü pakete ve ardındaki düşünceye son şeklini veren, şaşırtıcı Haziran Direnişi’nden Cemaat’le açılan mesafelere, Suriye’de yaşanan fiyaskodan Batılı güçler gözünde itibar kaybına kadar uzanan birtakım etmenlerin birlikteliğidir. İsteyen bu etmenlere parti içi kimi dengeleri, Cumhurbaşkanlığı-Başkanlık tartışmalarını ve yaklaşan seçimleri de ekleyebilir.
Tekrar olacak, ama fayda var: Bu paket, “ben Türkiye’yi buradan şuraya götüreceğim” paketinden çok, “bugünkü durumu ve yakın geleceğin süreçlerini şunlar şunlarla yönetilebilir kılmaya çalışacağım” paketidir.
İkisi arasında önemli bir fark vardır.
Peki, pakette şu ya da bu ölçüde, ama herkes için önem taşıyabilecek öğeler hiç mi yok?
Elbette var…
Örneğin seçim sistemi konusunda getirilen üç alternatiften hangisinin daha iyi ve demokratik olacağına ilişkin tartışmalar kamuoyunu uzun süre meşgul edecektir. Partilere devlet yardımıyla ilgili düzenlemenin gevşetilmesi, siyasal partilere üyelik konusundaki sınırlamaların kaldırılması, farklı dillerde propaganda imkânı, eski köy isimlerine geri dönülmesi, özel okullarda ana dilde eğitim vb herhalde önemli bulunacaktır.
Zaten bunlar önemli bulunup üzerinde durulsun, tartışılsın diye getirilmiştir!
Mantık nedir?
Mantık, bir “ortam sürekliliği” (continuum) yaratmaktır. Öyle ki, süreklilik taşıyan bu ortamda konular, sorunlar ve bunların tarafları, elbette “uçları” dışarıda bırakacak şekilde birbirine yakınlaşsın, birbiriyle az çok geçişsin ve gündem de böyle belirlensin. İşte bugün AKP, Türkiye’yi bir noktadan alıp başka bir noktaya taşıyıcı hamlelerden çok böyle bir ortam peşindedir. Çünkü on yıl tekelinde tuttuğu, ha bire övündüğü “gündem belirleme” gücünü yitirir gibi olmuştur ve bundan büyük paniğe kapılmıştır. Ortaya attığı bu paketle gündemi yeniden tekeline alabileceği düşüncesindedir.
Kavramı tekrar edelim: “Ortam sürekliliği” demiştik. Özelliği, sürecin belli başlı unsurlarının ortaya atılan gündem çevresinde “bitişik” konuma getirilmesi, aralarındaki farklılıkların mümkün olduğu kadar belirsiz kılınması (“hepimiz aynı gemideyiz”) ve “uçların” (“marjinal gruplar”) peşinen dışlanmasıdır. AKP iktidarı böyle bir ortam sürekliliğinde yer alan başat güç olarak diğer unsurları ha bire tartıştıracak, sonunda kararı kendi verecek, ama bu arada süreci de yönetmiş olacaktır…
Bu, Türkiye’nin bir yerden başka bir yere getirilmesi değil, vaziyetin idare edilmesidir.
En azından önümüzdeki bir iki yıl için…
***
Yazının başlarında “mesafeleri kapatma”, “mesaj verme” gibi noktalardan da söz edilmişti.
Doğrudur, işin içinde bunlar da vardır.
Paketin gerek sunuluşunda gerekse içeriğinde “yetmez, ama evet” cenahını coşturacak öğeler elbette bulunacaktır; ancak bu cenah zaten peşinen “ortam sürekliliği” bağlamında yer aldığından üzerinde ayrıca yeniden durmak gerekmiyor.
Ya Kürt tarafı?
Açıklanan paket bağlamında bu tarafa ilişkin yaklaşımda iki olasılık söz konusudur: Eğer paket buysa, AKP ya Kürt sorununu ve Kürt siyasetini sanıldığı kadar önemsemiyor, onu da “ortam sürekliliği” içinde yönetilecek öğelerden biri olarak görüyordur ya da Kürt tarafına “paket başka, bizim iş başka” mealinde bir mesaj vermiştir/verecektir.
Başka bir izahı yoktur.
Bu arada, Batılı güç odakları da unutulmasın.
“Ortam sürekliliği” kurgusunda onların da yeri vardır. Esasen paketin kendisinin açıklanmasını 20 dakikada bitiren Erdoğan 30 dakika ayırdığı “dibace” kısmında referans olarak Avrupa Birliği’nden ve Türkiye’nin uluslararası taahhütlerinden söz etmiştir. Seçim sistemi, nefret suçları, öğrenci andı, Süryani manastırı, Roman Enstitüsü gibi başlıklar, AKP iktidarının “uluslararası demokratik kamuoyu” ile içerdekine benzer bir “ortam sürekliliği” oluşturmasının belli başlı öğeleri olarak düşünülmüştür.
Haziran Direnişi’nden ve Suriye ofsaydından sonra bir tür makyaj tazeleme çabasıdır.
Yerler mi?
“Bizimkiler ayrı, ama Batılılar yemez” denmesin; şu son dönemin dış politika fiyaskoları olmasaydı onlar da bir güzel yerlerdi…
***
Son olarak: Madem böyle, biz bu pakette yer alan konularda hiç söz söylemeyecek, hiç konuşmayacak mıyız?
Elbette konuşacağız.
Ancak, bir sürecin müdahili olmak başkadır, “ortam sürekliliğinin” parçası olmak başka…
Konuştuğumuzda, elbette yukarıdakilerden ikincisine hiç bulaşmadan birinci konumda yer alarak konuşacağız.
Gericiliğin paketinden demokrasi, özgürlük çıkar mı? (Burak Özdemir)
Nihayet, “demokrasi paketi” açıklandı! Umudumuzu, paketlerde değil de, halkımızın mücadelesinin ufuklarında aramamız gerektiğini tekrar öğretti bize bu paket.Acaba öyle mi,sahiden?
Ne yazık ki, hayli zor oluyor, AKP’nin demokrasi ile bir ilişkisinin olmadığı gerçeğini anlamak! Yahut, halkın mücadelesi olmaksızın, demokratik hak ve özgürlüklerin gelişemeyeceği gerçeğini bilincimizden çıkarmamak. Daha önemlisi ise şu: İktidarını koruma ve güçlendirme arayışındaki AKP iktidarı, iktidarını sınırlayacak ve kendi gerici rejimine ters olan bir “paketi” yaşama geçirir mi hiç?
AKP iktidarının; özgürlüklerle, demokrasiyle bir ilişkisinin olmadığı kuşkusuzdur. Toplumsal muhalefetin üzerine terörist muamelesiyle gidilirken, en temel yasal haklar rafa kaldırılırken, toplumun yaşam alanına dönük müdahaleci tutum mevcutken, toplumsal ve siyasal hayat dinselleştirilirken; AKP’nin demokrasi çıtasını yükselteceğini beklemek, aymazlıktır tek kelimeyle. AKP, kısıtlı demokratik yaşamı da dümdüz etmiştir, zaten. İktidarını korumak ve güçlendirmek için, polisi biricik araç olarak kullanan bir iktidarın paketinden, demokrasi çıkar mı hiç? Aklımızı, peynir ekmekle yemediysek, tabi ki.
AKP iktidarının haziran eylemlerinden sonra, güç bir durum yaşadığı kuşkusuz. Meşruiyeti, önemli ölçüde yara aldı, gezi eylemleriyle. Diğer yandan, bölgedeki gelişmelerde, özellikle Suriye başlığında, fiyaskoyla karşı karşıya kalması, iktidarının tehlikede oluğunu hissettirdi, AKP’ye. Meşruiyet kaybı, hem içeride, hem de dışarıdadır yani. Bu da, AKP’yi hayli ürkütmektedir. İktidarını korumak için, polis baskısına dört elle sarılmış olsa da her ne kadar, oyalama ve aldatma taktiğinden de vazgeçmemektedir, AKP. Bilmektedir ki, meşruiyetinin ve iktidarının devamı için, kitleleri, özellikle kimi kesimleri oyalamak ve aldatmak kaçınılmazdır. Elbette, kendi tabanını konsolide etme ihtiyacı da, zaruridir, AKP için. Demokrasi paketinin gündeme getirilmesinin ve içeriğinin arkasında yatanlar, kanımca bunlardır.
Özellikle, çözüm süreciyle ilişkili olarak gündeme getirilmişti, bu paket. En azından, önemli bir yanını, bu olgu teşkil etmekteydi. Peki, bu paket Kürt siyasetinin temel taleplerine yanıt verdi mi? Biliyorsunuz, Kürt siyasetinin temel talebi, anadilde eğitimdi. Ancak, bu doğal talep, pakette yok. Umarım, birileri çıkıp da buna rağmen, “yetmez ama evet” demezler! Diğer yandan, önemli bir kesim olan Aleviler açısından baktığımızda pakete, onların da doğal ve temel taleplerinin karşılanmadığını açıkça görüyoruz. Neydi, Alevilerin doğal ve temel talepleri? Zorunlu din derslerinin kaldırılması, Diyanet İşleri Başkanlığının ilgası… Peki, bu pakette, bunlar karşılanmış mı? Elbette ki, hayır. Nevşehir Üniversitesi’nin adının, Hacı Bektaş-ı Veli Üniversitesi olarak değiştirilmesi, birilerince, “yetmez ama evet” olarak algılanmaz, sanırım!
2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası’ndaki değişikler kafa karıştırmaktan başka bir şey değildir, açıkçası. İyileştirme olduğu düşünülebilir. Asla değil. Olayın özüyle hiçbir ilgisi yok, çünkü. Haziran eylemlerindeki tutumunu biliyorsunuz, AKP’nin. Hükümet komiseri uygulamasına son verilmesi mi değiştirecek, yasakçı ve saldırgan tutumunu iktidarın? Kuşkusuz hayır. Çünkü, bu meselenin özü ortadadır. Önceden izin almaksızın, şiddet ve saldırı içermeyen, her türlü gösteri, yapılabilir ve hukukidir. Ancak, böylesi bir şey iliklerine kadar korkutmaktadır, AKP iktidarını. Dolayısıyla, bu bakımdan da hiçbir şey yok, pakette. Biber gazı ve tomaya devam yani…
Demiştik, bu paketin gündeme getirilmesinin, bir yanı aldatma ve oyalama ise, diğer yanı da, kendi tabanını konsolide etmek. Başka deyişle, kendi rejiminin inşasına devam etmek. Bu yüzden, tüm kamu kurumlarında, yasal ve serbest hale getirilecek, türban.
İktidarını güçlendirmeyi ve sınırsız kılmayı şiar edinmiş bir iktidardan, iktidarının sınırlanmasına neden olacak, demokratik ve özgürlükçü adımlar atmasını beklemek, akıl işi değildir. AKP, sallanan iktidarını korumak için daha fazla baskıya, demokrasi dışı tutuma ihtiyaç duyacaktır, bundan böyle. Aldatmadan ve oyalamaktan vazgeçmeksizin, elbette. Özgürlüklerin, demokratik hakların yaşama geçeceği bir ortam, AKP’nin yıkılmasıyla mümkün olabilir, ancak. Bu “demokrasi paketi”, bunu açıkça göstermiştir, umarım.