Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster


Ego Çaprazındaki Bensizler!


Açıklama:
Kategori: Köşe Yazarları
Eklenme Tarihi: 02 Nisan 2013
Geçerli Tarih: 18 Mayıs 2024, 09:39
Site: Görele Sol Platformu
URL: http://www.gorelesol.com/yazar.asp?yaziID=13933


EGO ÇAPRAZINDA Kİ BENSİZLER!

Kurt puslu havayı severmiş...

Emeksiz, zahmetsiz, tehlikesiz şölenine zemin hazırladığı için.  Böylece çobanda küçükbaş hayvanların sahiplerinin hışmından, dillerinde ki ağudan yüklüce hakaretlerine maruz kalmadan, yara almadan kurtulmuş olur. Puslu hava, kurtla çobanın egosunu çaprazlama beslese de sahiplerinin benini ve koyunların bedeni yaralamış olur. Doğa olaylarının sebep olduğu her şey ereksiz kendi içinde kendi yasalarınca işlediği için her şey ego tatmini dışında olmasına rağmen ben yinede bunu ego çaprazında ki bensizler besini olarak sıfatlandırıyorum. Milenyum diyorlar bu çağa. Oysa bu çağa en yakışanı ad; ego çaprazında ki bensizler çağıdır. Kısacası;”İnsan kendi bilincine upuygun gelen her şeye doğru der” Şener Aksu

Ben: “Bireyselliğin temeli olan düşünen özne. Ben, bilginin hem öznesi hem de bir nesnesidir. Descartes ben’i felsefenin çıkış noktasına, en temele yerleştirmiştir. Ruhbilimin kurucuları sayılan(…)Hume, Mill, ben’i’ belirgin ruh durumlarının birbirini izleyişi olarak tanımlıyorlar. Kant’a göre ben, düşünüyorum ilişkisi içinde sunumları bir araya getiren ya da bütünleştiren bir işlevdir. Bergson,  ben kavramını zaman kavramıyla özdeşleştirdi. Ona göre zaman ben’dir, ben sezdiğim sürenin kendisiyimdir.(…)Ben’i ruhsal aygıtın yapısında yer alan güdü topluluklarının oluşturduğu bütün olarak tanımlayabiliriz. Bu bütün, birbirinden ayrılmaz üç yapıyı, duygusallık, düşünsellik ve istemi içerir. Ben, her şeyden önce organizmanın gerçekliğine uyum sağlayabilmesi için gerekli doğrulama ve denetim alanıdır. Buna göre ben, kendi kendisinin bilincinde olan kişilik yapısına karşılıktır. Bu yapı öznenin kendi bilicine varmasıyla başlar. Ben’in gelişimi oldukça uzun bir evrede gerçekleşir. Kişisel bütünlük bilinci dünyayı tanımakla olgunlaşır.” (*)

Sartre’ye göre;”Bilinçli özne, sürekli bir gelecek önünde duran varlıktır. İnsanın önceden yaratılmış özü yoktur, var olursa kendini tanımlar. Umutsuzluğa düşer. Geçmişe dönemez, an’ın kendisi için boş bir olanak olduğu insan, geleceğe de güvenmez. Bu nedenle, kendini saçma bir dünyada duyumsar. Doğmak, yaşamak, ölmek, eylemek saçma gelir. İşte insan böyle bir anda başkalarını duyumsar, kendisini merkez olmaktan çıkarır.” Ego çaprazında ki bensizler için en zor şey kendini merkez olmaktan çıkarmaktır. Çünkü onlar her şeyin merkezinde kendini görenlerdir. Sokrates ”Kendine gel!”Der. Kendine gelmek emek, sevgi ister. Vicdanlı yürek, düşünen baş, düşündüğünü söyleyecek dil sunulanı sorgulayan akıllı, onurlu ruh ister. Ego çaprazında ki bensizler içinse ise (emek, sevgi düşünce, onur)bunların hepsinin doğuştan kendinde var olduğuna samimiyetle benlerini inandırırlar. Çünkü ego bilinci devre dışı bırakarak var olan hastalıklı öznede bireyselliğini duyumsar. Dilde toplumcudur. Edimlerinde toplumun bir öğesi olduğuna itiraz eder.

Elbette ki durup dururken insanlık bir ileri iki geri gitmez. Egemen güçler kanlı yükselişe geçerken toplum üzerinden balans ayarı yaparlar. Kitapların, insanların yakıldığı açlık sınırında yaşama mahkûm edildiği toplumların bilicinin parçalanması insanlığın olmazlarından değildir. Tam olarak anımsamasam da Yılmaz Güney ; “Biz de sevgilimize gül vermesini bilirdik ama karnımız açtı o parayla ekmek alıp yedik.” Der. Bu ortamda özünü oluşturmak birey olmak iğnenin yıldızından dünyayı aydınlatacak güneşi geçirmektir. Ego çaprazında ki bensizlerin çoğalması da bundandır.

Virgilius; ”Gerçek dost, sevgi, tavır söz ve edimleriyle belli olur” Der. Ne yazık ki bizim gibi sıkıştırılmış toplumlarda yaşamın ölçemediği değeri ölüm biçer. Bu nedenle de ölü sevici özneler olmaktan vazgeçemiyoruz. Birçok dostumu, yakınımı, sevdiklerimi sonsuz dinlence yolculuğuna uğurlarken hocanın üç kere faniyi iyi bilirdik yinelemesinde içimin yarıldığı soluğumun tıkandığı anlar çok olmuştur. Ömrünce iyi olduğunu yüzüne söylenmemiş bu cümleyi acaba dostum, yakınım, sevdiğim bu sonlu yolculukta don bedende hocanın sözlerini duymuşlar mıdır?

Kargaya demişler; “B.kun ilaç!” Karga da gitmiş deryadan öte denize s.çmış. Birine seni görmek beni mutlu ediyor, iyi geliyor demeyin. Sevgi sözcüklerinin çekim eklerini hiç kullanmayın. İlk işi malayı eline alıp aranıza duvar örer! Bu sıkıştırılmış toplum bireylerinin tipik davranışıdır. Kendi bilincinde olmayan benin ego çaprazda ki zehirli besinidir. Kurt puslu havayı bende güneşli havayı severim. Güneşli havalarda parkta ki kalabalığı sahilde gezenleri benimin çemberine alırım. Bu gezintim onlarda kendimi görerek eksiklerimin, fazlalıklarımın farkında olma uyanıklılığıdır. Daha da önemlisi her yaştan insanların her inanıştan, düşünüşten giyimden insanların yâda sınıfsal farklılıkların iç içe geçtiği kısacası; toplumdan bireyleri, bireylerden toplumu, toplumdan kendimi görebildiğim yerlerdir. Bugünde farkında olma uyanıklığı gezimin park dinlencesinde bir sigara molası ve yalancı kitap okuma maskesiyle kulak zarlarımı açıp parktaki çok benlerin ağızlarına dayadım. Ailece gezenlerin haricindekilerin çoğunluğu söz birliği etmişçesine ikili, üçlü, beşli gruptalar halinde sevginin çekim eklerine serzenişte bulunuyorlardı. Ağzı süt kokanlar, yaşı baharın cıvıltılı güzelliğini muştulayanlar, ağızların da dişi, saçlarında, sakalların da rengi kalmamışlar üstelik koro halinde; “Sevmeyeceksin! Sevsen de söylemeyeceksin! Sevdikte ne oldu! Bak halime sadakatin, sevginin armağanıdır harita yüzüm apak saçlarım. On beş günde bir boyamasam pamuk prens olurum. Yıllarca bekledim o kazmayı. Babam bile kızım sevdiğini söyleme bu kadar sevme demişti! Ben sevdiğimi söylemesem neye yarar diye diye o kazmayı adam yerine koyup yere göye koymadan sevdim. Sevdiğimi de söyledim. Tabi sevince g..tü halktı.”  İki kadın birden;”Öğle deme ayıptır. Orospunun tuzağına düşmüştür.” Diyerek müdahale ettiler. Kadın dilini çıkarıp: ”Orospunun da pezevenk kazmanın da  ağzına …….!”

Bu grup argoyla arabesk arası yüreklerinin, egolarının zehrini türküleştirince türkülerden, insanlığımdan utanıp hemen yerimi değiştirip kulaklarımı dörtlü gruba kilitledim. “ Beni kendine âşık edene kadar kapımda köpek olup bekledi. Ne zaman âşık olup, sevdiğimi söyledim o zamanda porsuk osruğu oldu. Buluşmak için yalvaran artık telefonu bile açmıyor. Sabaha kadar feste, msn de. Merhaba diyorum hiç oralı olmuyor, dönmüyor. Görmüyormuş çok derin mevzular üzerine tartışmalar yapıyormuş olmayan aklıyla. Dilim kopsaydı sevdiğimi söylemeseydim. Of kalbim yine çarpıyor. Nefret ediyorum kendimden neden sevdim onu.” Kadınlar her sözcüğün başına; “Sevmeseydim!Sevdiğimi söylemeseydim!Şimdi mahkeme duvarı koymazdı aramıza.Felik fellik kaçmazdı!” Diyerek belki on kere kullandılar bir paragraflık sohbetlerinde bu sözcükleri. Erkek ikide bir kızlar, kızlar diye tıslıyıp tıslıyıp susuyor. Kadınlar ona konuşma fırsatı vermiyorlar. Nihayet zorlada olsa erkek söze girdi. “ Kızlar bizde bir tane h…r çıkar. Sizde az kaşar yok.”Diyerek zehrini döke döke devam etti. “Benim kankam o şıllık orospu yüzünden intihar etti.Bende birini seversem anam avradım olsun.Hepsini aşık ederim sonrada zillerini eline verip arkalarından teneke çalarım.Eğer dediğimi yapmasam bana da C…..   demesinler.Birini sevenin beni sevip aşık olmayanın gelmişini,geçmişi s…m.! “  Yağmurdan kaçan doluya tutulurmuş. Bu grupta bahar sevgimi, güneş sevincimi insani aşkımı yerle bir ettiler. Ş.Aksu ;Işığı avuçlarına hapsetmek isteyenin zihni kararır.”Demiş. Benimde bu duyduklarımdan içim aklım, ruhum karardı. Benim param parça oldu. Sevgiden korkan toplum barışa doğru yürüyebilir mi yürüse de sevgiden yoksun benle barışı nasıl içselleştirir.

Çoklu erkek grubuna yöneldim. Tam saymadım ama sekiz, dokuz kişiydiler. İki kadın bir aradaysa dertleşiyordur. Üç kadın bir aradaysa dedikodu ediyordur. Dört kadınsa bölünüp dertleşiyordur. İki erkek bir aradaysa sıcak, içtenlikli sohbet ediyordur. Üçü bir aradaysa tartışıyordur. Dört ve üstü bir aradaysa ülkeyi kurtarıyordur. Yukarda da değindim gibi ben farkında uyanıklık gezilerimi değişik sahil ve parklarda yaparım. Her ağzın sesi tanıdık gelir kulağıma. Az çok sohbetlerinin konu izleğini çözdüm. Bu çoklu erkek gurupta birbirinin sözünü keserek barış sürecinin nasıl olması üzerinde avaz avaz tartışıyorlar. Öcalan’ı asarak barışı getirende oldu. Buna itiraz edende. Erdoğan’ın bu barış sürecinde ki taktiğini alkışlayanda, yerende oldu. Sonunda şehitler dillendirildi. Dağda öldürüleni de şehit olarak adlandıran doğu şiveli sese ani çıkış yapan karışık şiveli ağızlar nasıl olurda teröristi şehitlik mertebesine çıkarıp şehit unvanını vererek lekelermiş. Gerçi aralarında insan sütü emmiş bir karıncayı incitmemiş olan teröristlerde varmış ama niyetleri kötü. Devleti yıkmak. Ülkeyi bölmek. İster kandırılarak isterse de bilerek terörist olsunlar. Hepsi aynı kapıya açılıyormuş. Sözcükleri arasına Atatürk’te konuk oldu. Biri o verdiği sözü tutsaydı bugün bunlar olmazdı diye cümle kurmasıyla susturulması bir oldu. Ölmüşlerden şeytan vazgeçmiş şimdi o rahmetlinin bu olanlarla ne ilgisi varmış. Yoktan bir ülke var etmiş. Hem de o fakirlik, sefalet içinde ki vahim durumdan. Bir diğeri İnönü’yü suçlarken biri araya girip;  Kılıçtaroğlu’nu önce destek verip sonra kıvırması ve Bahçeli’nin tabanını kışkırtmasını dillendirip bir çırpıda BDP’in bazı vekillerinin hadlerini aşan ileri geri konuşmalarının barış sürecini aksattığını vurgulayarak boğazını temizleyip devam ediyor ki bir diğeri sözü aldı. “Şunu bilin ki devlet değirmen taşıdır. Şakşak başını gözünü kırar, parçalar ama o zahiresini istediği gibi öğütür. Başbakanımızın eş başkanın akıl süvarileri barış olsun savaş dursun derlerse durur. Taze kan dökülmese yavaş yavaş barış sürecine geçilir. Ben bunu bilir bunu söylerim. Bizim ülke bizim halk diye bir şey yokmuş ben bunu saç, sakal beyazladıktan sonra anladım.” Bende barış sürecinin nasıl işlerlik kazanacağı tam olarak anlayamasam da çok değişik şiveli ve oldukça düzgün konuşan ağızların bir arada birbirlerini boğazlamadan yumruklaşmadan çok gürültülü olsa da konuşmaları hoşuma gidiyordu eğer her konuşmacı cümle içinde vajinaya zehrini dökerek egosunu tatmin etmeseydi.

Can Yücel’in bu  şiirini içimden dua edercesine yineleyerek  ; “ Ahhh.. Be Dünya..!!!/ Sen Dönüyorsun Onu Anladık da…/Bu  Fırıldak İnsanlar/Benden Hada hızlı Dönüyor…/”Hemde Ortada Hiçbir Yörünge yokken ”  ve ego salgınına yakalanmamak içinde  bu gurubun yanından kaçarcasına  çocukların o minik, koca yüreklerine sığındım.

Salıncakta ki çocukları mutlulukla izlerken kulaklarımı ağızlarına yamadım. Dört beş yaşlarında ki erkek al al yanaklarıyla salıncakta oturan kızın kulağına bir şeyler mırıldayarak bütün gücüyle itiyor. Kızın katılarak içten kahkahayla gülüşü baharı muştulayan kuşların cıvıltılı armonisi. Az önce ki grupların kinli, kinayeli konuşmalarını silip atıyor kulaklarımdan. Kız ikide bir bukleli zeytin ışıltılı saçlarını savura savura erkeğe dönüp ;“Baran’cım bende seni çok seviyorummmmmm. Daha hızlı daha hızlı it. Kuşlar gibi uçur beni Baran’cım.” Çocuklar olmasaydı toplanıp dönemezdim kendime, evime. O mutlu tabluyu bozmamak için de içimden küçük kıza çok sevdiğim yeğenimin adını verdim Havin. Bir kez daha çocukların sevgi varsılı dünyalarından benime sevgi payı aldım. Havin’ler, Baran’lar var olduğu sürece içten beklentisiz ego çaprazında ki bensizlerin eline düşmeden insanlığımızı ısıtarak duyumsatan, ruhumuzu, kalbimizi besleyen arı besinli sevgi hep var olacak. Dönen dönsün yolundan sevgimi, nefrete bulaştırmadan ego çaprazında ki bensizliğe kurban etmeden onurla, mutlulukla yürek dolusu ağızla söyleyeceğim.

Akıl geren düşlerle/ savruluyor küllerim/ anka dağında poyraz var…// Hoşça kal demeden gidebilirim/ pusulası nirvana’ya çevrili kalbin esiriyim/ baharı göçmen kuştular da muştulayabilir çocuğum/ binlerce asır topraklara ekilen acıyı alaca şafaktan derledik/ oysa vatan kavgasından daha kutsaldı bir kalpten bir kalbe can taşımak (…)

Birine seni görmek beni mutlu ediyor, iyi geliyor demeden asla vazgeçmeyeceğim. Sevgi sözcüklerinin bütün çekim eklerini kullanacağım. Malayı elime aranıza duvar örmeye değil aşınmış, dökülmüş yerleri sevgiyle sıvamak için alacağım! Başkasını öldüren cezasını çekerek yaşamaya devam eder sevgisini öldüren kendini öldürür bununda cezası yok! Ego çaprazımızda ki bensizlerin tekeline girmeden onları da hoş görerek Havin’ce, Baran’ca korkusuzca çocukça içten ağız dolusu yürekle sevgimi haykırmaktır yaşamak.

Hikâyemi dinleyecek kadar sabırlı/ aşk damgalı sevgimi kaldıracak kadar güçlü/ onurumu öpecek kadar gökkuşaklı/ ölümü gömecek kadar cesaretli/ insani kalbimi saracak kadar geniş/ umudumu uçuracak kadar deli biri var mı/ depozite almadan kalbimi rehin bırakacağım(…)

(*) Afşar Timuçin, Felsefe Sözlüğü, İnsancıl Yayınları,ikinci baskı,ağustos 1998,İstanbul


Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster