Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster


Su Ve Toplumsal Cinsiyet


Açıklama:
Kategori: Köşe Yazarları
Eklenme Tarihi: 05 Mayıs 2013
Geçerli Tarih: 18 Mayıs 2024, 15:25
Site: Görele Sol Platformu
URL: http://www.gorelesol.com/yazar.asp?yaziID=14283


Su Ve Toplumsal Cinsiyet: Beklenmeyen Çok Önemli Bir İlişki [1]

VIVIENNE BENETT, SONİA DÁVİLA-POBLETE, MARÍA NİEVES RİCO-1990’ların ortalarından itibaren, dünya çapında, su kıtlığı üzerine odaklanmada patlama yaşandı. Dikkatler, su ihtiyacının karşılanmasının teknik boyutlarından, suyun yönetilmesini de kapsayan politik ve sosyal bağlamlara doğru kaydı. Çoğu yerde, özellikle su kıtlığı olan yerlerde, su üzerinde kontrol kurmak gücü de beraberinde getirir.

Bu durumda, suyun politik analizi, aynı zamanda güç ilişkilerinin de bir analizi olur. Toplum bilimciler su dünyasına girdikçe ve Latin Amerika, Afrika ve Asya’da vaka çalışmaları çoğaldıkça, suyun politiğinin bir diğer yönü daha aydınlanmış oldu: suyun kullanımı ve yönetiminde toplumsal cinsiyet farklılığı. 2005’teki kitabımız, Karşıt Akımlar: Latin Amerika’da Suyun Politiği ve Toplumsal Cinsiyet’te, suyun yönetiminde kadının rolünü aydınlatmak üzere altı Latin Amerika ülkesinden vaka çalışmalarını kullanarak, su ve toplumsal cinsiyet arasındaki ilişkiyi anlamak için bir çerçeve ve 1990’ların başından itibaren küresel su ve toplumsal cinsiyet politikalarının gelişiminin bir incelemesini oluşturduk. Gördük ki; cinsiyete dayalı ayrımcılığın ve suyun yönetimini çarpıtan, su sektöründe etkisiz planlamaya neden olan dengesizliklerin üstesinden gelmek için hala önemli bir değişime ihtiyaç duyuluyor.

Kitapta dile getirdiğimiz çarpıklıklar, su dünyasının erkeğe ait bir alan olarak inşa edildiği geçtiğimiz yüzyılın bir mirasıdır: mühendislerin, kanal kazıcılarının, kanala su verenlerin, kırsaldaki çiftçilerin ve şehirlerdeki şehir plancılarının alanı. Pratikte suyun kavramsallaştırılmasını değiştirmek son derece yavaş bir süreçtir. Bu nedenle, kitabımızda tasvir ettiğimiz dünya, gerçekliğine üç yıl sonra da devam ediyordu. Su yönetiminin toplumsal cinsiyet boyutlarına değinilmesine duyulan acil ihtiyaç, Birleşmiş Milletler’ in 2005 -2015 yılları arasındaki on yıla, Eylem İçin Uluslararası On Yıl: Yaşam İçin Su adını verme kararıyla ispatlanmıştır. Bu on yılın tanımı, giriş bölümünde aşağıdaki açıklamayı da kapsamaktadır: Kadınların, suyun tedarik edilmesinde ve yönetiminde merkezi bir rolü olduğu düşünülerek, bu gelişim çalışmalarında kadınların katılım ve ortaklığını garantiye alacak özel bir vurgu yer alacaktır…”Yaşam İçin Su” on yılının temaları arasında merkezde olanlar: kıtlık … su ve toplumsal cinsiyet…

Genel Sekreter Kofi Annan, 22 Mart 2005’te, on yılı anlatan konuşmasını şu sözlerle bitirdi; “Bu, insanlığın gelişmesi ve onuru için çok acil bir sorundur.” 2 Bu örnek, söz konusu sorunların aciliyetini aydınlatan Latin Amerika’dan örneklerle, su ve toplumsal cinsiyet arasındaki ilişkiyi anlamak için bir çerçeve oluşturmaktadır.

1966’da imzalanan BM Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi, 11. ve 12. Maddelerde, su hakkını bir insan hakkı olarak ortaya koymuştur. Bu, gelecekteki uluslararası anlaşmalara zemin hazırlayarak, suyun ortak bir mal olarak kavramsallaştırılma- sına öncülük etti. 1999 yılında yapılan Su ve Çevre konulu Dublin Konferansı, kendisinden sonraki karar verme süreçlerine rehberlik etmesi sebebiyle, su politikası dünyasında bir dönüm noktası oldu. Prensipler ifade edilenler:

1. Tatlı su sınırlı ve hassas bir kaynak olup yaşamın, gelişmenin ve çevrenin sürdürülmesi için zorunludur.

2. Suyun geliştirilmesi ve yönetimi, kullananları, planlamacıları ve her seviyeden politika yapıcıları kapsayan katılımcı bir yaklaşım üzerine kurulmalıdır.

3. Kadınlar, suyun temini, yönetimi ve korunmasında merkezi bir rol oynarlar.

4. Su, tüm ticari kullanımlarda ekonomik bir değere sahiptir ve ekonomik bir mal olarak kabul edilmelidir.

Dublin Konferansından sonra, çoğu çokuluslu sektörel kuruluş (konut, sağlık hizmetleri, doğal kaynaklar, kadınlar vb. alanlardaki) gündemlerine suya yer verdiler ve bugün Dublin-Rio Prensipleri olarak bilinen prensipleri kabul ettiler.4 Sonuç olarak, birinci, ikinci ve dördüncü maddelerden kaynaklanan somut değişimler olmuştur. Birinci prensip, sürdürülebilir gelişmenin önemine, ikinci prensip, su gelişimi projelerinde katılımcı yaklaşımın ana akım olmasına dünya genelinde dikkat çekerken, dördüncü prensip, kavramsal olarak, suyun temel bir haktan, alınıp satılabilen bir mala dönüştürülmesine öncülük etmiştir. Bu üç prensip, geçtiğimiz onbeş yılı aşkın sürede su politikasında bir devrime şekil verdi. Peki ya üçüncü prensip? Bu, su politikası için, diğer üç prensipte vücut bulan kavramlar kadar devrimsel bir kavram olmalıydı. Bununla beraber, su konusundaki küresel politika beyanatlarında ortaya çıkan ana fikir çeşitliliğine rağmen, az sayıda istisna dışında, ayrıntılı olarak açıklanmamış, ana akım haline gelememiş ya da uygulanamamıştır.

Üçüncü maddeyi eyleme dönüştürürken çok dürüst olunmalı çünkü bu madde önemli bir gerçekliğe işaret ediyor: kadınlar suyun yönetiminde merkezi bir rol üstlenmemeliler zaten merkezindeler. Bu gerçeklikte ima edilenler nelerdir? Kadınlar hali hazırda suyu yönetmeyi biliyorlar. Bu neden bir güç? Eğer kadınlar hali hazırda suyu yönetmeyi biliyorlarsa, onların bilgileri, tecrübeleri ve öncelikleri, su sektörünün planlama ve politikalarını zenginleştirecektir. Kadınların bilgilerinin, tecrübelerinin ve önceliklerinin erkeğin su kullanımıyla yan yana hesaba katılması, suyun yönetilmesinde toplumsal cinsiyet perspektifi oluşturmak anlamına gelir. Bunu yapamamak daha etkili su yönetiminin yolunu açabilecek değerli bir bilgiyi kaybetmek demektir. Bu makale, su ve toplumsal cinsiyet arasındaki ilişkiyi, ev içi su kullanımının yanı sıra, sulama kavramı, fakir kentli kadın odaklı, köylü ve yerli kadınlar açılarından da anlatmaktadır. Makale daha sonra, su politikasının, özelleştirme, toplumsal cinsiyet perspektifi yaratma ve su konusunda toplumsal cinsiyet açılarından başarısızlıklarını incelemiştir. Genellikle, Latin Amerika’daki kadınların, kendi hayatlarını da geliştiren su yönetimini geliştirmek için, başarısızlıkları nasıl alt ettiklerini ya da onlardan nasıl kaçındıklarını gösteren hikayeler oluşturduk.

SU VE TOPLUMSAL CİNSİYET: ARADAKİ İLİŞKİ NEDİR?

Su politikaları dünyasında, toplumsal cinsiyete sözde bir bağlılık gösterilse de bu su yönetimi pratiğinde, genellikle derinlikten ve sonuçtan yoksundur. Toplumsal cinsiyet dünyasında ise sudan neredeyse asla bahsedilmez. Fakat su ve toplumsal cinsiyet arasında önemli bağlantılar vardır ve bu ilişkiler açıkça ortaya konduğunda, su yönetimi, daha etkili ve eşitlikçi sonuçlar doğurur. Su ve toplumsal cinsiyet, evsel kullanım ve sulamada su kullanımı kavramlarının her ikisiyle de bağlantılıdır.

Bu makale, her insanın doğuştan sosyal hakkı vardır varsayımı üzerine kurulmuştur: su hakkı, Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Anlaşması’nda da belirtildiği gibi. Sosyal haklar, kişinin kendi toplumundaki yerleşik değerlere göre, yaşaması ve sağlıklı olması için gerekli minimum standartlar olarak tanımlanabilir. Bütün toplumlardaki anahtar unsur, topluluğun tüm üyelerinin sağlığını, hijyenini ve üretkenliğini sürdürebilmesi için yeterli kalitedeki suyun, kalıcı biçimde elverişli kaynağına kolay erişim sağlamasıdır. Ne var ki, gerçekte su hakkı tanınmamaktadır. Su dünyasının çoğunu karakterize eden önemli toplumsal cinsiyet ayrımı, suyun çoğu sorumluluğunu kadına yüklerken, erkeğe ise gücü ve hakkı vermektedir. Bu ayrımın hassas doğası ve şekli, evsel su sektörü ve sulama sektörü arasında önemli farklılıklar göstermektedir.

EVSEL SU SEKTÖRÜNDEKİ CİNSİYET AYRIMCILIKLARI

Evsel su konuları, sosyal haklar ve refah, sağlık ve hijyen, temel ihtiyaçlar kavramlarının yanı sıra sosyal çoğalmada kadının sorumlulukları kavramında çerçevelendirilir. Bu, ailelerin, toplumların ve en nihayetinde milletlerin gelişmesinde merkezi rolü olan ve neredeyse sadece kadınlar tarafından yürütülen, ücretsiz ev işlerini de kapsar. Aksine, sulama, üretim ve ekonomik verimlilik başlıları altında çerçevelendirilir. Bu farklılıklar, toplumsal cinsiyet konusunu fark etmenin ve bu konuyu işaret etmenin olanaklarını şekillendiriyor. Evsel suya, “temel ihtiyaçlar/sosyal refah” yaklaşımı, kadının suya ihtiyacını belirtirken, su yönetiminde söz hakları olacağının garantisini vermez ancak en azından içme suyu ve temizlik işleri politikaları gündeminde kalıcı bir yere sahip olmalarını sağlar. Bu durum, üretim odaklı sulama politikasında ve kadının görünmez olduğu diğer alanlarda tam tersidir. Latin Amerika’nın genelinde, çiftçilik ve sulama güçlü bir şekilde erkeklikle bağdaştırılır ve erkek işi olarak tanımlanır. Ancak, birçok köylü kadın çiftçilik ve sulama yapmasına rağmen su yöneticileri ve hatta kendi toplulukları tarafından nadiren çiftçi olarak görülürler ve bu konudaki haklara ve kaynaklara çok nadir sahip olurlar.

Latin Amerika bünyesinde evlerde ve diğer yerlerde, kadınlar genellikle su gerektiren tüm işlerde sorumludurlar: yemek pişirme, temizlik, çamaşır yıkama, çocukları yıkama ve ailenin hasta bireylerine bakma. Su kıtlığı ve suyun kalitesinin düşüklüğü bu işleri zorlaştırmaktadır. Kentin fakir mahallelerinde oturanlar sularını çoğu kez, günde birkaç saat akan ve yüz ila iki yüz aileye hizmet eden ortak çeşmelerden ya da haftada bir ya da iki kez gelen su dağıtım kamyonlarından temin ederler. Kırsal bölgelerde, fakir evler sularını ortak kuyulardan, akarsulardan veya sulama kanallarından ve nadiren de çetin biriktirme çabalarından temin ederler. Su aynı zamanda, Latin Amerika’da köylü ve şehirli kadınların evlerinde ya da topraklarında sürdürdüğü, yemek hazırlama, ekmek pişirme, başkalarının çamaşırını yıkama, sebze bahçesi bakımı ve hayvan yetiştirme gibi geleneksel üretim yöntemleri için de bir girdidir. Toplumsal cinsiyet temelli iş bölümüne ve kadının evdeki tarihsel rollerine dayanan ve egemen toplumsal cinsiyet sisteminin şekil verdiği bu aktiviteler, aile gelirinin asli kısmını oluşturur. Bu özellikle kadın idaresindeki evlerde doğrudur ve kadınların rolleri değişmedikçe, ailenin beslenmesi, sağlığı ve geçimi için temel olmaya devam edecektir. Bu yüzden, kadınlar suyu hem ev işleri için hem de üretim amaçları için kullanırlar.

Gündelik ev yaşantısında suyun merkezi rolü düşünüldüğünde, evde su tesisatının yokluğu ve sürekli su servisinin olmaması zorluklar yaratır. Birisinin mahalle çeşmesi aktığında ya da su kamyonu göründüğünde su almak için uygun olması gerekir. Birisinin mahalle çeşmesinden veya köy kuyusundan birkaç ağır su kovasını eve taşıması ve büyük bidonlarda veya teknelerde biriktirmesi gerekir. Birisinin suyu bu büyük bidonlardan veya teknelerden küçük kaplara aktararak su gerektiren ev işlerini yapması gerekir. Birisinin, ortak çeşme ya da köy kuyusunun kuru zamanlarına ya da su kamyonunun görünmemesi riskine karşı evdeki suyun bir kısmını yedekte tutması gerekir. Birisinin -açık ateşte ya da propan ocaklarda- çamaşır, yıkanma ve yemek pişirmek için suyu ısıtması gerekir. Bu birisi neredeyse her zaman bir kadın ya da bir çocuktur.

Böylece, sürekli cinsiyet ayrımı gözetmediği söylenen su geliştirme politikaları ve projeleri, neredeyse her zaman toplumsal cinsiyet ayrımcılığı yaratan sonuçlar doğurmuştur. Farklı rolleri ve sorumlulukları zemininde, kadınlar, su hizmetlerini değerlendirmede farklı kriterlere sahiptirler. Şehrin fakir mahalleleri için su kaynağının ve kalitesinin iyileştirilmesi kadınlara daha doğrudan fayda sağlar. Böyle projeler, kadınların ve çocukların zamanlarını ve enerjilerini daha az harcamasını sağlayarak, okula ve/veya işe daha aktif ve başarılı zaman ayırmalarını sağlarlar. Sonuç olarak aile geliri artabilir. Evde daha iyi bir su kaynağı genellikle aile sağlığındaki iyileşme demektir ve sağlık fakirlerin birincil varlığıdır. Aksine, suyun paylaşılmasının kadınlar ve çocuklar için acil zararlı etkileri vardır çünkü yukarıda belirtildiği gibi onların ev işlerini etkiler ama erkekler bu durumdan nispeten etkilenmeden kalırlar.

SULAMA SEKTÖRÜNDE TOPLUMSAL CİNSİYETE DAYALI BÖLÜNME

Kırsal alanlarda, gelişmiş sulama sistemleri yatırımları genelde toplumsal cinsiyet önyargısına sahiptir, erkeğin çıkarını gözetirken kadın sulamacıları göz ardı etmektedir. Toplumsal cinsiyet önyargısı hem kaynaklara (toprak, su, kredi, bilgi, yeni teknolojiler vb.) ulaşımda eşitsizliği hem de karar verme ve uygulama sürecinde toplumsal cinsiyete dayalı farklı erişimi ima eder. Önemli olan sadece cinsiyete dayalı bölünme değil aynı zamanda rol dağılımında, kaynakların ve gücün paylaştırılmasında ima ettikleridir. Kadınlara, kimisi hayatta kalabilmek için kritik olan belli roller yasaklanmış olabilir. Kırsal su dünyasında, bu durum erkeğin göç etmesinin etkenleri içinde en açık olanıdır. Erkekler göç edince, ki bu çok sık görülen bir vakadır, topraklarını idare etmeleri için karılarını, annelerini ve çocuklarını geride bırakırlar. Su kullanıcıları meclisine sadece erkeklerin katılabildiği topluluklarda, evin erkekleri göç etmişse, ev, ortak su kararlarında söz hakkını yitirmiş olur ve evin yaşantısı tehlikeli bir hal alabilir. Aynı durum, kadınlara oranla erkeklerin daha kolay ulaşabildiği kredi için de geçerlidir. Sulama söz konusu olduğunda, çocuk bakımı ve ev işlerinde hokkabazlık yapan kadınlar için erkeklerde işe yarayan zamanlama her zaman işe yaramaz. Erkekler kadınlardan daha fazla araç kullanıyorsa bu sürücülük için de doğru olur. Tarımı erkek işi ve kadınları da öncelikle ev hanımı olarak tanımlayan, toplumsal cinsiyete dayalı iş bölümü, aile tarımına katkılarına bakmaksızın çoğu Latin Amerika ülkesini karakterize etmiş ve suyun yönetimi planlamasında büyük çarpıklığa yol açmıştır çünkü kadınların bilgileri, deneyimleri, bilgelikleri ve suya bağlı ihtiyaçları, planlama sürecinde göz ardı edilmiştir. Bastidas, kuzey Ekvador Andları’nda bir il olan Charcis’te, kadınların, özellikle sulamadaki katkıları sorulmadıkça, kendilerini sadece yardımcı olarak gördüklerini göstermiştir. Bu kadınların günlerinin yarısını tarlalarda çalışarak diğer yarısını ise herhangi bir akan su olmadan yürütülen zahmetli ev işleriyle uğraşarak geçirdikleri daha sonra ortaya çıkmıştır.

Buechler, Meksika’nın Guanajuato eyaletinde, erkek göçü yüzünden, sulamada toplumsal cinsiyet bölünmesinin önemli değişimlerini belgelemiştir. Öncü rolü erkeklere ve ikincil rolü kadınlara veren ya da belli ürünleri (örneğin çiçekler) kadınlarla ve diğerlerini (örneğin sebzeler, meyveler, mısır ve fasulyeler) erkeklerle özdeşleştiren geleneksel toplumsal cinsiyete dayalı işbölümü tümünden değişmiştir. Kadınlar şimdi, toprağı ve suyu yasal kullanım hakları olmasa da, üretim döngüsünün tamamında tüm ürünler için sorumluluk almalılar ve erkeklerin göç etmesinden önce de tam sorumlu oldukları ev ve diğer üretim işlerini de unutmamalıdırlar. Bazı kadınlar için, üretim aşamasının neredeyse tamamındaki engeller -su bulmak, gece sulama, ev ile tarla arasındaki uzak mesafe, su kullanıcıları toplantılarına katılamama- onların, birincil üreticilikten başkaları için ücretli yardımcılara dönüşmeleriyle sonuçlandı. Bazı kadınlar,erkek yardımcılar çalıştırarak ya da erkek çocuklarına güvenerek onları daha ağır işlerde çalıştırarak ve kendileri adına konuşmaları için su kullanıcıları toplantılarına göndererek işin üstesinden geldiler. Bazıları her şeye rağmen bütün süreci başarıyla yönetebildi. Her şeye rağmen köylerindeki erkekler, kadınların sulama yapabileceğini reddetmeye devam ederek yaptıkları işi kocaları gittikten sonra yapılan bazı şeyler olarak nitelediler. Böylece, yıllar geçtikçe güçlü erkeklerin, genellikle tarım döngüsü zirvedeyken, aylarca ortada olmamaları gerçeği açıkça dile getirilmedi veya sahipliğin kadınların rollerinde uzun dönemli bir değişim yaratması şeklinde kabul edildi.

Sulama tipik bir erkek alanı olarak tanımlandığından, kadınların sulama için su hakkı talep etmeleri açıkça normlara meydan okur ve bu da kocalarının erkekçe rollerini uygun şekilde sürdürebilme güç ve yeteneklerine meydan okumaları anlamına gelir- ve böyle yapmak yüksek sosyal maliyetler doğurur. Brunt, örneğin, Meksika’daki bir sulama sistemindeki erkek çiftçilerin, kanal operatörünü ve sulama ajansı personelini nasıl barlara ve genelevlere çağırdıklarını ve onlara içki, yemek ve hatta kadın teklif ederek kendi ihtiyaçları doğrultusunda daha toleranslı davranmaya hazır hale getirdiklerini örnekler.

Besin ve Tarım Organizasyonu (BTO) tarafından hazırlanan değerlendirmeler, Nikaragua ve Honduras’ın köylü iş gücünün yüzde 22’sini ve Kosta Rika, El Salvador ve Paraguay’ın yaklaşık yüzde 30’unu kadınların oluşturduğunu gösteriyor. And ülkeleri, Bolivya ve Kolombiya yüzde 50’den fazla, Peru yüzde 70 gibi bir oranla tarımda çalışan kadınların açık ara en yüksek oranlarına sahiptir. Bu kadınların çoğu, aile çiftliklerinde, ücretsiz aile işçisi olarak çalışmaktadır. Eğer Latin Amerika’da çiftçiliğin örgütlenmesinin çeşitli biçimleri arasında seçilebilen bir örüntü varsa bu, çiftlik ölçeği ve ticarileşme düzeyi düştükçe kadınların katılımının önem ve ölçeğindeki artıştır. Tarım ve sulamaya aktif kadın katılımı daha küçük çiftliklere sahip yoksul hanelerde daha yaygındır ve bu durumun nedeni toplumsal cinsiyet eşitliği ya da özgürlük değil yoksulluktur. İlaveten, sulama görevleri kadının erkeğin hiç yapmadığı belli görevlerde (ör: ekim, elle ayıklama, tohum seçimi) uzmanlaştığı ve tersi biçimde kadın ve erkek arasında paylaştırılır. Bazı bölgelerde, belli ürünler tümüyle kadının alanıdır ve diğer ürünler tümüyle erkeğin alanıdır. Yukarıdaki koşullar altında, su yönetimi toplantılarında sadece erkekleri içermek, yalnızca kadınların sahip olduğu değerli bilgi ve deneyimin kaybolmasına neden olmakla kalmayıp tüm toplumu olumsuz etkileyecek biçimde su yönetiminde çarpık planlama ve tahrifata da neden olacaktır.

Toplumsal cinsiyet farklılıkları, kadın ve erkekler tarafından seçilen su kullanımı ve su yönetimine ilişkin önceliklerde en yüksektir. Verili bir toplulukta veya bölgede su yönetimi ve planlamasına sadece erkekler katıldığında, en etkin topluluk su sistemlerini tasarlamak için değerli fırsatlar kaybolmaktadır. Örneğin, Ekvador’da topluluk su projesi liderlerine öncelikleri sorulduğunda, topluluğun kadınları sulama suyunun, çamaşır yıkama ve çocuklara banyo yaptırma görevlerinde onlara yardımcı olabileceğini, yakında bulunan yeşillikleri sulayabileceklerini ve yakacak odun toplama işlerini kolaylaştıracağını, bu suyun kaynatarak arınabilen içme suyu görevi göreceğini, saatlerce uzaktaki su kaynaklarına yürümeye gerek bırakmayacağını belirtmişlerdi. Bu nedenlerden ötürü, kadınlar yan kanallarla suyu evlerinin yakınına getiren ve gün boyu sürekli su akışını sağlayan sulama tasarımını desteklediler. Kadınların omuzlarındaki bu zorunlulukların hiç birini dikkate almayan erkekler, suyun her gün olması yerine, belli günlerde ve daha kısa sürede sulama yapabilecekleri biçimde yüksek akış gücüne sahip biçimde geldiği döngüsel bir şemayı tercih ettiler. Her iki tercih setini de dikkate almak bir bütün olarak topluluk için en etkili sulama sistemine yol açacaktı.

Hatta daha dikkat çekici olan, kadınların yaptığı çeşitli ve sayısız sulama eylemlerinin sadece görünmez olmakla kalmayıp sulama olarak bile tanımlanmaması-sulama işiyle ilgisiz görülmesi- ve profesyonel bulunmaması gerçeğidir. Kadınlar kanalları temizlediklerinde veya sulama yaptıklarında, gerçek sulayıcı ve çiftçi olduğu düşünülen kocaları adına bu işi yaptıkları söylenir ve yaptıkları böyle görünür. Kadınların sulu tarımda ne yaptıklarına bakılmaksızın yalnızca işi bir kadının yapıyor olması, o işin “sulama-olmayan” bir iş olarak nitelendirilmesi için yeterli olmaktadır. Ekvador’da bir hükümet dışı örgüt (HDÖ) tarafından yürütülen sulama projesinden bir örnek, sulayıcıların erkek olduğuna dair inancınısrarlı biçimde devam ettiğine işaret etmektedir. Bu HDÖ’nün çalışanları, su kullanıcıları ile tüm toplantıları hafta sonu planlamışlardır çünkü HDÖ’nün çalıştığı topluluktaki erkeklerin çoğu çalışmak için hafta boyunca evden ayrı kalmaktadırlar. Sulama ve tarımdan kadınlar sorumludur. Sulama işlerine ilişkin tüm sorumluluk kadınlarda olmasına rağmen, çalışanlar erkekleri gerçek çiftçi ve birlikte toplantı yapılması gereken kişi olarak tanımlamaya devam etmişlerdir.

Alanda gerçekleşenlerden ayrı ve eşit önemde olan şey sulama yönetiminin oluştuğu toplantılarda ne olduğudur. Latin Amerika’da neredeyse her yerde etki ve sayı olarak erkekler sulama birliklerini domine etmektedirler. Çünkü bu tip birliklere üyelik tipik olarak toprak ve su sahipliği ile ilişkilendirilmektedir ve çoğunlukla erkekler buna haiz olduklarından kadınların üyeliği bulunmamaktadır. Kadınlar genelde toplantıların ne zaman olacağı hakkında bilgilendirilmezler ve sulama toplantıları sonucu ortaya çıkan bilginin dağıtımından dışlanırlar. Bu toplantılardan haberdar olduklarında kültürel bariyerler sıklıkla kadınların katılımını engeller. Toplantılara gitmek kadınlar için toplumsal olarak kabul edilen bir pratik olmayabilir, kocaları onların katılımını istemeyebilir, katılım için gerekli yasal hakları olmayabilir ya da sadece erkek idaresindeki haneler kayda geçirilmiş olabilir. Ve yukarıdakilerin geçerli olmadığı ve kadınların sulama toplantılara katılabildiği bölgelerde, kadınlar genellikle arkaya oturur ve kültürel normlar onu topluluk önünde konuşmaktan alıkoyar. Tüm bu koşullar, kadınların yanlış bilgilendirilmesine ve/veya onların su kullanıcıları birliklerinde karar alma pozisyonları için yetersiz olmasına katkı koyar. Böylelikle, onların sesi, deneyimi ve bilgisi kaybolur. Bazen kadınlar su yönetiminin erkek işi olduğu ve içinde kadınların sadece yardım eden olarak yer alabildiği kültürel kodun içine tıkıldıklarından düşük düzeydeki öz saygılarını kalıcılaştırırlar. Ancak, biri fikirlerini sorar sormaz, kadınlar genellikle konuşmaya başlar ve karar alma cüretinde bulunurlar. Gerçek ve bariz dezavantajlarına rağmen su yönetim sürecinin önemli bir ayağı olduklarına inanmaya başlarlar.

Kırsal bölgelerde, sulama birlikleri görünürlüğü en çok olan ve güçlü örgütler arasındadır ve topluluktan ve topluluğa doğru kaynak ve bilgi akışı için önemli bir kanal sağlarlar. Bu örgütler işleyiş ve bakım için su ve kaynak dağıtımı hakkında kritik kararları almakla yükümlüdür. Su kullanıcıları birliklerinde, liderlik pozisyonları genişleyen siyasal ilişkiler ve bölgesel ve devlet düzeyinde toplumsal mevkiler için fırsatlar sunan genellikle önemli siyasal pozisyonlardır. Bu nedenle, su kontrolü diğer kaynakların ve bilginin kontrolüne bağlıdır ve bu kontrole eşlik eder. Sulama için su kullanıcı birliklerine kadın katılımı sadece kadınların sulamaya erişimini ve sulama üzerindeki kontrolünü iyileştirmekle kalmaz aynı zamanda kadının güçlendirilmesinin daha geniş hedeflerine katkı sağlar. Kadınların su kullanıcısı birliklerinden dışlanmaları, onların ekonomik haklarının ve tam vatandaşlık hakkının inkarı olarak yorumlanabilir.

Latin Amerika’da, dünyadaki diğer ülkelerde olduğu gibi, siyasal otoritenin kullanımı, bu alanda yavaş yavaş değişim yaşanmasına karşın, hala temel olarak toplumsal ve kültürel olarak erkelerle ilişkilendirilmektedir. Toplumsal cinsiyet kimliği konuşma ve söz sahibi olma hakkını ve ayrıca birinin sözünün nasıl işitileceğini ve bu sözün nasıl yorumlanacağını kısmen belirlemektedir. Erkekliği ve erkek üstünlüğünü tanımlayan ve teyit eden sözünü sakınmamak ve güçlü fikirlere sahip olmak, erkeklerde bulunduğunda olumlu özelliklerdir. Aksine, bu özellikler kadınlarda bulunduğunda, onların kadın olarak statülerini olumsuz olarak yansıtmaktadır. Ekvador’da küçük ölçekli bir sulama projesinde, en az erkekler kadar kadınlar da kullanıcı örgütlerine katılmışlardır. Bununla birlikte, toplantılar boyunca gerçekleştirilen gözlemler, ortalama olarak, düzenli erkek katılımcıların yaklaşık 28 dakika, kadınların ise sadece üç ya da beş dakika konuştuklarını göstermiştir. Bir kadın, hata yapmaktan ve alay edilmekten korktukları için toplantılarda kendi kaygılarını dile getirmekte çekinceli davrandıklarını belirtmiştir. Meksika’nın sulama yapılan bölgelerindeki kadınlar da toplantılarda neden sessiz kalmayı seçtiklerini benzer terimlerle açıklamaktadırlar. Örgütlerde kadın kimliği ile örtüştüğü söylenen bir rol veznedarlıktır: kadınların daha dürüst olduğu varsayılır. Kadınların temsil edilmemeleri ve dolaylı katılımları sadece karar alma mekanizmalarının demokratik niteliğini yıkmakla kalmamakta ayrıca örgütlerin kadınların ihtiyaçlarına yanıt üretebilirliğini olumsuz etkilemektedir. Bu durum, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin bir belirtisinden çok daha fazlasıdır- onu kalıcılaştıran etkenlerden biridir.

LLULLUCHA, PERU: KADINLAR AKINTIYA KARŞI YÜRÜYOR VE SU HAKKINI ELDE EDİYOR

Şimdiye dek bahsedilen tüm kısıtlamalara karşın, kadınların kendilerine ait alanların sulanması ve ihtiyaç duydukları suyu elde etmelerini garantilemek için kendi mekanizmalarını geliştirmeleri üzerine güncel örnekler Latin Amerika’dan çıkmıştır. Vera, Hollanda Kalkınma Hizmetleri İçin İşbirliği örgütünün Perulu teknik danışmanı, Peru Andlarında küçük bir köy olan Llullucha’da kadınların deneyimine dair etkileyici bir örnek vermektedir. Llullucha, Cusco Su Yönetimi ve Çevre Enstitüsü (Instituto de Manejo De Agua y Medio Ambiante-IMA) mühendisleri tarafından yürütülen bir topluluk geliştirme projesi alanıydı. Mühendisler,-köyün sakinlerine sormaksızın- köyün bir toprak koruma projesine ihtiyaç duyduğuna karar verdiler. İki yıl sonra, köyün sakinlerine önceliklerinin ne olduğunu sormaya karar verdiler ve toprak koruma yerine sulama için su cevabıyla karşılaşınca çok şaşırdılar. Bu noktada, mühendisler sadece ortak arazilerin (comuneros) sahibi olan erkeklerle konuştular ve sadece onlarla çalıştılar çünkü sadece ortak arazi sahipliğinin bu projede içerilmek için bir neden oluşturduğuna hükmetmişlerdi. IMA mühendisleri, sulama suyu elde etmek için yakınlardaki bir kaynaktan köye suyun borularla taşınmasına dair bir sistem tasarlanması talebi aldılar. Ancak, sulama sistemi inşaatı başlar başlamaz, Llullucha kadınları bu durumu şiddetle protesto ettiler çünkü borular, kaynak suyunun köy hayvanları için kullanılan gölete ulaşmasını engelliyordu. Mühendisler, kadınları hiçbir proje tartışmasına dahil etmediklerinden, erkelerin tarımdan kadınların ise inek ve koyunlardan sorumlu olduğu köydeki iş bölümünden bihaberdiler. Cinsiyete dayalı işbölümüne ve suya ilişkin cinsiyetlendirilmiş önceliklere dair unutkanlıkları, mühendislerin sulama projelerinin kusurlu ve devam ettirilemez olduğu anlamına geliyordu. Köyün erkekleri su kaynağını da içerecek biçimde kadınların sürülerin güdülmesine ilişkin görevlerinin farkında olmalarına rağmen kadınların hane gelirini de etkileyen su ihtiyacını temsil etmemişlerdir. Kadınlar buna aktif bir direnişle yanıt verdiler. Ortak arazi sahipliğinin katılım için bir koşul olduğunu görerek, kadınlar bir araya geldi ve ortak araziden bir parsel talep ettikleri aldılar. Öte yandan, su olmadan, arazi kullanışsızdı, bu nedenle su haklarını talep ettiler ve bu hak onlara verildi. Daha sonra kadınlar eğitim istekleri için IMA’ya ulaştılar, ve onlar da comuneras olduklarından, IMA onların toprağın korunması ve en iyi sulama pratikleri üzerine eğitim alabilmelerini uygun buldu. Sonunda, kredi için uygun hale geldiler ve IMA kadınların borçlarını geri ödeme noktasında erkeklerden daha güvenilir oldukları kararına vardı.

Llullucha’daki proje ekibinin yalnızca erkek katılımcıları içermenin sınırlılıklarına gösteren çoklu deneyimine rağmen, ekip SNV Hollanda Kalkınma Örgütü’nün toplumsal cinsiyet değerlendirme projesine dek durumu tam olarak kavramadı. Bu proje sayesinde IMA ekibi kendi varsayımlarının ciddi biçimde kusurlu olduğunu anlamaya başladı: kendiişlerinin toplumsal cinsiyet ilişkilerinden tümüyle ayrı ve bu ilişkiler üzerinde etkisiz olduğunu varsaymışlardı, teknoloji transferi tümüyle teknik bir süreçti ve topluluğa faydaları eşit biçimde paylaştırılacaktı. Toplumsal cinsiyet değerlendirmesi, farklı rolleri ve sorumlulukları nedeniyle su bağlamında kadınlar ve erkeklerin farklı öncelikleri olduğunu ve başarılı bir su projesinin verili bir toplumda su kullanımının tüm boyutlarını hesaba katma zorunluluğunu vurgulamıştır. Llullucha’daki projenin çıktısı SNV Hollanda Kalkınma Örgütü’nün toplumsal cinsiyet perspektifini proje çalışmasının tüm aşamalarında içerme politikasını güçlendirmiştir. Böylece, Andların ücra bir topluluğunun bir grup yoksul kadınının eylemi gelecek bölgesel projelerin yanı sıra dünya çapındaki projeler için de parametreleri şekillendirmiştir.

Teknolojinin bu durumu önemli sonuçlara yol açmıştır. İlk ve her şeyden önce, proje üyelerinin bu işin toplumsal örgütlenme ile bağlantılı olduğunu kabul ettiklerinde teknoloji transferi daha etkilidir. İnatçı ve zararlı bir biçimde kadınların teknoloji ile uğraşacak yetenek, bilgi ve beceriye sahip olmadığına dair belli başlı ve sorgulanmayan bir varsayımla birlikte teknoloji transferini erkeğin alanı olarak düşünme eğilimi mevcuttur. Llullucha örneği aksini ve su sektörü projelerinin nasıl toplumsal cinsiyet, hane halkı ve topluluk dinamikleri ile kesiştiğini açığa çıkarmıştır. Projeleri bu kesişimleri kabul etmeden ve keşfetmeden yürütmek, daha az etkili çıktılarla sonuçlanacaktır. İkincisi, katılımcı yaklaşım toplumsal cinsiyet açısından kendi içinde ve kendi başına nötr değildir. Toplumsal cinsiyet açıkça dahil edilmelidir aksi halde kadınları içermek için zorunlu ve acil nedenlerin bulunduğu durumlarda dahi katılımcı yaklaşımlar bile kadınları tamamen dışlayabilirler.

LATİN AMERİKADA SU VE TOPLUMSAL CİNSİYET POLİTİKALARININ KESİŞİMİ

Latin Amerika’da küreselleşme sürecine neoliberal modelin su ve toplumsal cinsiyet politikaları yedirilmiştir. Aynı zamanda, su kıtlığı ve kirlilik nedeniyle, su stratejik bir kaynak haline gelmiştir. Özelleştirmenin su tahsisini ve yönetimini geliştireceği inancına yaslanarak, su politikası genellikle suya dair yasal mevzuatın, hizmet sunumunda özel sektör katılımının teşvik edilmesinin yanı sıra su pazarının yaratılmasına ve aynı zamanda su kullanıcılarının kaynak yönetim sürecinde içerilmeleri adına yapı gelişimine odaklanmıştır. Bu büyük değişiklikler, su sektörünü düzenleyen yasal enstrümanların onlarca yıldır gözden geçirilmediği Latin Amerika uluslarının çoğunda yeterli hazırlık olmaksızın gerçekleşmiştir. Su mevzuatı Honduras’ta 1927’den, Costa Rika’da 1960’lardan, Panama, Bolivya, Peru ve diğer ülkelerde 1970ler’den beri güncellenmemişti. Hatta bazı ülkelerde su kullanımına ilişkin özel bir düzenleme bile bulunmuyordu ve su kaynakları toprak kullanımı yasalarına tabiydi veya mal ve hizmet olarak sınıflandırılıyordu. Bu durum, Belize, Guatemala, El Salvador, Nikaragua ve diğerleri için de geçerlidir. Güncel küreselleşen eğilimler, Latin Amerika hükümetlerini hükmü kalmamış ulusal su yasalarını gözden geçirmeye ve su pazarını açma yolları aramaya zorlamaktadır.

Geçtiğimiz on beş yılda neoliberal modelin uygulanması, özel sektörün altyapı inşası ve bakım, içme suyu arzı ve sanitasyon yönetimi ile koruma hizmetlerine katılımının artmasına yol açmıştır. aynı zamanda su kullanıcısı grupların sulama suyu yönetimine katılımları ve artan fiyatlar aracılığıyla yine bu grupların finansal katılımı artmıştır. Yanı sıra, hükümetler genellikle düzenleyici süreçlerdeki kontrollerini yitirmemişler, özel sektör katılımını koruyan ve cesaretlendiren koşulları sağlamışlardır. Öte yandan toplumsal cinsiyet perspektifinin su sektörünün neoliberalleştirilmesi sürecine yedirilmesi, sözcüklerin ötesine nadiren taşınmıştır.

Şili’de gerçekleştirilen yakın tarihli bir çalışma yoksul kadınların, hanehalkı yönetimi ve aile refahı konusundaki sorumlulukları sayesinde, su dağıtımının özelleştirilmesinin sonuçlarını ilk aşikâr eden kesim olduklarını belirtmektedir. Bu sonuçlar, su faturalarının aile bütçesindeki büyük ve olumsuz etkisini, ödenmeyen su faturaları nedeniyle su hizmetinde aksamaları, su tüketicilerinin özelleştirilen su otoriteleri tarafından dayatılan yeni koşullara karşılık üretmelerini sağlayacak mekanizmaların olmaması ve bilgi eksikliğini içermektedir. 2007 Ağustos’unda BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği yıllık raporu, su hizmetlerinin ticarileştirilmesi, içilebilir suya erişim ve hijyenik kanalizasyon sistemleri ile var olan uluslar arası insan hakları çerçevesi arasındaki açık ilişkiye dikkat çekti ve halihazırda bu ilişkinin üzerinde çalışıldığını belirtti.

Toplumsal cinsiyet politikaları açısından, toplumsal cinsiyet ile ilgili bir sorun olarak suya ilgi sınırlı olmuştur. 1970lerin sonu ve 1980lerde, aktivistler politika yapıcıları, planlamacıları, sivil toplum örgütlerini ve iki ve çok taraflı kurumları, politika yapma, planlama ve uygulama süreçlerinde kadınların ihtiyaç ve rollerini dikkate almaları konusunda uyarmaya başladılar. Çoğu kurum bu uyarıyı kadınların sorunlarının derhal marjinalleştirildiği ve görmezden gelindiği “kadın işleri ofisleri”ni oluşturarak yanıtladı. Hükümetler, kadınlar için sağlık, eğitim ve su, telefon ve elektrik gibi kamu hizmetlerinde sektörel reformlara sadece kısmi olarak (hiç değilse) değinen ofisler oluşturdular. Ve sırasıyla, örneğin su sektöründeki gibi sektörel reformlarla yükümlü çeşitli komisyonlar, sekreterlikler, bakanlıklar ve diğer devlet organları müzakere ve politika yapma süreçlerinde kadınlar için ulusal ofisi temel ortakları olarak düşünmediler. Ender bir istisna olarak, yeterli su temini ve kullanımı konusunda kadınların- özellikle de köylü kadınların- yüz yüze oldukları zorlukları vurgulayarak su ve kadını açık bir biçimde ilişkilendiren Ekvadorlu Kadınların Eşit Fırsatları İçin Plan bulunmaktadır.

1980lerde, Kadınların Gelişimi İçin Uluslar arası Araştırma ve Eğitim Enstitüsü (INSTRAW) ve Birleşmiş Milletler Çevre Programı’nın (UNEP) bir parçası olan Sürdürülebilir Kalkınma Üst Düzey Kadın Danışma Grubu kadın ve su tartışmasının gelişiminde oldukça önemli bir rol oynamışlardır. Başlangıçtaki bu çabalar, kendi ailelerinin su tedarikçileri olarak kadınların eğitiminin ve katılımının önemine dikkat çekerek Uluslararası Su Arzı ve Sanitasyon On Yılı’nı (1981den 1990’a) etkilemiştir. 1990larda, “kadın sorunları”ndan “toplumsal cinsiyet perspektifi” ne doğru kavramsal değişim, kadınların sorunlarını daha geniş bir bağlama oturtmuş ve 1992 Su ve Çevre İçin Uluslar arası Konferans gündemini şekillendirmeye yardım etmiştir. Bu gelişmeler aynı zamanda Dublin Deklarasyonu’nda su ve toplumsal cinsiyete dair üçüncü ilke için bir çerçeve yaratmıştır. Ancak, üçüncü ilke hiçbir zaman uygulanmayan tek ilkedir. Toplumsal cinsiyet politikaları ve hükümet su politikaları birbirinden bağımsız biçimde gelişmiş, her biri kendi terminolojisi, hedefleri ve öncelikleri ile sorunları alevlendirmiştir. Toplumsal cinsiyet eşitliği politikalarında su sorunlarına verilen sınırlı önem ve su programları ve mevzuatında toplumsal cinsiyet eşitliğine verilen -retoriğin ötesinde-neredeyse olmayan ilgi, bunun canlı örneğidir.

Özetle, diğer doğal kaynaklardan farklı olarak bütünleştirilmiş su kaynakları yönetimine odaklanan toplumsal cinsiyet politikalarının yokluğunu ve toplumsal cinsiyet eşitliği perspektifine oturtulmuş su politikalarının eksikliğini görmekteyiz. Tüm konuşulanlara rağmen, pek çok politika yapıcı hala baskın toplumsal cinsiyet sistemi ve su sektöründe kadın erkek arasındaki süre giden eşitsizliği ilişkilendirmemektedir. Politikalar, projeler ve programların kadın ve erkekler üzerinde nasıl farklılaşmış etkileri olduğunu analiz etmeden, formülasyonda ve planlamada toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılık açığa çıkarılamaz. Politika yapıcılar adaletsizliğin farkında olduklarında dahi, değişimin gerçekleşebileceği uygun ortamı yaratmak için adım atmamaktadırlar. Düzeltici tedbirler alınmamakta ve farklılaştırılmış etkileri engelleyen önleyici tedbirler benimsenmemektedir. Su sektörüne ilişkin kararların çoğu ya yanlış varsayımlar üzerine ya da toplumsal cinsiyet bakımından nötr oldukları iddiasına-nüfus homojen bir bütündür ve faydalar herkese eşit biçimde ulaşmaktadır- dayanılarak oluşturulmaya devam etmektedir.

Neoliberal modelin su sektöründe nasıl uygulandığına ilişkin tuzaklar ve kadınların onların üstesinden gelmedeki dinamik rolleri sırasıyla 1995 ve 1999’da su hizmetlerinin tümüyle özelleştirildiği Tucuman/Arjantin ve Cochabamba/Bolivya’daki etkileyici durumlarda görülebilir. Tucuman’da Fransız ve İspanyol konsorsiyumu bölgenin su sisteminin özelleştirildiği ihaleyi kazanmışlardır. İhale açılmadan hemen önce, bölge yönetimi ihaleyi özel kuruluşlara daha çekici hale getirmek için su faturalarına yüzde 104 zam yapmıştır. Kazanan konsorsiyum zamlı faturaları olduğu gibi korudu ve böylece hizmeti iyileştirmek için bir şey yapmadan tüketicileri daha fazla ödeme yapmak durumunda bırakarak su hizmetlerindeki kontrolünü başlattı. Daha kötüsü, özelleştirme sözleşmesi, bedelinin çoğu özellikle de kırsal kesimde ve küçük kasabalardaki il sakinleri tarafından ödenen ildeki tüm su ve kanalizasyon altyapısını konsorsiyuma devretti. 1995 Haziranından 1996 Eylülüne dek, Tucuman bölgesi su hizmetlerinin özelleştirilmesine karşı tırmanan protestolara sahne oldu. Protestolar yerel olarak başladığı halde, birkaç ay içinde diğer kasabaların sakinleri birlikte çalışmaya başladı ve sonunda etkileyici bir strateji ile ortaya çıktılar: tüketicileri, su faturalarını ödemeyerek özelleştirmeyi protesto etmeye çağıran Ödemeye Son Kampanyası. 1996’da bölgedeki kullanıcıların tahminen yüzde 70’i faturalarını ödemeye son verdiler. 1 Ocak 2004’te, Tucuman Su Otoritesi, Tucuman su emekçileri sendikasıyla yasal bir anlaşma ile yatırımın çoğunun Tucuman bölge yönetimince karşılandığı ve sendikanın Tucuman su ve kanalizasyon sistemlerini idare ettiği bir kamu şirketi olarak oluşturuldu. Bugün Tucuman su ve kanalizasyon sistemleri Tucumanlılar için Tucumanlıların elindedir.

Tucuman’daki protestoların ayırt edici yönlerinden biri kadınların, aktivistlerin çoğunluğunu oluşturuyor olmalarıdır. Aile bütçesi ve tüm ev içi işleri de içerecek biçimde hane halkı yöneticisi olarak kadınların rolü, artan su faturalarının ve su hizmetlerine ilişkin sorunların doğrudan farkında olan ilk kişi oldukları anlamına gelir. Tucuman, düşük gelirli ailelerin şu ya da bu biçimde parçası oldukları toplumsal çatışmalarla dolu uzun bir geçmişe sahiptir, yani pek çoğu toplumsal adaletsizlikler karşısında örgütlenmeyi deneyimlemiştir. Kadınlar köylerinde ve kasabalarında konuşmaya başladılar, kadınlar ilçe genelinde örgütlendiler, kadınlar Tüketiciler İçin Koordinasyon Komitesini içerden örgütlediler, kadınlar kapı kapı gezerek sakinlere Ödemeye Son kampanyasından bahsettiler ve sürecin yasallığını açıkladılar, kadınlar bölge merkezinde protestolara katıldılar. Erkek katılımına ve protesto komitelerinde sözcülerin genellikle erkek olmasına karşın, kadınların katılımcıların çoğunluğunu oluşturmaktaydı. Eylemleri özelleştirme sürecini tersine çevirdi. Oluşturdukları ağları ve örgütleri yerinde duruyor ve bugün tüketici haklarını savunmak için çalışmaya devam ediyor.

Cochabamba/Bolivya’da benzer bir durum daha yıkıcı sonuçlarla gelişti. Tucuman’da olduğu gibi şehirde belediye su kuruluşu bulunmaktaydı. Belediye hizmetleri kentin tümğne yaygınlaştırılmadığından, çeperdeki sakinler kooperatifler veya mahalle dernekleri aracılığıyla kendi kuyu ve boru hatlarını içeren kendi su tedarik ağlarını inşa etmişlerdi. 1999’da Bolivya devlet başkanı Hugo Banzer Suarez, Cochabamba su sistemini özelleştirdi, onu Bechtel başkanlığındaki bir uluslar arası konsorsiyuma imtiyaz olarak verdi. Sözleşme şirkete yüzde 15 kazanç oranını garantiliyor ve ABD tüketici fiyat endeksine göre saptanmış tarife uygulama izni sağlıyordu. Bu özelleştirme şeması, Cochabamba’nın çeperde oturan sakinlerinin kendi inşa ettikleri ve finansmanını karşıladıkları su sistemlerini doğrudan kaybedecekleri ve kendi inşa ettikleri sistem üzerinden dağıtılan su için konsorsiyum tarafından yüksek tarifelerle faturalandırılacakları anlamına geliyordu. Şehir sakinleri hizmette kayda değer bir iyileşme olmadan su fiyatlandırma oranlarının yüzde 40’tan yüzde 200’e çıktığını fark ettiklerinde, özelleştirmeden etkilenen kırsal bölge sakinleriyle ilişkilenerek Su ve Hayatı Savunma Koordinasyon Komitesi’ni oluşturdular, giderek yaygınlaşan ve trafiği ve ticareti durduran yol kapatma eylemlerini de içeren protestolara katıldılar. Ocak’tan Nisan 2000’e dek, hareketlilik yükseldi ve Cochabamba Su Savaşları olarak bilinen gerçek yaşama dayalı drama genellikle polis ve ordu tarafından şiddetli bir biçimde bastırıldı. Nisan ayının ilk iki haftası boyunca, protestolar kentin bir uçtan öbür uca abluka altına alınması, devam eden sokak mitingleri ve yürüyüşler, Koordinasyon Komitesi, hükümet temsilcileri ve toplum liderleri arasındaki yoğun müzakereler, mermi ve göz yaşartıcı gazla bastırma ile doruğa ulaştı. 9 Nisan 2000’de ilgili bakanlık konsorsiyum ile sözleşmenin iptal edildiğini ilan etti ve 15 Nisan’da bu karar Cochabamaba’nın suyunu özelleştiren orijinal mevzuatta Koordinasyon Komitesinin taleplerinin çoğunu karşılayan değişiklikleri içeren eki ile ulusal parlamento tarafından onaylandı.

Tucuman’da olduğu gibi, en başından itibaren kadınlar hareketlilikte merkezi ve anahtar bir rol oynadılar. Barikatlar kurdular ve mahalle dernekleri ile kırsal ve kentli kesimler arasında bağ oluşturdular. Ve Tucuman’da olduğu gibi, yüksek liderlik düzeyinde kadın varlığı ihmal edilebilir düzeydeydi ancak tabanın çoğunluğunu oluşturuyorlardı. Cochabamba Su Savaşlarının ardından, insanlar normal yaşamlarına döndüklerinde, protestolara katılmış pek çok kadın, su savaşından önce özellikle kendilerine kapalı olan eylemlere katılımları ile orantılı biçimde, topluluk üyesi olarak kendi kimliklerinde çok derin değişiklikler olduğunu belirtti. Latin Amerika ülkelerinden diğer örneklerin yanı sıra bu iki deneyim, ekonomik politikalar veya yasal kararnameler kadınları doğrudan etkiliyorsa, kadınlar aktif bir rol alıyor, liderliği deneyimliyor ve uzun erimli sonuçları olan benzersiz stratejiler geliştiriyorlar.

SU SEKTÖRÜNDE TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİNE ERİŞMEK

Bu makalede sunulan örnekler, su yönetimi pratikleri geliştirmenin birbiriyle kesişen şu üç kategorideki eylemleri içerdiğini gösterir: topluluğu anlamak, katılımı kolaylaştırmak ve eşitlikçi su kaynağı yönetimini teşvik etmek. İlk olarak, proje liderlerinin topluluğun heterojenliğini anlaması ve tüm alt grupların su ihtiyaçları, kullanımı ve öncelikleri hakkında açık olması su projelerinin başarılı olması için çok önemlidir. Bu, toplum içinde su ile ilgili tüm toplumsal aktörleri, onların rollerini, sorumluluk ve toplumsal ilişkilerini tanımlamak, ve toplumsal cinsiyet farklılıklarına özen göstermek demektir. Proje planlayıcılar ve teknisyenlerin “görme”ye açık açık olmaları gerekir: başka bir deyişle, önceden belirlenmiş anlayışlarını otomatik olarak uygulamaya koymak yerine toplumsal ilişkilerin gerçekliğini açığa çıkarmaya ihtiyaçları bulunmaktadır. Tucuman’da Generale des Eaux (Genel Su) kampanyasının ve Bolivya’da Bechtel’in başarısızlığı, bu kampanyaların kar marjına odaklanmalarına ve buna eşlik eden yüksek su tarifelerinin uygulandığı çerçeveyi düşünmekteki isteksizliklerine dayandırılabilir. Nitekim, artan tarifelerin yerle halk üzerindeki toplumsal maliyetini dikkate almadılar. Bu, yerel toplulukların toplumsal ilişkileri göz önünde bulundurduğumuzda su söz konusu olduğunda kendi unsurlarının gerçekliğine gözü kapalı olan ulusal ve bölgesel yönetimlerin de yardım ve yataklık ettiği kayda değer yanlış anlama ve yanlış okumaya yol açtı. Dahası, su sektöründeki yatırımlar pek çok düzeyde-örneğin, büyük yatırımcılar ve ulusal hükümetler, ulusal ve yerel hükümetler arasında, büyük yatırımcılar ve nihai kullanıcılar, hükümetler ve nihai kullanıcılar, proje ekibi ve yerel topluluklar, karılar ve kocalar…-arasındaki iktidar dinamiklerini değiştirdi. Su projeleri iktidar dinamiklerini değiştirdikçe karşılık olarak projenin uygulandığı çerçeveyi değiştiren kültürel ve toplumsal değişiklikler meydana gelir. ‘Herkese uyan tek model’ su politikası işlemez çünkü su yönetimi toplumsal ilişkilerin kesişen görkemli gösterisine dayanır.

İkinci olarak, katılım zorunlu kılınamaz, bütün toplumsal aktörlere yayılan derin kültürel değişimin bir parçasıdır. Katılımcı yaklaşım, eğer hükümetler veya program ve proje sorumluları katılımı yalnızca yasal gerekliliğe ihtiyaç duyduklarında veya uluslar arası kurumların tavsiyelerine uymak zorunda olduklarında izin veriyorlarsa, potansiyelini tam anlamıyla açığa çıkaramaz. Doğru katılım, topluluğu güçlendirme sürecini kucaklama ve bu tarz stratejilerin uzun vadede korunmasını ve desteklenmesini mümkün kılan kurumların uyarlanmasını ima eder. Su politikalarından, program ve projelerinden daha çok tam da bu katılımda kadınların kimlikleri, rolleri ve vatandaşlığı icra etmeleri bağlamında Latin Amerika’da süregiden kültürel değişimi görebiliriz. Bu dönüşümler, geleneksel norm ve alışkanlıkların, toplumsal cinsiyet rollerini ve topluluklarda kadının rolünü yeniden tanımlayan yeni eylem biçimlerinin yanı sıra sürdüğü çok yönlü süreklilikler sürecinde gerçekleşmektedir.

Üçüncü olarak, eşitlikçi su kaynakları yönetimini teşvik etmek, etkinliği ve su sektörü yatırımlarına erişimi arttırmak için anahtar bir mekanizma olan toplumsa cinsiyete dayalı ön yargıların elimine edilmesini gerektirir. Su sektörü planlaması, teknoloji transferi ve katılımcı yöntem toplumsal cinsiyet açısından nötr değildir. Toplumsal cinsiyet ve su arasındaki bağlantı açık edilene ve bu bağlantıya işaret edilene dek bunlar toplumsal cinsiyete dayalı önyargıların işbaşında olduğu alanlardır. Bu nedenle, kadın ve erkeğin eşitlikçi katılımı açık bir hedef olmalıdır ve su sektörü çalışmalarının her boyutunda sistematik bir biçimde sağlanmalıdır. Bu, roller, sorumluluklar, ihtiyaçlar ve önceliklerdeki toplumsal cinsiyete dayalı farklılaşmayı anlamak, buna saygı duymak ve işaret etmek anlamına gelir. Bu, toprak, su, kredi ve eğitimi de içerecek biçimde kaynaklara eşit erişimdir. Bu, su yatırımlarının tasarlanma aşamasında topluluğun tüm üyelerinin tüm su kullanma biçimlerini dikkate almaktır. Bu, her projenin tüm su ihtiyaç biçimlerine işaret etmesi gerektiğine değil fakat daha çok her projenin hedeflerin ve yol açabileceği sonuçların gerçekçi ve açık olması gerektiği anlamına gelir.

Su sektöründe toplumsal cinsiyete dayalı önyargıların ortadan kaldırılması için, bunu mümkün kılan bir bağlam olmalıdır. Neye ihtiyaç duyulduğu hakkında konuşmak yeterli değildir; süreci devam ettirecek resmi yapılar yaratılmalıdır. Bu yapılar sadece yeni düzenlemeleri değil aynı zamanda bu düzenlemeleri hayata geçirmeyi taahhüt etmiş hükümetleri de, sadece yeni finansal kararları değil anı zamanda topluluk düzeyinde ve ulusal düzeyde yeni yatırım önceliklerine saygı duyan bir iradeyi de içermelidir. Toplumsal cinsiyet eşitliği ve ayrımcılık karşıtlığının tüm politika ve programlarda bulunması gerekiyorken su, eşitlikçi kalkınma için katalizör görevi görmeli ve bunu mümkün kılacak adımlar atılmalıdır. Bunları yerine getirmemenin maliyeti oldukça büyük ve eşitliğin kanıtlanmış yararları göz ardı edilemeyecek kadar önemlidir. Su dünyasını kadınlar için daha yaşanır kılmak pek çok farklı düzeyde ve alanda değişikliği gerekli kılmaktadır. Halihazırda suya ilişkin sorumluluğu ilgili hakları tanımaksızın kadınlara yükleyen iş bölümünde ve var olan kamu karar alma rutinini kadınların katılımına açık hale getirmeye dair değişiklikleri gerektirmektedir. Yasalarda, altyapıda ve örgütlenmede değişiklikleri gerektirir. Ayrıca, su politikası tartışmalarının koşullarını değiştirmeyi gerektirir, çünkü su kontrolünde toplumsal cinsiyete dayalı farkı azaltmak sadece su kaynakları üzerinde doğrudan bir çatışma değil, ama aynı zamanda ve bundan daha önemlisi, su ihtiyacının tanımlanma biçimlerine dair bir çatışmadır. Hem evsel kullanım hem de sulama suyu alanında, tabi ki farklı yollarda, kadınların suya dair çıkarlarını dile getirmeleri ve savunmaları için meşru söylemsel, yasal ve örgütsel bir uzam yaratmak, su ve erkeklik arasındaki derine gömülü kültürel ve normatif ilişkiye meydan okunması anlamına gelir. Bu zorunlu olarak uzun ve sıklıkla zor bir süreçtir ve sancılı ve riskli de olabilir. Ancak, hiçbir girişimde bulunmamanın maliyeti çok daha yüksek olabilir: etkisiz, verimsiz ve eşitlikçi olmayan su yönetimi sonucu hem kadınları hem erkekleri etkileyen sefalet, yoksunluk ve yoksulluk.

Birleşmiş Milletler, Su İçin Yaşam Onyılı su tanımı bağlamında toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin önemini tanıyarak toplumsal cinsiyet boyutunu ana akımlaştırmış ve ona bir hamlede mutlak itibar sağlamıştır. Bu durum, bu makalede ana hatları çizilen konulara küresel anlamda dikkati çekerek bir momentum yaratmış ve en iyi pratikleri bulmayı amaçlayan sosyal yatırım ve araştırmaları hızlandırmıştır. Gelecek adım, en iyi pratiklere dayanan yaygın bölgesel pilot programları kucaklamaya istekli ve Birleşmiş Milletler’in tüzüğünü her düzeydeki yerleşik önyargılardan kaynaklanan karşıtlığın üstesinden gelmek için aktif biçimde kullanan partner hükümetleri bulmaktır. Su yönetiminde toplumsal cinsiyete dayalı eşitsizlikleri telafi etmenin hane halkı ve topluluk ekonomisi üzerindeki olumlu etkileri, vaka çalışması düzeyinden bilgesel düzeye taşınmalı ve aktif biçimde duyurulmalıdır. Küresel ısınma gezegende tatlı suyun erişilebilirliğini değiştirdikçe ve önemli nüfus merkezlerinde yeni kıtlık sahaları yarattıkça, su yönetiminde ucuz maliyetlerle elde edilebilen gelişmeler acil ve yaşamsal hale gelmektedir. Su yönetimi planlamasında kadınların bilgi ve uzmanlığı ucuzdur ve doğrudan verimlilik yaratmaktadır. Eşitsizliği sürdürmek asla en iyi pratik olamaz. Ciddi bir vaka malzemesi yığını su sektöründe cinsiyet eşitliğine ulaşmanın akılcılığını göstermek içim şimdiden erişilebilir durumdadır.

sosyalist demokrasi


Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster