Karakter boyutu : 12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
Ülker Hakkında Bilmedikleriniz!
16 Temmuz 2015, 12:25

Ülker Hakkında Bilmedikleriniz!

Bugün 4 milyar dolarlık bir servetleri olduğu iddia edilen Ülker ailesi kimdi?

Ülker Hakkında Bilmedikleriniz!

ÜLKER’E ÜSTÜ KAPALI “KIYAK”: Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu raporunda, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın geçmişte ortak olduğu  bisküvi üreticisi Ülker Grubu’nu da  kapsayan bir düzenleme getirildiği  ortaya çıktı.Rapora göre,Bakanlar Kurulu kararı ile 2003-2004 gofret, kek,bisküvi gibi ürünleri işleme rejimi kapsamına alınarak bu firmalara  Toprak Mahsulleri Ofisi’nce belirlenecek fiyat üzerinden hububat satışı yapılması öngörüldü.

http://ahmetdursun374.blogcu.com/ak-yolsuzluk-opereti-the-imam-in-istanbul-bogaz-k/541797

 -----------

Ülker Hakkında Bilmedikleriniz

Kaynak ve devamı:

http://www.mehmetalisizan.com/kitap/EFENDi24-6.pdf

Bugün 4 milyar dolarlık bir servetleri olduğu iddia edilen Ülker ailesi kimdi? önce ailenin büyüğünü kısaca tanıyalım:

Adı,İslam'dı...

XX. Yüzyılın başında Kırım'dan Türkiye'ye göç etti. Kırklareli'nin Karamehmet köyünde Numanzadelerin kızı Şakire'yle evlendi. 1911 yılında oğlu Âsim dünyaya geldi. İslam Efendi Kırklareli'nde fazla kalamadı; tekrar Kırım'a döndü. Dönüş nedeni büyük ihtimalle Balkan Savaşları olmalı.

Aşağıda vereceğimiz bilgilerin direkt Ülker ailesiyle bir ilgisi yok. Ama, Kafkaslar'dan gelen göçmenler hakkında bilgi dağarcığımızı biraz artıralım...

Klasik, resmî tarihin bize dayattığı bilgiler dışında Kırım göçleriyle (1792-1860-1864-1891-1902-1910 gibi) ilgili ne biliyorsunuz? Örneğin, Kırımçakları bilir misiniz?

"On altıncı yüzyılda, Kırımçak mezhebi Kırım'daki en büyük Yahudi toplumu olarak boy gösterdi. Kırımçaklar, on dördüncü yüzyıl sonları ve on altıncı yüzyıl başlarına kadar olan dönemde Tatar dilini konuşan, Rabbinik Yahudilerdi. Lehçeleri, bazı Îbranîce sözcükler de kullanmalarına karşın, Kırım Tatarcası'nı temel alıyordu (...) Kırımçaklar birçok Kırım şehrinde - özellikle Bahçesaray, Karasu Bazar (günümüzdeki adı Belogorsk'tur), EskiKırım, Kaffa, Kerch, Mangup, Sivastopol, Simferopol, Yalta ve Yevpatoria- yaşamışlardı." (Kevin Alan Brook, Hazar Yahudileri, 2005, s. 427-428.)

Peki ya, Karayları (Karaimleri) bilir misiniz?

760 yılında Irak'ta Anan ben David tarafından kurulan bu Yahudi mezhebi, Torah'ın yazılı kurallarına bağlıydı. Talmud gibi benzeri sözlü yasaları reddediyorlardı. Standart Yahudi takvimini de kullanmıyorlardı.

Daha basit anlatımıyla, Müslümanların nasıl Sünnî ve Alevî mezhepleri varsa; Yahudilerin de vardı; Karaylar "Sünnî"ydi.

Bu mezhepte başlangıçta sadece İsrail kavminden insanlar vardı; ancak kısa sürede başka ırklardan insanlar da bu mezhebe girmeye başladılar ve bu başka ırklardan insanlar giderek çoğunluğu oluşturdular. Bir süre sonra İsrail kökenliler tamamen yok oldukları gibi, Türklerin dışındakiler de zamanla azınlığa düştüler. XIX. Yüzyılın sonlarına doğru mezhep mensuplarının neredeyse tamamını Türkler oluşturmaya başladı. Dolayısıyla kelime artık bir dini veya mezhebi ifade etmekten çok, bir Türk kavmini temsil etmeye başladı. Tatarca konuşuyorlardı artık ve dualarını da Tatarca etmeye başladılar.

"Musevî mezhebini kabul eden Hazar Türkleri "Karay" ismini aldılar. Karayların en kesif kısmı Kırım Yarımadası'na yerleşmiş olan Türklerdi. Fakat onlardan başka bilhassa Dağıstan mıntıkasında, Volga ve Don nehirleri arasındaki Romanlar içerisinde de Musevîlik büyük rağbet kazandı." (Hilmi Ziya Ülken, Türk Tefekkürü Tarihi, 2004, s. 76.)

"Karaylar, her yerleştikleri yerde Yahudi gibi karşılanırlardı. Ancak XVIII. yüzyıl sonlarında Kırım, Rusların eline geçince, Rabbanilerle (Yahudi mezhebi) Karaylar arasında kanun karşısında farklılıklar doğdu. 1795'te Kraliçe Katerina II, Yahudilere uygulanan çift vergiden Karayları muaf tuta Ayrıca Karayların toprak edinmelerine izin verdi. Kanun karşısında iki grup arasında eşitsizlik 1827'de daha da artırıldı ve Kırım Karaylarıyla Kırım Tatarları gibi Çar I. Nikolas'ın koyduğu zorunlu askerlik kanunundan hariç tutulurken Yahudilere bu hak verilmedi." (Şalom, 1 mayıs 1985.)

Karay mezhebine mensup olan Türkler zamanla Kırım'dan da ayrıldılar. Karayların bir kısmı direkt olarak İstanbul'a giderken, diğer bir kısmı önce Romanya'ya, oradan Edirne'ye ve oradan da İstanbul'a gelip yerleştiler ve "Karaköy" (eskiden Karayköy'dü) semtine adlarını verdiler.18[F72F]

Tüccarlıkta başarılıydılar. Hatta Kapalıçarşı'da Karay Sokağı vardır.

Şalom gazetesinin araştırmasına göre, İstanbul'da eskiden bin Karay ailesi vardı; sayısı son yıllarda azalmıştı.

Babası Mevlevî olan, ünlü yazar Refik Halit Karay gibi bu cemaatin üyeleri zamanla Türk Müslümanlarla karışmışlardı...

Bu ufacık Kırım hikâyesinden sonra tekrar Ülkerlere dönelim: İslam Efendi, Kırım'dan Kırklareli'ne geldi. Sonra tekrar Kırım'a döndü.19[F73F]

İslam Efendi'nin neden tekrar Kırım'a döndüğü konusunda ne yazık ki bilgimiz yok; ancak tarihsel olaylara bakarak tahmin yürütebiliriz. Elimizdeki tek bilgi, 26 Aralık 1912 tarihinde, Kırım'a bağımsızlık yolunu açan bir gelişmenin olması. Bu tarihle, Kırım Halk Cumhuriyeti ilan edildi İslam Efendi'nin Ülkesinin bağımsızlık kazanmasıyla birlikte topraklarına döndüğünü düşünmemiz güçlü bir ihtimal.

Demek mesele, Bolşeviklik değildi İslam Efendi'nin, sosyalizmle bir alıp veremediği yoktu.

Kırım 1920'de Bolşeviklerin eline geçti. 1921'de Kırım Muhtar Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti, Sovyet Birliğine katılma karan aldı. Yahudi Tarihi yazan Yusuf Besalel, sosyalist devrimin ilk yıllarında Yahudilerin kendi dillerinde eğitim gördüğünü, Stalin döneminde ise Yahudilere baskıların arttığını yazmaktadır.

Ama bu baskılar, tüm Yahudi cemaatine değil, ağırlığını Yahudilerin oluşturduğu Stalin'e muhalif olan Troçki liderliğindeki hareketeydi.

Kırımlı İslam Efendi'nin ikinci çocuğu Sabri 1920 yılında Kırım'da doğdu. Sabri dokuz yaşına geldiğinde İslam Efendi, ikinci kez Türkiye'ye dönme kararı aldı. Eşi Şakire ve üç oğlu, bir kızıyla (Âsim, Sabri ve ailenin en küçüğü -ve genç yaşta vefat eden-Hakkı ile Sıdıka) birlikte, 1929'un ağustos ayında İstanbul'a geldi. Neden döndükleri konusunda bilgi yok. Aile özel ailevî bilgilerini basına vermemekte çok kararlı olduğu için, İslam Efendi'nin İstanbul'da ne iş yaptığını da bilemiyoruz.

Bildiğimiz, 21 Haziran 1934 tarihinde Soyadı Kanunu çıktığında, İslam Efendi "Berksan" soyadını aldı. Ancak gelin görün ki, iki oğlu Âsim ve Sabri nedense, on dokuz yıl sonra, 1953 yılında "Berksan" soyadını bıraktılar, "Ülker" soyadını aldılar! Ama ilginçtir. Âsim Ülker daha iki üç yaşında olan iki oğlu A. Selçuk ile Ö. Faruk'un soyadını değiştirmedi; onlar "Berksan" soyadını devam ettirdiler!..

"Berksan"ın anlamı neydi ? Sözlüklerde yok,bilemiyoruz.

Yalçın Küçük'ün bu konuda bir iddiası var: "berg" Türkçe "berk" yapılıyor. Aşkenazi Yahudilerinin dili olan Yidiş bir sözcük olarak Yahudilerde en çok taşınan soyadlarından birisidir; Soğuk Savaş'ta Sovyet casusu oldukları gerekçesiyle idam edilen Rosenbergleri hatırlamayan herhalde yoktur; karıkoca Yahudi'ydiler. Sözcük Almanca kökenlidir, yalnız artık daha çok Yahudilere işaret etmektedir. Aile belki de bu belirgin işaretten çekinerek, Berk'i bırakıp Ülker soyadını almıştı. (Tekelistan, 2004, s. 256.)

Türk Dil Kurumu'nun Türkçe Sözlük'e göre,"Ülker",Boğa burcunda yedi yıldızdan oluşan takımın adıydı, (s. 1553.)

Tevrat'ın Eyüp babında da geçiyordu.

Öte yandan,bu ailede "soyadı meselesi" çok önemliydi.

Şöyle ki: Sabri Ülker'in kızı Ahsen Hanım'ın ilk eşinden olan oğlu Ali'nin de soyadı daha sonra mahkeme kararıyla "Ülker" yapılacaktı...

"Dinci" olarak bilinen Ülker kardeşlenil önünü hep "laik" askerî darbeler açtı:

27 Mayıs 1960. Ülkede döviz sıkıntısı had safhada Ama, askerler, Ülker'e 250 000 dolar döviz tahsis etti ! 12 Eylül 1980. Ülker, yaptığı ihracatlardan aldığı vergi iadeleriyle büyüdü. Son 28 Şubat "postmodern laik darbe"de, Ülker önce "yasaklı şirketler" arasında gösterildi. Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) kantinlerinde Ülker ürünlerinin satılması yasaklandı. Ama sonra nedense Ülker listeden çıkarıldı. Bu arada, mazlum gösterilen Ülker'in satışla-rında patlama yaşandı! Listeye girip çıkan Ülker grubu, TSK Mehmetçik Vakfı'na 500 000 dolar; Türk Silahlı Kuvvetleri'ni Güçlendirme Vakfı'na 500 000 dolar ve TSK El Ele Vakfı'na 500 000 dolar, yani toplam 1,5 milyon dolarlık bağışta bulundu.

Ülker kardeşlerin en belirgin siyasî özellikleri antikomünist olmaları: Sabri Ülker kurucusu olduğu "antikomünizmin kaleleri" Aydınlar Ocağı, İlim Yayma Cemiyeti gibi örgütlere ve Tercüman gazetesi gibi yayın organlarına para akıtıyordu. Elinin sıkı olmasıyla biliniyordu, ama bu konularda nedense çok cömertti.

Bu bölüme son noktayı koymadan önce Ülker Grubu İstişare Konseyi üyelerinin isimlerini vermek istiyorum:

- Yahudilerin Osmanlı'ya gelişlerinin 500. yılında kurulan "500. Yıl Vakfı" kurucusu, Turizm ve Tanıtma eski bakanlarından CHP İzmir milletvekili Alev Coşkun.

- Yahudi cemaati eski başkanı, Akmerkez'in ortaklarından Rifat Hassan.

 - Bu kitapta bahsi geçen Rona Yırcalı.

- 27 Mayıs Anayasası'nın "teorisyeni" Prof. Hüseyin Nail Kubalı'nın Talaş Amerikan Koleji mezunu20[F74F] oğlu, Danimarka fahrî konsolosu Ali Nail Kubalı.

- 12 Eylül'ün Dışişleri bakanı, Emekli Büyükelçi İlter Türkmen.

 - Bülent Ecevit'in başbakanlığı döneminde başdanışmanlığını yapan Emekli Korgeneral Turhan Özer.

 - ANAP'lı, Adalet ve Millî Savunma eski bakanlarından Oltan Sungurlu...

Bu kitap çalışmasını sonlandırdığım günlerde,Ülker Grubu,Boyner ailesi'yle ortak iş merkezi kurma projesine girmişlerdi...

http://ahmetdursun374.blogcu.com/ulker-hakkinda-bilmedikleriniz/8946822

Haber : Ahmet Dursun

Bisküvi kralının hayat hikayesi

Kırım’dan İstanbul’a sadece on rubleyle gelen bir aile nasıl bir bisküvi imparatorluğu kurdu?

Kırım’dan İstanbul’a sadece on rubleyle gelen bir aile nasıl bir bisküvi imparatorluğu kurdu? En çok bildiğimiz markalardan birinin ismi neden bir eski romandan geliyor? Daha onlarca soruya cevap... Gazeteci Hulûsi Turgut’un kitabı Sabri Ülker’in bilinmeyen macerasını anlatıyor

Aranızda melodisini bilmeyen var mıdır? “Önce güneş hava su, sonra bol gıda gelir...” Radyolarda, televizyonlarda on yıllarca dönüp duran bu sözlerin devamını her kuşaktan memleket insanı bir çırpıda hafızasından bulup çıkartır: “Akşama babacığım, unutma Ülker getir...”

Gazeteciliğin duayen isimlerinden Hulûsi Turgut, epey zahmetli bir işe soyunup, bu reklamı mümkün kılan Sabri Ülker’in romanlara konu olabilecek yaşamöyküsünü son yüzyılın siyasi ve toplumsal tarihiyle paralel bir şekilde anlatmış (Sabri Ülker’in Hayat Hikâyesi – Akşama Babacığım Unutma Ülker Getir, Doğan Kitap). 732 sayfalık bu epey hacimli kitapta ‘bir rol model öyküsünü kaleme aldığını’ söylüyor Turgut.

İstanbul’a 10 rubleyle geldiler

O rol model, 1920’de Kırım’da doğup, 2012’de 92 yaşında İstanbul’da vefat eden Sabri Ülker. Anlatılan onun öyküsü... Ama bu öykünün arkasında sürekli genişleyerek ilerleyen bir başka öykü daha duruyor. Yakın tarihteki tüm sıkıntılardan payını fazlasıyla almış, dört ayrı savaşın hırpaladığı bir aile... Kırım’dan Türkiye’ye uzanan zorlu bir göç... İkinci Dünya Savaşı’yla baş gösteren kıtlık ve yokluk döneminde ilkel bir makine ve üç kişiyle yola çıkmasına rağmen; bugün yurtiçi ve dışındaki tesislerinde 41 bin kişiyi istihdam eden, 70 yaşına ulaşmış, Türkiye ve başta ABD, 9 ayrı ülkede 60 fabrika açmış, sadece gıda alanında 300 marka üretmiş bir firma... Neredeyse sıfırdan zirveye bir Hollywood senaryosu...

Şimdi o sıfır noktasının da öncesine gidelim. 1800’lü yılların sonunda Kırım’daki Türk nüfusunun tanınmış ailelerinden ‘Devletler’ ailesine mensup Hacı İslam isimli genç, yani Sabri Ülker’in babası, eğitimini tamamlamak için geldiği Türkiye’de yine Kırım asıllı bir genç kızla (Şakire Hanım) evlenip Çorlu’nun Karamehmet Köyü’ne yerleşti. Aile, hayatlarına eşlik edecek uzun savaşlar tarihine ilkin burada yakalandı. Balkan Savaşı patlak verdiğinde, ilerleyen Bulgar ordularından kaçan yüz binlerce göçmenle birlikte İstanbul’a sığındılar. Kırım’a dönme kararı çıkmıştı.

Hacı İslam Bey, Kırım’da da Türkiye’deki gibi öğretmenliğe devam etti. Ancak bu defa önce Birinci Dünya Savaşı, ardından da Bolşevik Devrimi, ‘Devletler Ailesi’ne zor günler yaşatacaktı. Devrimden üç yıl sonra Sabri Ülker dünyaya gelirken, Kırım Türkleri yeni rejimle karşı karşıya kalmıştı bile. Hacı İslam Bey’in hayatı artık ya hapiste  ya da dağlarda saklanarak geçiyordu. Devletler ailesi yeniden ama bu defa genç Türkiye Cumhuriyeti’ne gitmeye karar verdi.

Kırım’da varlıklı bir hayat sürüyorlardı. İstanbul’a gitmek için her şeylerini satıp altına çevirdiler. Ne var ki yanlarına aldıkları bir yorganın ve bir eteğin içine saklanan tüm bu birikim bir anda buhar olup uçacaktı. Sibirya’ya sürgün tehdidiyle karşılaşınca, son anda yorganı da eteği de bir duvar dibine bıraktılar. Üzerlerindeki nakit paraya da gümrükte el konunca artık hiçbir şeyleri kalmamıştı.

Önce marka sonra soyadı

Oğlu Murat Ülker anlatıyor: “Ülker Bisküvileri piyasaya çıktıktan bir süre sonra, müşterilerden firmaya sipariş mektupları gelmeye başlamış. Zarfların üzerinde de ‘Asım Ülker’ veya ‘Sabri Ülker’ isimleri yer alıyormuş. Yani müşterilerimiz, markamızı, soyadı zannetmişler. Babamdan işitmiştim; görüştüğü yabancılar da kendisine ‘Mr. Ülker’ diye hitap ediyormuş.”

Gerisini Sabri Ülker’in kendi sözlerinden aktaralım: “Ağabeyimin, ‘Yolda yiyecek bir şeyimiz yok. Yol da bir hafta sürecek. Şileple gidiyoruz’ demesi üzerine, paramızdan 10 ruble iade ettiler. İstanbul’a geldiğimizde, şamandıraya bağlanan gemiden çıkmak için sandal paramız yoktu. Ne var ki, anne tarafından akrabalarımız bizi karşılamaya çıkmışlardı.”

İşte sıfır noktası tam da burası... 1929 yılındayız... Ekonomik krizin tüm dünyayı vurduğu günler... Bu şartlarda, baba Hacı İslam Bey Trakya’da çiftçilik yaparak tutunmaya çalıştı; ardından İstanbul’daki tarihi Köprülü Kütüphanesi’ne müstahdem olarak girdi. Çocuklar da zor koşullarda eğitimlerine devam ediyor ve yaz aylarında çalışıyorlardı. Ağabey Asım, benzin istasyonu pompacılığından şekerleme fabrikası işçiliğine birçok işe girip çıkarken, küçük kardeş Sabri Galata Köprüsü, Sirkeci ve Eminönü’nde açtığı tablalarda çeşitli ürünler satıyordu. Asım’ın, bisküvi imal eden Besler fabrikasının satış mağazasında çalışması ve işleri yaver gidince bu mağazaya ortak olması dönüm noktası oldu.

Sabri Ülker’in, ağabeyi Asım’ın çalıştığı Besler’in hamur dairesinde çalışmış olması işleri daha da hızlandırmıştı. Asım ve Sabri kardeşler, İkinci Dünya Savaşı’nın zor koşullarına da meydan okuyarak önce Ankara’da sonra İstanbul Sirkeci’de şekerleme imal etme işine giriştiler. Kader ağlarını örüyordu. Ya da kaderin hamuru yavaş yavaş bir kıvama geliyordu. Bisküvi kıvamına... 1944’te onları yıllar içinde zirveye taşıyacak kararı verdiler. Bisküvi üretmek amacıyla Eminönü’nde ilkel bir atölye satın aldılar.

Ülker bisküvileri böyle doğdu. Markanın ismiyse bir romandan ilhamla konuldu. Okumaya düşkün Sabri, büyük keyifle okuduğu bir romanın, dönemin ünlü yazarlarından Safiye Erol’un ‘Ülker Fırtınası’nın ismini ürünleri için uygun görmüştü.

Burada bir parantez... İş hayatındaki genel eğilimin aksine, aile bisküviye kendi ismini vermedi; bisküvi, ismini aileye verdi. Bu, sürprizlerle dolu bir isim hikâyesi... ‘Ülker’, ailenin ilk soyadı değil. Aile, soyadı kanunuyla beraber Berksan soyadını almıştı. Yıllar içinde, ‘marka’, soyadının önüne geçti. Firmanın (artık Yıldız Holding) şimdiki patronu olan, Sabri Ülker’in oğlu Murat Ülker anlatıyor:

“Ülker Bisküvileri piyasaya çıktıktan bir süre sonra, müşterilerden firmaya sipariş mektupları gelmeye başlamış. Zarfların üzerinde de ‘Asım Ülker’ veya ‘Sabri Ülker’ isimleri yer alıyormuş. Yani müşterilerimiz, markamızı, soyadı zannetmişler. Babamdan işitmiştim; görüştüğü yabancılar da kendisine ‘Mr. Ülker’ diye hitap ediyormuş.”

Ülker doğumu fırtınası

Ülker’in ünlü logosunu,grafiker ve görsel yönetmen Yüksel Ertan 1960’lı yıllarda çizdi.

Tahmin etmişsinizdir... Aile, soyadını, neredeyse kendini dayatan Ülker’e çevirdi. Sonrası bir rol modelinin kendi kendini inşa etme öyküsü... Reklamcılığın henüz emeklediği günlerde, radyoda haberlerin arkasına reklam spotları veren (ve haberleri okuyan spiker reklamı da seslendirdiği için adı ‘hükümet bisküvisi’ne çıkan) bir marka... Dış dünyadan çekinilen günlerde ilk yabancı uzmanları getiren, bilgisayara geçen, Batı standartlarında ilk insan kaynakları departmanını kuran bir firma... Mühendislik, paketleme ve teneke kutu sistemini bizzat geliştiren, bazı makinelerin yapımına ortak olan bir işadamı...

Turgut’un kitapta çeşitli tanıklıklıklarla defalarca sağlamasını yaptığı üzere Sabri Ülker, hayatın anlamını hep daha çok çalışmakta buldu. Oğlu Murat Ülker’in aktardığına göre yönetirken iki düsturu benimserdi: “İşinin ehli, düzgün insanlarla çalışmak; daima bir B planına bağlı kalmak...”

Sabri Ülker: İstanbul’a geldiğimizde, şamandıraya bağlanan gemiden çıkmak için sandal paramız yoktu. Ne var ki, anne tarafından akrabalarımız bizi karşılamaya çıkmışlardı.”

Sabri Ülker planlarına ve işine bağlı kalarak uzun bir ömür sürdü. İki sene önce vefat etmesinin ardından Hürriyet yazarı Yılmaz Özdil bir tesadüfe dikkat çekecekti:

“Ülker Doğumu Fırtınası, her sene 10 Haziran’da esmeye başlar; üç gün sürer, 12 Haziran’da biter. Dün toprağa verilen Sabri Ülker’in tam da 12 Haziran’da vefat etmesi ise sanırım, kaderin cilveleri üzerine eşsiz eserler bırakan Safiye’nin (Erol) bile hayal edemeyeceği bir romanın öyküsüdür.”

AYAKTAN FIRLAYAN AYAKKABIYLA BİR SENE

Sabri Ülker,Trakya'daki Büyükmanika Köyü'nde okula başladı.

Kırım’dan gelen aile özellikle ilk yıllarda çok yokluk çekti. Sabri Ülker’in kızı Ahsen Özokur, babasının Bilecik’teki yatılı okul yıllarından bir anıyı onun anlattığı şekilde aktarıyor:

“Gurbete çıkmak üzereydim. Beraberimde götüreceğim kılık kıyafetimle ilgili hazırlık yapıldı ama ayağıma giyeceğim doğru dürüst bir ayakkabı yoktu. Mevcut ayakkabım, çürük çarıktı. Babamın parası olmadığı için bana yeni bir ayakkabı alamıyordu. İnsanlardan da borç para isteme tabiatı yoktu.

Ertesi gün yola çıkacaktık. Komşulardan biri bu durumumuzu işitmiş. Kendisine de o günlerde çok güzel, ısmarlama bir ayakkabı yaptırmış. Ayakkabı, komşumuzun ayağını ya sıkmış ya da bol gelmiş. O ayakkabıdan kurtulmak istiyormuş. Ayakkabıyı bir güzel paketlemiş, bu özel ayakkabısını bana hediye etti. İstanbul’dan Bilecik’e geldim. Pansiyona yerleştim. İlk gün ayakkabının paketini açtım ve ayağıma giydim. Ayakkabı 43 numaraydı. Adım attıkça, ayağımdan fırlar gibi oluyordu. Ama hiçbir öğretmenim, “Oğlum bu ne biçim ayakkabı...” demedi. Hiçbir arkadaşım da halime gülmedi. Bilecik’teki ilk senemi bu ayakkabıyla geçirdim. Yani, kocaman ayakkabılarla utana sıkıla da olsa sene sonunu buldum.”

400 SAAT, 55 BİN KİLOMETRE

732 sayfalık kitabı meydana getiren söyleşi ve yazışmalar, 8 yıl içinde (2006-2014) yazar Hulûsi Turgut ile araştırmacı Ali Osman Mola tarafından, Türkiye’de 16 ilde, Kırım’da ve Brüksel’de gerçekleştirildi. Yaklaşık 400 saatte 166 kişi ile yapılan 195 söyleşi ve yazışma için yurtiçi ve dışında 55 bin kilometre yol kat edildi.

NOHUTÇU HAN’DA GÜNDÜZ İMALAT,GECE TAMİRAT

Ülker 1944’te, bu makinenin çarkları arasında başladı.

Eminönü’ndeki Nohutçu Han’da, Sabri Ülker’le birlikte sadece üç işçinin gece gündüz çalışıp, 1944’ün son ayında tam 75 ton Ülker pötibör bisküvisini ürettiği mütevazı imalathaneyi, yeğen Selçuk Berksan (Asım Ülker’in oğlu) anlatıyor:

“Babamların devraldığı imalathanede, bir bisküvi makinesi vardı. Çocukluğumda, bu imalathaneye giderdim. Amcam Sabri Bey, gündüzleri yoğun bir şekilde çalışır, iki çuval un işler; gece, sabaha kadar da ustayla birlikte bisküvi imal ettikleri makinenin bakım ve tamiratıyla ilgilenirdi.

Amcam Sabri Bey’in o ilkel şartlardaki imalat sırasında sergilediği olağanüstü gayretleri unutamıyorum. Çünkü gecesi gündüzüne karışırdı. Gün boyu bisküvi imal eder, gece de makinenin tamiratıyla uğraşırdı. Sabri Bey, Eminönü’ndeki bisküvi imalathanesinde çalışmakla yetinmez, bir yandan da Sirkeci’deki şekerleme imalathanesine koştururdu. Bu arada babam Asım Bey ise hem şekerleme hem de bisküvilerin pazarlanması için Anadolu yollarına düşerdi.”

Sabri Ülker, 1994 yılında 74 yaşında dahi tam gün çalışıyordu.

Torun Ali,  Sabri Ülker’in kaybettiği büyük oğlunun adını taşıyor. (Dayısı Murat Ülker ile birlikte)

Sabri Ülker, 76 yaşındayken “Yorulduğumu, daha yeni hissediyorum” diyordu.

Toplumsal olaylarda panzer ilk defa DİSK’in Ülker’deki eylemi sırasında kullanıldı.

Ülker bisküvileri için 1953’te yoğun bir gazete reklam kampanyası yapılmıştı.

mynet






Haberi Ekleyen: Ali Dursun

Bu haber 1796 defa okunmuştur.

Paylaş

Delicious  Facebook  FriendFeed  Twitter  Google  StubmleUpon  Digg  Netvibes  Reddit

Toplum-Yaşam

Isınmak bile lüks oldu!

Isınmak bile lüks oldu! Gittikçe yoksullaşan milyonlarca emekçi kışı nasıl geçirecek?

‘HES’ler suları yuttu’

‘HES’ler suları yuttu’ Dünya susuzluğa doğru hızla yol alıyor!

Yüzde 199 Zam

Yüzde 199 Zam Yeni Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi, Resmi Gazete’de yayımlandı

Evliliğinizin "raf ömrü" kaç yıldır?

Evliliğinizin Mehmet Yılmaz yazdı

Giresun'da 49 Köy Yolu Ulaşıma Kapandı

Giresun'da 49 Köy Yolu Ulaşıma Kapandı Kar Yağışı Nedeniyle İlimiz Genelinde 49 Köy Yolu Ulaşıma Kapandı

GÖRELE ' DE HAVA DURUMU

GIRESUN

RÖPORTAJ

Murat Kul ile balıkçılık üzerine söyleşi

Murat Kul ile balıkçılık üzerine söyleşi

ARŞİVLEN HABERLER

Arama
ssssssssssssssssssssssssssssssssssss