Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster


Rusya Suriye'yi sattı,İran cesaret verdi...


Açıklama:
Kategori: Köşe Yazarları
Eklenme Tarihi: 27 Ağustos 2013
Geçerli Tarih: 18 Mayıs 2024, 13:16
Site: Görele Sol Platformu
URL: http://www.gorelesol.com/yazar.asp?yaziID=15272


Rusya Suriye'yi sattı,İran cesaret verdi...


 
Olağan şüpheliler düğmeye bastı.

Kimler bunlar? Sözde NATO, özde ABD, Fransa ve İngiltere...
Tarihi, katliam ve savaş suçlarıyla dolu “Uygar Batı”, aynı Ergenekon Davası’nda olduğu gibi adalet, BM filan tanımıyor, uluslararası hukuku sakız gibi çiğniyor.

Olağan Şüpheliler dedik ama bir de asıl failler var. Bunlar son kimyasal saldırı dahil, Suriye’de öldürülen 100 binin üzerinde insanın kanını ellerinde taşıyan, Suudi Arabistan, İsrail, Katar ile bunların planlarına lojistik destek sağlayan AKP hükümeti, Ürdün; tetikçileri El Kaide ve Müslüman Kardeşler ile diğer terör örgütleridir.

İddialara göre, bu perşembe gecesi ABD, İngiltere ve Fransa, Suriye’deki hedeflere “sınırlı” füze saldırıları düzenleyecekmiş. Bunun için ABD savaş gemileri Suriye kıyılarına konuşlanırken, İngiliz savaş uçakları da Kıbrıs’taki üssü kullanacakmış.

Miş-mış diyorum çünkü bizim Hürriyet ve hatta Sözcü gibi gazeteler bile ağızları sulanarak savaş planları grafikler filan yayınlıyor. İsrail etkisi büyüktür bizim basında. Yandaşları da aşar bu etki. İddia onlara ait.

Peki ne oldu da, bu açıkça bir Suudi-İsrail tezgahı olduğu belli olan kimyasal silah saldırısı sonrası, BM denetçilerini bile beklemeyip acilen Şam’ı vurma kararı gündeme geldi?

Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad’ın verdiği denetim izninden bile korkup, denetçi heyetin üzerine ateş açan Suudi-İsrail ajanları nereden kuvvet aldılar sizce?

Rusya ve kısmen İran’dan cesaret aldılar.

OBAMA DA İKNA ODASINA ALINDI MI

Özellikle Rusya, çok daha belirleyici bir güç olarak Suriye’yi resmen satışa getirdi.

ÖSO’nun başına bir Suudi ismi getiren ve son saldırıların tertipleyicisi olarak görülen Suudi İstihbaratının başı Bender Bin Sultan’ın Moskova temasları ile Rus Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un ABD ve İsrailli muhataplarıyla dönen yoğun pazarlıkları sonucu bu aşamaya gelindi.

Ve Lavrov’a, bir açık çek anlamına gelen şu sözleri söylettiler: “Suriye için kimseyle savaşmak niyetinde değiliz”

(Bu arada bu kritik ifadeleri haberinde kullanmayan Aydınlık Gazetesi’ni de ayıpladım. Yalan makinası yandaşları kaale almasak da Aydınlık çok değerli ve önemli. Haber senin olmasını istediğin değil, gerçekte olan bitendir. HV)

ABD’nin Ortadoğu’daki “Öz” evlatları İsrail ve Suudi Arabistan’ın baskıları, Rusya doğalgaz ve petrolünün fiyatlandırıldığı OPEC’in tutumu (savaş olursa petrol/doğalgaz değerlenir; Moskova kazanır) ve söz konusu ikilinin diğer olası tehdit/rüşvet trafiği Rusya’nın son tutumunda etkili oldu.

Hatta bu noktada benim şahsi düşüncem, İsrail ve Suudi Arabistan lobisinin tehdit ve rüşvetleriyle Putin kadar Obama’nın da ikna odasına alındığı yönünde.

Barack Obama, açık seçik bir savaş suçlusu olan selefi George W. Bush’un konumuna düşmekten çekiniyor. BM kararı olmadan sahte delillerle tecavüz edilen Irak ve Afganistan’da yaşananların gün gelip tarihi bir davanın konusu olmaya yatkın olduğunu biliyor.

Onun için sınırlı bir müdahale diye, “acımayacak bak bi vurup gideceğiz” demeye getiriyorlar. Ama ne yaparlarsa yapsınlar, Fransa’nın sözde sosyalist Başkanı Hollande da selefi faşist Sarkozy (Libya’daki saldırıya ön ayak olan) ile aynı savaş suçları sandalyesinde yerini alacaktır. İngiltere’nin “yumuşak” yüzlü Başbakanı David Cameron da öyle.

Rusya’nın hesaplarında ABD’nin olası bir Suriye saldırısında daha da çok güç kaybına uğrama beklentisi de olabilir. Ancak Batı kapitalizmine, Rus tipi bir “tek adam” otoriterliğiyle bağlanmaya çalışan Vladimir Putin, daha önce Libya’da olduğu gibi, Suriye’de de kağıttan kaplan rolüyle giderek daha çok güven kaybına uğrayacak gibi görünüyor.

Çin için de Rusya kadar olmasa da benzer eleştiriler getirilebilir. Şanghay İşbirliği Örgütü ve diğer Avrasyacı oluşumlar, olası bir Suriye saldırısı ile büyük yara alacaktır.

Uluslararası ilişkilerde sadece maddi çıkarlar mevzu bahis değildir. Güvenilir, tutarlı ve güçlü olmak orta ve uzun vadede çok önemlidir.

İran’ı ele alırsak, yeni molla Devlet Başkanı “ılımlı” Hasan Ruhani’nin ilk açıklamasında kimyasal saldırı konusunda adres vermekten kaçınması da Batı cephesine güç kazandırmış olmalı.

Yine de Rusya ve İran’ın bir B planları olma olasılılığını bir kenarda tutmak lazım.

Mesela Suriye’ye füze ve hava savunması yardımı yaparak, Hizbullah’ın Lübnan’da İsrail’e ilk yenilgisini tattırdığı 2006’ya benzer bir sonuç hesabı yapmaları mümkün.

Ama şu aşamada eldeki veriler aksini gösteriyor.

TÜRKİYE HER HALÜKARDA KAYBEDER

Ankara’nın tutumuna bakarsak…

AKP Hükümeti 3 seneden beri Suriye’deki iç karışıklığının en güçlü aktörlerinden biri. İsrail ve ABD adına (ve kendi aleyhine) yapmadığı kalmadı. Yarım milyon mülteci, El Kaide ve diğer terörist lejyonlara hamilik, silah ve mühimmat sevkiyatı vb.

800 kilometreden fazla sınır kalbura döndü. Esad gitse, El Kaide ya da PKK ile komşu olacağız. Suriye’ye bir saldırıya TSK’nın da müdahil olması, Türkiye’yi çok daha beter bir duruma sokacaktır.

NATO saldırısı olarak gerçekleşecek bir tecavüzde “Gavur İzmir”deki NATO Komuta Merkezi’nin yönetici rol alması AKP’nin hiç sevmediği bu kenti de hedef yapacaktır. (Bir taşla iki kuş mu?)

İran’ın 4 bin km. menzilli Şahap füzelerine kimyasal başlık yerleştirilip İzmir’in vurulması Türkiye’yi uzun ve acılı bir savaşın esas tarafı bile yapabilir.

Belki Ruslar bunu da hesaplıyordur. Suriye’ye karşı NATO’nun ileri karakolu Türkiye piyon değişimi.

Türkiye zaten ağır bir ekonomik krizin eşiğinde. Dolar 2 lirayı aştı. Doğusu PKK işgali altında. Askerlerin kaymak tabakası hapiste, uslu masabaşı komutanlarla nereye varılır bilinmez.

Savaş olmasa da Türkiye çalkantılı bir sürecin içinde.

Savaşa girerse daha da çok kaybeder. Kazanan sadece koltuklarının derdindeki hükümet olur. Savaş bahanesiyle muhalefeti tamamen ezmek için yeni bahaneye kavuşur.

Mevcut polis devleti, olur sana askeri bir sıkıyönetim ülkesi.

Alevi – Sünni çatışması riski de taşıyan bu hengamede, 12 Eylül’de Yunanistan’a verilen tavizler gibi Kürdistan da kurulmuş olur.

Ama sonunda Alevisi de Sünnisi de, Türkü de Kürdü de kaybeder.

Son bir not…

ABD’nin öz evlatları belki tüm bu günahlarının bedelinden kaçmayı başarır ama “üvey evlatlar”a kaçış lüksü verilmez, inanmayan Vietnam’a, İran’a, Filipinler’e baksın.

 

Hüseyin Vodinalı


Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster